Tutunacak ne kaldı?

Başlarken not: Bu yazı, Murat Uyurkulak’ın son kitabı Merhume’nin bir eleştirisi olarak okunabilir; değildir.

Aptallaşma, aymazlık ve bunlardan üreyen dayanılmaz çürüme… Her gün, sokağa her çıktığımızda, haberleri açtığımız her an karşımızda. Devlet kuralsızlaştıkça, “millet” de kuralsızlaştı. Devlet aptallaştıkça, milleti de aptallaştırdı. Devlet çürüdükçe, milleti de çürüttü ve sonunda, diktatörün her fırsatta aşağıladığı kabile devletlerinde yaşanmayacak rezillikler sıradanlaştı. İnsanlık öyle terki diyar eyledi ki ülkeden, islamcı bir karikatür dergisinde Berkin Elvan dişleri sivri, gözü dönmüş bir canavar olarak çizilip, yanına da alnından ok çıkartılıp “tekkaş” diye açıklama yazılabiliyor.

Ve bu ortamda insan kalmaya çalışan biz, Umut Sarıkaya’nın “Toplum Gergin” karikatüründeki gibi burnumuzdan soluyarak geziyor; her akşam kendimizi eve ya da gettolaşıp sıkıştığımız “modern mahalle”mize zor atıyoruz. Bilhassa son günlerimiz sosyal medyada, üç yıl önce bugün Taksim’de görkemli bir halk ayaklanmasına dönüşen Haziran Direnişi’ni anmakla geçiyor ama dileklerimiz “ah keşke bir daha olsa”dan öteye geçmiyor. Şahit olduğumuz her alçaklıkta umudumuzdan bir parça daha kopuyor. Bu ülkede tutunabileceğimiz her şeyin elimizden kayıp gittiğini düşünüyoruz. 

Ve umudu yeşertmenin bir yolunu bulamadıkça, biz de çürüyoruz.

Yazdığı Merhume’de çukurun dibini bulmak için var gücüyle kazmış Murat Uyurkulak; kendimizi toplamazsak hepimizin varacağı sonu gösteriyor. Okudukça öfkelendim; ama yazardan ziyade bize De Sade’ın postmodernize edilmiş bir kopyasını roman diye kakalamaya çalışan toplumsal düzene. Çöküntünün edebiyatı, çürümenin estetiği, uygarlığın yıkıntılarında yitirdikleri değerlere bir yas tutup bin lanet ederek gezinen yamru yumru insanların öyküleri… Merhume’nin sayfalarında insanlık Ekşi Sözlük ekşiliği ve İnci Sözlük ağzıyla, elbirliğiyle kazdığı lağım çukurunda debeleniyor; arada bir yerde ise Uyurkulak kazma sallamaya ara verip çukurun dibinden bağırıyor: “Nazizmi yenen Kızıl Ordu, onbinlerce kadına tecavüz etmiş bir çapulcu sürüsüydü” diye.

O çukurun dibine böyle varıldı; insanlığın zaferlerine, değerlerine, güzelliklerine sırt çevrilerek, çamur atılarak. Ve kazmaya devam edildiği müddetçe hep daha kötüsüne, hep daha iğrencine ulaşılacak.

De Sade da buna benzer bir çürüme çağında yazıyordu, hatta yazdıkları yüzünden hapsedilmişti. Devrim onu hapisten çıkartıp Kurucu Meclis delegesi yaptı; hatta mahkemelerinde yargıçlık görevi verdi. Ama sene 1793’e gelip de, tarihin önünden güzellikle kaldırılamayacağı anlaşılan engeller giyotinle temizlenmeye başladığında, aristokrat eskisi “vatandaş Sade” yan çizdi. Ona göre bir orgazm uğruna şiddet, işkence mubahtı; ama halkın onurlu, devrimci öfkesini paylaşacak bir insanlığı kalmamıştı.

De Sade’ın sırt çevirdiği devrim sonunda boğuldu. Devrimi boğan Napolyon, De Sade’ı da tekrar içeri attırdı. Sadizmin isim babası, hayatını bir akıl hastanesine beş parasız tamamladı. Son nefesine kadar da kız çocuklarının peşinde dolandı.

Kuşkusuz ki bu öyküde, her liberal için alınacak bir ibret var.

Tarihin güzelliklerine, insanlığın büyük başarı ve eserlerine sırt çevirenler, insanlıktan da istifa eder. Onlar için yapılabilecek bir şey yok. Ne var ki bugün, bu bataklıkta insan kalmayı başaramayan herkes boğulacak. Bu yüzden çırpınır gibi güzellik peşinde koşuyor, kedi yavrusu videolarıyla avunmaya çalışıyoruz. Ama böyle kolay kurtuluş yok. Bataklığı kurutmazsak çırpındıkça batacağız ve sonunda küfünde, leşinde, sıtmasında boğulacağız. 

Tutunabileceğimiz tek bir şey kaldı: İnsana inanç, tarihe güven ve bu ikisinden beslenen mücadele.

Son olarak: “Mücadele ettik de ne oldu?” sorusu, bugünlerde her Gezi anmasının dile getirilmeyen refakatçisi. Oysa doğru soru “etmezsek ne olacak?” Olacak olan şu: Mücadeleyle bir şey kazanılmayacağına inanan, er ya da geç mücadelesiz bir şeyler kazanılacağına da inanır. Sadaka kültürüne biat eden yoksullarla kalemini şeriatçılara satan liberal, bu aşağılık düşüncede buluşuyor. İslamcılığın ülkeyi çürütmesini sağlayan hastalıklı düşünce bu ve mücadele etmezsek, aynı düşünce hepimizin kişiliğini, insanlığını çürütecek.

Bu ülkede mücadele etmek, insan kalmanın tek yolu artık.


[email protected]
@nevzatevrimonal
www.facebook.com/nevzatevrimonal


Bitirirken Not: Yarın (1 Haziran) saat 17.00’de, 8. Kadıköy Kitap Günleri çerçevesinde Haydarpaşa Garı’nda, Yazılama Yayınevi’nin konuğu olarak “Türkiye’de Aydınlanma ve Laiklik” konusunu tartışacağız. Bekleriz.