Bütçe masalları

Devlet bütçeleri, büyüklüğü ve gider/gelir dağılımı bakımından ekonominin bütününü etkiler. Kamu harcamaları boyutu devlet bütçesini aşabilir çünkü merkezi bütçe dışında da yerel yönetim, sosyal güvenlik, kamu özel fonları, bütçe dışı özelleştirme ve diğer harcama birimleri bulunur.

Kapitalist devletin bütçesi (burada tüm kamu harcamaları anlamında), tarihsel süreç içinde sıçramalı artış eğilimi içinde olmuştur. Sıçramaları tetikleyen, savaşlar, ekonomik krizler, 1945-1980 döneminde sosyalist sistemle sosyal devlet rekabeti gibi konjonktürel etkenler yanında sermaye birikiminin gerekleri ve emekçilerin sınıf mücadelesi olmuştur. Daha fazla süreklilik göstermekle birlikte bu sonuncularda da kırılmalar ortaya çıkabilir. 1980 sonrasının neoliberal birikim modeli bu kırılmalardan birini oluşturur. Buna rağmen, gelişmiş kapitalist ülkelerde halkın veya (bu ülkelerde çalışanların yüzde 90’ına yakın bölümünü ücretliler oluşturduğu için) emeğin sosyal haklarında kısıntıların gündeme geldiği bu üçüncü küreselleşme dönemi, kamu harcamalarında kayda değer bir daralmayla sonuçlanmamıştır.

Bunun basit anlamı, sermaye yönlü kamu harcamalarının artışıdır ve dolayısıyla, kamu harcamaları (ve kamu gelirleri) üzerinden, sermaye lehine-emek aleyhine önemli gelir aktarımlarının gerçekleşmesidir. Bununla birlikte, emek kesiminin mücadelesinin hiç olmazsa fren etkisi de hesaba katılmalıdır. Her durumda, 1980 sonrasında kamu harcamalarını (dolayısıyla vergi yükünü) geriletmek hedefi başarılamamış, ama artış eğilimi dizginlenebilmiştir. 2008 krizi sonrasında ise mali sermayeye yoğun kaynak aktarımları nedeniyle, yeniden kamu açık ve harcamalarında artış yaşanmıştır.

Türkiye’deki süreç biraz daha dalgalıdır. 1980’lerde vergi yükündeki (dolayısıyla bütçe giderlerindeki) zorlama gerileme, 1990’larda kamu iç borçlanmasının (ve yeniden yükselen vergi ve fon gelirlerinin) tetiklediği artışlara yol açmış ama harcamaların giderek artan bölümü faiz harcamalarına (dolayısıyla sermayenin parazit değerlenmesine) gitmiştir. 2000’li yıllarda IMF politikalarıyla girilen yeni maliye politikaları sürecinde, artık sürdürülemez duruma gelen kamunun faiz transferleri yanında tarımsal desteklerin ve KİT’lere sermaye transferlerinin daraltılması üzerinden de bütçenin ve bütçe açıklarının küçültülmesine girişilmiştir. Bu süreçte KİT yatırımlarının daraltılmasıyla yetinilmemiş, KİT’lerin büyük bölümünün satılması üzerinden bütçeye özelleştirme gelirleri aktarılması dönemi başlatılmıştır. 1986 sonrasında başlatılan özelleştirmelerin (KİT artı diğer) yüzde 90 dolayındaki bölümünün 11 yıllık AKP döneminde gerçekleştirilmiş olması nasıl bir hızlandırılmış kamu varlığı talanıyla karşı karşıya olunduğunu gösterir.

* * *

Şimdi bütün bunlar hiç yaşanmamışçasına, Maliye Bakanı Şimşek, 2014 bütçesini geçen hafta basına sunarken, yeni bütçe masallarına başvuruyordu. “Süreklilik arzetmeyen gelirlere bel bağlamak istemiyoruz. Sırtımızı bir kerelik gelirlere bağlamak istemiyoruz” (!) derken, AKP dönemi bütçelerini kurtaran, bütçe açıklarını ılımlı bir düzeyde tutan, şimdiye kadar hep “bir kerelik” olağandışı gelirler olduğu gerçeğini çarpıtıyordu. Bu tür gelirlerin en büyük kalemini, 50 milyar doları aşan boyutuyla özelleştirme gelirleri oluşturdu. Vergi afları ve varlık barışı gibi, orman vasfını kaybetmiş 2/B arazilerinin satışı gibi, Merkez Bankası’nın döviz satışlarından elde ettiği dönemsel karların transferi gibi bir kerelik gelir kalemleriyle bütçeler desteklendi.

Gerçekleri çarpıtma ustası Erdoğan, henüz 2007’de, “bizden öncekiler bir çivi mi çaktı bu ülkeye” diyebiliyordu. Cumhuriyet döneminde çakılmış bütün çivileri yerinden söken, halkın vergileriyle oluşmuş onyılların toplumsal birikimine el koyan bir yağmacılığın temsilcisi, bununla da yetinmiyor toplumsal belleği yok etmeye girişebiliyordu.

Peki şimdi Maliye Bakanı’nı “ihtiyatlı bir bütçe yapıldığını, vergi ve özelleştirme gelirlerinde muhafazakar artışlar öngörüldüğünü, seçim bütçesi yapılmadığını” söylemeye iten ne? Bir kere, 2014’te süreceği anlaşılan durgunluk ve özellikle tüketim harcamalarında ortaya çıkması beklenen yavaşlama, büyük bölümü tüketim üzerinden alınan dolaylı vergileri ister istemez etkileyecek. İkincisi, büyük ölçüde eritilen kamu mal ve imtiyazları üzerinden büyük özelleştirme gelirleri beklentisi artık geride kalmış sayılabilir. Üçüncüsü, “ihtiyatlı” bütçe hedefleri, dönem sonunda “başarı” hikayesi anlatmayı kolaylaştırır. Dördüncüsü, IMF’ye seçim bütçesi yapmıyoruz güvencesi vermeye yarar.
Tabii bütün bunlar, iktidarın önümüzdeki üç seçim sürecinde bütçenin tüm olanaklarını kendi lehine kullanmaya hazırlandığı gerçeğini perdelemez.