Oğuz Oyan

Kapitalist bir toplumda son sözü her zaman sermaye söyler. Egemen sınıf, sermayenin değerlenme sorunlarını ilgilendiren tüm yaşamsal konularda, “vekillerinin” belirleyici olmasına izin vermez.

Asgari ücrette son söz kimde?

Oğuz Oyan

Arada ben de söylüyorum: Asgari Ücret Tespit Komisyonu (AÜTK) üyesi olmadığı halde Cumhurbaşkanı (CB) hukuksuz bir biçimde son sözü söylüyor diyorum. Bu görünürde doğru ama gerçekte yeterli değil. Çünkü her ne kadar iktidar ve yürütmenin başı sermayenin doğrudan/dolaylı temsilcisi rolünü -şimdiye kadar görülmedik ölçüde- açıkça oynuyor olsa da, emek-sermaye arasındaki bölüşüm ilişkilerini belirleyen konularda son sözü söyleme hakkına hiçbir zaman erişemez. 

Kapitalist bir toplumda doğrudan veya dolaylı olarak son sözü her zaman sermaye söyler. Egemen sınıf, sermayenin değerlenme sorunlarını ilgilendiren tüm yaşamsal konularda, “vekillerinin” belirleyici olmasına izin vermez. Ama perdenin önüne çıkmayı ve emekçi sınıfların hışmını üzerine çekmeyi de istemez. O yüzden son sözü “yürütmenin başına” söyletmek işine gelir. Böylece Komisyona ek olarak CB’nin siyasi iradesini/otoritesini de işin içine dahil ederek muhtemel itirazları/ memnuniyetsizlikleri peşinen baskılamak ister. (Cumhurbaşkanı isterse bir kararnameyle kendisini AÜTK başkanı ilan edebilir kolayca, ama şeklen bu yöntem tercih edilmez çünkü daha üstten ve sözde emek lehine bir müdahale imiş gibi görünsün istenir).

Elbette “ağaya” bir son söz hakkı verilemez değildir. Gene sermayenin pazarlık payı içinde gördüğü örneğin bir ek yüzde beş veya bin TL yukarı çıkma izni her zaman bir “ağalık hakkı” olarak tanınabilir. Bu, toplu iş sözleşmelerinde (TİS), sendika başkanlarına da genellikle son bir hak olarak tanınır zaten; işin raconundandır.

Bu arada Türkiye gibi ekonomik açıdan bağımlı bir ülkede, dış sermayenin de ücret düzeylerine ilişkin bir diyeceği olur ve bu yaklaşımın yok sayılması pek mümkün olmaz. Bu yaklaşımlar çeşitli sermaye kuruluşları tarafından açıklanır, ama asıl önemlisi onlar adına IMF, DB gibi uluslararası finans kuruluşlarının neyi önereceğidir. Bir ülkede örtük bir IMF programı uygulanıyorsa, bu uyarıların dinlenme olasılığı da artacaktır kuşkusuz. 

Cici sermaye hep 'demokrattır' ama…

AÜTK’da sermaye sınıfını Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) temsil eder. TİSK, tüm sermaye örgütlerini kapsar ama büyük sermaye örgütü TÜSİAD’ın sanki hiçbir rolü yokmuş gibi görünmez kılınmasını da sağlar. Sermayenin çeşitli kesimleri arasında asgari ücret konusunda tam bir görüş birliği olmaz, sektörlere göre veya işletme büyüklüğüne göre farklı yaklaşımları olabilir, bunlar bazen medyaya da yansır (konfeksiyoncu ve inşaatçıların daha düşük artışlardan yana olduklarını kamuoyu önceden öğrenir genellikle) ama sonuçta anlaşırlar. Tespit sonrasında, bazıları sanki çok artış sağlanmış gibi şikayetlerini bildirir, bazıları ağlamaklı görünür, böylece hem Komisyondaki sendika temsilcileri kurtarılmış olur hem de işçiye “bak, daha fazlası mümkün değildi” mesajı verilir. Danışıklı döğüş tiyatrosunun oyunları çoktur. 

