Yarı-ömrümüz ve sınıfımızın onuru

Yarım insanlarız biz. Hayatımızın yarısını, diğer yarısını insan gibi yaşayacağımız umuduyla patrona satmış insanlarız. Bu yarı-ömrü daha yüksek bir fiyata satma umuduyla üniversite sıralarında dirsek çürütmüş; final, proje haftalarında günde iki saat uykuyla yaşamayı öğrenmiş insanlarız. Ve şimdi, yabancılaştığımız o yarı-ömür kendiliğinden kasılıp gevşeyen, kontrol edemediğimiz hareketler yapan bir uzuv gibi bulantı verici biçimde hayatımızın ortasında duruyor. Biz ise ömrümüzün hala iyi kötü bize ait olan yarısını onun etrafında şirin mi şirin, güzel mi güzel inşa etmeye çalışıyoruz.

İnsanda vücudunun bir parçasının ona ait olmadığı hissi uyanırsa, o parçayı kopartıp atası gelir. Peki, ya o parça bedeninin bir uzvu değil de ömrünün bir kısmıysa?

Pazartesi sendromunun özü bu. Salı günleri çalışmayan bir dostumun “haftada iki kere pazartesi sendromu yaşıyorum” demesinin sebebi de…

Emeğimize yabancılaşmaktan kaçış yok; ücret karşılığında sattığımız anda ona yabancılaşırız ve yaşayabilmek için çalışmak zorundayız. Bu yabancılaşmayı duygusal aldatmacalarla yumuşatmanın sonu hep hüsrandır. “Sevdiğin işi yapmak” teraneleri de, alengirli kariyer hayalleri de er geç patronun kâr hesabının soğuk sularında boğulur. Dolayısıyla yabancılaşmanın bilincine varmak, kendimizi patronun ortağı ya da kankası zannetmemek bizi en azından hayal kırıklığından korur.

Ama kurtarmaz.

Bugün milyonlarcamız hala yaşadığı hapishane hayatını çekilir kılmak için hücresinin duvarlarını süslüyor. Ofisteki masasına sevdiklerinin, iş bilgisayarının masaüstüne doğa harikası tatil beldelerinin fotoğraflarını koyuyor. Bunu yapmayan, görece bilinçli milyonlarcamız ise hücre duvarında her dört dik çentiği bir yatay çektikle bağlayıp gün sayan mahkûmlar gibi hafta sonunu bekliyor. Pazartesi işe nefret ede ede gidip, Cuma (hatta genelde Cumartesi) burnundan soluyarak çıkıyor.

Ve sonuç değişmiyor. Bu iki insandan hiçbiri, diğerine göre hapisten daha erken çıkmayacak.

Esaretin Bedeli’nin IMDB’de tüm zamanların en beğenilen filmi olmasının sebebi şaşırtıcı finali değil, hapisten kurtulma ihtiyacın evrensel olması. Hücresinin duvarını süslermiş gibi yapıp arkasına tünel kazan, patronu haline gelmiş hapishane müdürünü kandıran ve sonunda mahveden muhasebeci Dufresne, hepimizin olmak istediği insan. Ne var ki, hep birlikte içine yaşadığımız kolektif hapishanemizin (ki, adı kapitalizm) yontula yontula delinecek bir duvarı yok.

Bu yüzden bize bir toplu kaçış planı lazım. Bir isyan…

Bunun ilk adımı yabancılaşmanın bilincinde olmak ama onu kabullenmemek; zira hayatımızın böylesi büyük bir kısmı bize ait olmadığı müddetçe, gerisini güzel yaşamanın yolu yok. Bu yüzden hala öğrencilik yıllarında dinlediğimiz şarkılar, izlediğimiz filmler, okuduğumuz kitaplar benliğimizde bambaşka bir yere sahip. Çünkü onları deneyimlerken daha yarı-ömrümüz elimizden alınmamış; hayatımız, emeğimiz, aklımız ortadan ikiye yarılmamıştı. Deneyimsizdik, yaşam karşısında beceriksizdik belki, ama tam insandık. O yılların anıları hep capcanlıyken, geçtiğimiz hafta ne yaptığımızı hatırlamıyor olmamızın sebebi bu.

Ve mücadeleyi tam buraya, hayatımızın sattığımız saatlerine, ofise, plazaya, fabrikaya taşımadan, kurtuluş yok. Çünkü mücadele hayatımızın “bize ait” kısmıyla sınırlı kaldıkça, hem oraya biçtiğimiz kıymetten dolayı savunmadan ibaret kalıyor; hem de esaretimizin sebebi olan patron sınıfına gerçek bir zarar veremiyor, o yere batasıca kârlarına dokunamıyoruz. Yaşam tarzımızı, laikliği, cumhuriyet değerlerini savunuyor ama bir türlü savunmadan çıkıp kavgayı bu değerlerin yıkımından kazanç sağlayanların sahasına taşıyamıyoruz.

Bu yüzden, 1 Mayıs’ta Komünist Parti kortejinde taşınan, Ensarcısından Ahmet Hakan’a yobazların alayını çileden çıkartan “İmam Hatipler Kapatılsın” pankartı çok değerli, ama bu mücadelenin sonuç alması için şu pankartı yanından hiç eksik etmemek gerekiyor:

“Sınıfımızın onuru” durduk yerde var olan bir şey değil. Onu, boyun eğmeyerek, duvara çentik atıp gün saymayarak ve emeğimizi geri almak için mücadele ederek inşa edeceğiz.

Bunun için muhtaç olduğumuz kudret ise devinimin içinde saklı. Çok basit: Pazar günü 1 Mayıs’a giden işçiye sorun; size bu hafta pazartesi sendromu yaşamadığını söyleyecektir. Çünkü bir gün emeğinin kendisine ait olabileceğini biraz olsun hissetmiştir.

[email protected]
@nevzatevrimonal
www.facebook.com/nevzatevrimonal