Türkan Hoca’dan öğreneceğimiz…

Şahsen tanıma fırsatım olmadı Türkan Hoca’yı. Sadece bir kez, bir başka pırıl pırıl aydınlanma kadınının, sevgili hocam Türkel Minibaş’ın cenazesinde gördüm. Üç ay sonra o da aramızdan ayrılacaktı. On yedi yıldır kanserle mücadele ediyordu ve herkes sağlığının iyi olmadığını biliyordu. Geldiğinde “Türkan Saylan geldi” diye, saygılı ama şaşkınlık belirten fısıldaşmalar olmuştu.

Cenaze İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü avlusundan kalkıyordu. Türkel Hoca’nın başında Türkan Hoca “hangi güç onu bu genç yaşta aramızdan aldıysa, ben onun karşısındayım” şeklinde özetlenebilecek kısa bir konuşma yapmıştı. 

Bayrağa sarılı Türkel Hoca, yanında hastalığına rağmen dimdik duran Türkan Hoca o avluya, az sonra sırf Türkan Hoca’nın sözlerine yanıt için sırıta sırıta helallik isteyecek alçak imam ne kadar yakışmıyorsa, o kadar yakışıyorlardı.

İki ay sonra gerici hayvanlar evini talan ettiler Türkan Hoca’nın, üç ay sonra ise Türkel Hoca’mın peşinden gitti.

Yarın, yedi yıl olacak.

Türkel Hoca’mın ardından bir vesileyle şunları yazmıştım: “Cumhuriyet aydınlanmasının, tüm eksikliklerine rağmen ne denli değerli olduğunu; cumhuriyet tarihinden bu aydınlanmanın sökülüp atılması halinde geriye anlamlı ve uğrunda kavga verilmeye değer hiçbir şey kalmayacağını onunla olan sohbetlerimizde apaçık görme fırsatı buldum.” Onu değil de Türkan Hoca’yı yakından tanısaydım, aynı izlenimleri edinmiş olacağımı düşünüyorum.

Öte yandan, Türkan Hoca hakkında beni en çok etkileyen anekdot laiklik ya da aydınlanma mücadelesiyle doğrudan alakalı değil. Türkan Hoca aynı zamanda Türkiye’de cüzzam hastalığının yenilmesini sağlamış kişi ve bunu, kendi hocaları onu cüzzamlılar hakkında “sakın dokunma onlara” diye uyarmış olmasına rağmen başarıyor. Bu uyarı onda korku ya da tiksinti değil, sorumluluk duygusu tetikliyor; cahil cesareti gösterdiği için değil, bilimin her soruna çözüm bulabileceğine dair sarsılmaz bir inancı olduğu için. Üstelik o tarihte cüzzamın tedavisi çoktan bulunmuş ve tek gereken birinin elini taşın altına koyması. Türkan Hoca bunu yapıyor, doğanın öcülerinden birinin karşısına bilimle dikiliyor ve hiç tiksinmeden cüzzam karanlığını yeniyor.

Şimdi, bu öykünün yanına, açlıktan ölmek üzere olan Somalili çocuğun kafasını tiksinerek okşayan, ardından da elini silmek için ıslak mendil isteyen Emine Erdoğan’ın korku dolu cehaletini koyun. İkisi arasındaki mide bulandırıcı, vertigo hissi uyandıran uçurum, ülkemizin ortasından geçen fay kırığıdır.

Türkan Hoca, onu yaratan Cumhuriyet aydınlanması için “ne güzelmiş, sefasını süreyim” demeyenlerdendi. Daha 1989’da, “Tehlikenin Farkında Mısınız?” manşetlerinden on beş yıl önce yaklaşmakta olan karanlığı görmüş ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin kurucuları arasında yer almıştı. Şeriatçı köpeklerin en kara nefretine, en alçakça iftiralarına ve hakaretlerine mazhar olmasının sebebi buydu: Türkan Hoca, teslim olup “bir daha gel, gel Samsun’dan” temennileriyle, sızlanmalarıyla ömrünü tüketmemiş, bu topraklarda aydınlanmayı islamcı karanlığa karşı militan bir güç olarak örgütlemiş, cüzzamın karşısına nasıl bilimle dikildiyse gericiliğin karşısına da örgütlü ilericilikle dikilmişti. Bunun için de öncelikle genç kadınları örgütlemişti, çünkü islamcılık galebe çaldığında özgürlüklerini ilk kaybedecek olan onlardı.

Bugün aynı görev bizi bekliyor, ama bir farkla: Kurtarılacak bir cumhuriyet kalmadı ve yerine kendisi de, tüm yaptıkları da yıkılması gereken bir diktatörlük kuruldu. Bu diktatörlük, devletin tüm kurumlarını kanser gibi sarıp çürüttü. Aydınlanmacı insanların kıymetlisi Cumhuriyet gazetesi dahi cumhuriyetin yıkılmasına çanak tutan liberallerin yuvası haline geldi.

Bu karanlıktan çıkış için kendimizden başka güvenebileceğimiz kimse yok. Ama bunun için, iki büyük yenilgi ve önümüze sürülen onca sahte umudun yarattığı hayal kırıklığını kenara koymamız gerekiyor. Biz bu ülkenin “zinde güçleri” falan değil, aydınlanmış emekçileriyiz. Cumhuriyet mitinglerinde, Tekel eylemlerinde, Haziran Direnişi’nde islamcı karanlığa boyun eğmeyeceğimizi gösteren milyonlarız. Biz olmadan Türkiye yok, ama başına çöreklenmiş yobazlığı yenene kadar da bu ülke cennetimiz değil cehennemimiz.

Karanlık zifiri ve içinden çocuk çığlıkları geliyor. Ama Türkan Hoca’dan öğrenebileceğimiz onlarca şeyden en önemlisi, hiçbir karanlığın aydınlatılamayacak kadar kesif olmadığıdır.


[email protected]
@nevzatevrimonal
www.facebook.com/nevzatevrimonal