Peki ama neden asgari ücretin kapsamı Türkiye’de bu denli geniştir? Ve neden buna bir çözüm bulunmaz? Aslında bunun çözümü çalışma mevzuatı içinde var. Prof. Aziz Çelik de buna defalarca değindi. 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nun 40. Maddesinde CB’ye teşmil yetkisi verilmiş durumda:

“Cumhurbaşkanı; teşmili yapılacak işyerinin kurulu bulunduğu işkolunda en çok üyeye sahip sendikanın yapmış olduğu bir toplu iş sözleşmesini, o işkolundaki işçi veya işveren sendikalarının veya ilgili işverenlerden birinin ya da Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanının talebi üzerine, Yüksek Hakem Kurulunun görüşünü aldıktan sonra tamamen veya kısmen ya da zorunlu değişiklikleri yaparak, o işkolunda toplu iş sözleşmesi bulunmayan işyeri veya işyerlerine teşmil edebilir”. 

Demek ki istenirse TİS kapsamı bütün bir işkoluna teşmil edilebilir (yayılabilir). Eğer öyle olursa, asgari ücretin kapsamı da daralır. Peki bu hüküm neden uygulanmaz? Çünkü sermaye bunu istemez. Ücretler genel seviyesinin yukarı çıkması istenmez. O istemeyince sermayenin iktidarından da bir hareket gelmez. Aslına bakılırsa TİS imzalayan işçi sendikaları yöneticileri de bunu pek istemezler, çünkü kendi önemlerinin azalacağını ve üye (ve gelir) kaybına uğrayacaklarını düşünürler.

Teşmil uygulamasının çok etkili uygulandığı ülkeler vardır. Bunlardan başında da Fransa gelir. Orada da sendikalaşma oranı düşüktür. Ama sendikaların önemi ve etkisi, teşmil uygulaması yüzünden, üye sayılarının çok üzerindedir. Üyesi olmayan işçileri de sokağa dökme kapasiteleri genelde oldukça yüksektir.
 
Peki ama teşmil uygulaması nasıl oluyor da Türkiye’de memur kesimi için uygulanabiliyor? Çünkü TİS imzalayan Memur-Sen’in üyesi olmayan memurları ücret zammından mahrum bırakmak, kamu yönetimini imkansız kılacak denli büyük hoşnutsuzluk ve tepkilere yol açar. Bunu yapamazlar.

Türkiye’nin en kapsamlı toplu sözleşmesi ama bir TİS değil

Asgari ücret Türkiye’de sadece asgari ücretlileri ilgilendirmez. Asgari ücretin altında (genellikle kayıt dışında veya patrona ücret iadesi yöntemiyle istihdam edilenlerde) ya da asgari ücretin belirli miktar üzerinde ücret alan geniş işçi kesimlerinde ücret düzeyleri asgari ücrete bakarak belirlenmektedir. Bu arada asgari ücret birçok başka hakkın belirlenmesinde referans değeridir: İşsizlik Sigortası Ödeneğinde, Kısa Çalışma Ödeneğinde, Genel Sağlık Sigortasından primsiz yararlanma sınırının çizilmesinde vs. asgari ücret düzeyi belirleyicidir. Bu da asgari ücretin baskılanması için ek gerekçeler yaratmaktadır. Demek ki, asgari ücretin kapsamının daraltılması işçi sınıfı açısından da talep edilmelidir.

Gerek asgari ücret gerekse diğer ücret/maaş düzeylerinin belirlenmesinde TÜİK enflasyon verileri esas alınmaktadır. Dolayısıyla TÜİK, bölüşüm ilişkilerinin perde arkasındaki temel belirleyicisi durumuna yükselmiştir. Bu nedenle TÜİK teknik bir kurum olmaktan sermaye iktidarının bir aparatı olmaya doğru talihsiz bir tersine evrim geçirmiştir. Ancak, Türk-İş’in hazırladığı gıda harcamaları endeksinin, Haziran ve Kasım aylarında yüzde 1’in altında artışla açıklanması da, tam da ücret düzeylerinin belirlendiği bu aylarda, bu konfederasyonun sermayenin ve iktidarın işini kolaylaştıracak bir manipülasyona ne kadar yatkın olduğunu göstermiştir. Üstelik Kasım 2024’te TÜİK’in gıda enflasyonu endeksi bile yüzde 5,10 iken! Buna bizzat konfederasyon üyelerinin tepki vermesi gerekirdi…

