Amerikancı İslam

Oğuz Oyan'ın “Ameriakncı İslam” başlıklı köşe yazısı 6 Aralık 2012 Perşembe tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

“Ilımlı İslam”, bir metafordan ibarettir. Doğrusu, “Amerikancı İslam”dır. Dünya hegemon gücü iddiasını sürdürmek isteyen ABD, coğrafya ve demografi üzerindeki denetimini mümkün olduğu kadar genişletmek ve derinleştirmek ister. Ortadoğu’yu ve enerji kaynaklarını kontrol etmeli ve yükselen hegemon adaylarına kaptırmamalıdır.

Emperyalizmin kavramsallaştırdığı “ılımlı İslam” metaforu tüm Amerikan dostu rejimleri, Türkiye’den Suudi Arabistan’a kadar aynı potada toplar. Bu bakımdan örneğin S. Arabistan’ın, ABD güdümünde olduğu sürece, İran rejiminden daha radikal bir İslami rejimi temsil etmesi hiçbir rahatsızlık yaratmaz. “Suriye’ye demokrasi götürmek” iddiasının gülünçlüğü de önemli değildir bu ikiyüzlülüğe kendi toplumundan veya Batılı müttefiklerinden ciddi bir itiraz gelmedikçe sorun bile sayılmaz.

Türkiye gibi ciddi bir cumhuriyet devrimi geçirmiş toplumlarda devrim yıkıcılığına ve yeni rejim inşasına soyunan azınlık dinci radikalliğin tutunabilmesinin yolu da dış güçlerden destek almasından geçer. Dolayısıyla AKP türü partiler doğaları gereği teslimiyetçidir.

Teslimiyet, ortak çıkar işbirlikçiliğiyle de desteklenebilir. ABD ve AKP’nin ortak düşmanı, bağımsızlıkçı bir duruşu bayrak yapan cumhuriyetçilerdir, Kemalistlerdir, soldur. Bu nedenle Ergenekon ve Balyoz saldırılarıyla her türlü muhalefeti sindirmek ve bağımsızlıkçı reflekslerini kaybetmeyen TSK’yı hizaya getirmek ortak bir projedir.

“Hegemon güce yaslanarak güç yansıtma” ve “bölgesel güç” olma sevdalısı bir iktidar ile bölgede taşeron askeri güçleri yedeklemek isteyen hegemon güç arasında ortak çıkar işbirliğinin bölgesel tezahürleri de ortaya çıkabilecektir. (Haddini aşan bölgesel güç sevdalısına ayar vermek de ittifakın tabiatına uygundur).

Aslında, dış teslimiyet ve işbirliği üzerinden kendi ülkesinde yeni bir rejim inşa sürecine girişenler, içerdeki hakimiyetlerini tam konsolide edemedikleri sürece -ki bu çok zordur- dayandıkları dış gücün/güçlerin elinde siyasi rehine durumundadırlar. Eğer dış sermayeye aşırı bağımlı kırılgan bir ekonomi söz konusuysa, buna ekonomik anlamda rehine olmak da katılabilir. Bunlar nesnel bağımlılık ilişkileri yaratır.

Bir de daha öznel bağımlılık/rehinelik ilişkileri peydahlanabilir. İktidar partisinin lideri ve etrafı için, uygun zamanlarda kullanılabilecek dosyalar biriktirilir. Deniz Feneri davaları veya gizli İsviçre hesapları gibi kamuoyuna yansıtılmış olanlar yanında sıradan fanilerin bilmediği dosyalar buzdağının görünmeyen yüzü gibidir.

İktidar koalisyonunun kanatları arasındaki dengeler de iktidarı hizaya getirmenin bir aracı olarak kullanılabilir. İktidar sahipleri kadar iktidarın fiili ortakları da hegemon ile “vasalite” ilişkisi içine sokulur. Fethullah Gülen AŞ, ekonomik ve siyasi çıkarları bakımından (ayrıca yaşadığı fiziki mekan bakımından) hegemonun rehinesidir aynı zamanda Erdoğan iktidarına ayar vermenin manivelasıdır. (Bazen de tersi)

Kuşkusuz müdahaleler siyasi iktidarla sınırlı değildir. Muhalefet partileri de ABD çıkarları doğrultusunda şekillendirilmek istenir. Türkiye’de hem CHP’nin hem MHP’nin kasetlerle sarsıldığı biliniyor. Kasetlere maruz kalanlar -veya maruz kalabileceği hissettirilenler- bu kasetlerin devamı olduğu korkutmacasıyla, dış destekli karanlık güçlerin siyasi rehinesi durumuna düşürülürler.

Ele geçirme/karıştırma/yönlendirme operasyonları muhalefet içine adam sızdırmakla da olur. Truva atlarının kullanım süresi kısa veya uzun olabilir. Partiyi ele geçirme gibi iddialı hedefleri dahi olabilir. Bunlar amacına ulaşabilir veya ulaşmayabilir. Ama mutlaka yedekte tutulurlar.

2002’de koalisyonun dağıtılması böyle içerden sağlanmıştı. Aynı hareketin devamı, 2004 yerel seçimlerinde başarısız kalması beklenen CHP’yi ele
geçirmeye yönelmiş ama başarısız olmuştu. CHP’yi köklerinden kopararak liberalleştirme ve ABD örneğindeki gibi sistemin simetrik ikizi haline getirme girişimleri bugün durmuş olabilir mi?