Peki Türkiye’nin bu fiilen en kapsamlı toplu sözleşmesi niçin resmen bir TİS kapsamına alınmamaktadır? Çünkü o zaman işçileri sadece TÜRK-İŞ’in temsil etmesi kabul edilemez. Bütün işçi konfederasyonlarının katılması ve iktidar-işveren karşısında en azından eşit oy hakkıyla temsil edilmeleri gerekir. Daha önemlisi, grev hakkını da içermesi gerekir. Bu hakkın kullanımı sorunlu olabilir; ama en azından sokağın tepkilerinin Komisyona ulaşmasının mekanizması kurulmalıdır. Mevcut durumda TÜRK-İŞ (zevahiri kurtarmak adına) en fazla muhalefet şerhi koyabilmektedir, onun da bir hükmü bulunmamaktadır. Ancak asgari ücretin bir TİS kapsamına alınmasını veya hatta asgari ücretin yüksek belirlenmesini birçok sendika yöneticisi de istemez; bunun kendilerini işlevsiz bırakacağını düşünürler. Eh o zaman asgari ücretin kapsamını daraltacak teşmil uygulamasını savunsunlar! 

Metal iş kolunda yeniden grev yasakları

Denilebilir ki, asgari ücret TİS kapsamında belirlenseydi ne olurdu ki, nasıl olsa Türkiye’de grevler fiilen yasakken! Grev hakkının kullanımının sermaye-iktidar işbirliğiyle gerçekten kullanılamaz duruma getirildiği doğru. Bunu metal iş kolundaki son grev yasaklarıyla bir kez daha deneyimlemiş olduk. Üstelik “grev ertelemesi” ifadesi altında grev yasağının perdelenmek istenmesi de cabası. Çünkü erteleme süresi sonunda sendika, sermayeyle uzlaşmak veya Yüksek Hakem Kurulu’na gitmek dışında seçeneğe sahip olamıyor. (Bkz. Aziz Çelik, “AKP grev yasaklama şampiyonu”, Birgün 16.12.2024). (Bu bağlamda, Birleşik Metal-İş sendikasının bugünlerde MESS-iktidar işbirliğiyle grev hakkından mahrum bırakılmasını şiddetle kınıyor ve tüm emek güçlerini dayanışmaya çağırıyoruz).

Hangi düzeyde bir asgari ücret?

Öncelikle hedef enflasyon mu yoksa gerçekleşen enflasyon mu kısır döngüsünden kurtulmak gerekiyor. Hedef enflasyon deseniz, TÜİK’in yüzde 17,5, TCMB’nin yüzde 21 hedefi var. Ama artık yüzde 25’in altını konuşan yok, ki o da 21.275 TL eder. Gerçekleşme tahminlerine bakarsak, TÜİK yüzde 41,5 demişti OVP’de. Ama Kasım’da bile yüzde 42,91 oldu. Demek ki yılsonunda yüzde 45-46 olacak. Yüzde 45’i alsak, 24.653 TL eder. 21.275 veya 24.653, hangisi olursa olsun asgari ücretliyi keser mi? Kuşkusuz hayır.

TÜİK’in bir başka gerçekleşme tahmini daha var: TÜFE’de 12 aylık ortalama artış tahmini OVP’de yüzde 60,9 olarak belirlenmiş. Kuşkusuz aşılacak, çünkü Kasım’da bile yüzde 60,45 oldu. Her durumda, asgari ücretin bir yıllık enflasyon aşındırmasını buna göre karşılasaydık, 27.356 TL düzeyinde bir asgari ücrete varırdık. Bunu 2025 için TÜFE 12 aylık ortalama tahmini olan yüzde 33,9 ile çarpsaydık, 2025 Ocak ayında 36,630 TL’lik bir asgari ücret düzeyine ulaşırdık.

Bu düzey, DİSK’in de başlangıç için talep ettiği miktar civarında. DİSK, bir ailede iki asgari ücretlinin toplam gelirinin 72 bin TL’lik yoksulluk sınırına ulaşmaya imkan vermesini esas alıyor, ki bu da şu an için 36 bin TL olarak beliriyor. DİSK haklı olarak bugünkü enflasyonist ortamda rakam telaffuz etmiyor; asgari ücretin yoksulluk sınırının yarısına endekslenmesini savunuyor.

Bütün bunlar kuşkusuz gerçekleşmeyecek. Ama mücadelenin nereden başlatılması gerektiğini göstermesi bakımından en azından TÜRK-İŞ’e mesaj oluyor.