Pal Sokağı Çocukları

Bu hafta size çocukluğumdan bir öykü anlatmak istiyorum. Sizin başınızdan da bir benzerinin geçtiğini umarak…

Geçtiğimiz hafta iş gereği Budapeşte’deydim ve doğal olarak arta kalan zamanda kendimi sokaklara attım. Şehrin tarihi iki bin yıldan eski ve pek çok Orta Avrupa başkenti gibi saraylarıyla kiliselerinin mimarisi pek ihtişamlı, parkları ve müzeleri de pek gezilesi. Ama ilk fırsatta aramaya çıkıp uzun bir yürüyüşün ardından bulduğum, turist rehberlerinde pek yer almayan güzellik, Práter Sokağı No.12’nin önünde kaldırımdaki heykeldi. Misket oynayan Pal Sokağı Çocukları ve onları izleyen, birazdan misketlerine el koyup büyük bir savaşı başlatan ilk kurşunu atacak olan Pastor Kardeşler'in heykeli.

Ferenc Molnar'ın eserini Türkçe hocamız bize altıncı sınıfta, üst üste birkaç derste, bir tefrika roman gibi okumuştu. O birkaç hafta, nefret ettiğim Türkçe dersini iple çeker olmuştum. Sıraya yapışır, gözlerimizi hocanın elindeki kitabın resimli kapağına diker, oyun oynadıkları arsayı savunmak isteyen Pal Sokağı Çocukları’nın; bilhassa da içlerinden en küçüğü, herkes rütbeliyken er olan Nemeçek’in öyküsüne, o öyküden gözümüzün önünde canlanan sahnelere dalar giderdik.

Ben yurtseverliği ne öykülerinde küçücük çocukları vicdan azabından kıvrandırıp bize parmak sallayan ruh hastası Ömer Seyfettin’den, ne de emperyalistlerin zorla sömürgelerden Çanakkale’ye ölmeye getirdiği çaresiz insanlardan “sırtlan kümesi, yamyam” diye bahseden insan düşmanı Mehmet Akif’ten öğrendim. Bana yurtseverliği öğreten, Molnar'ın yarattığı küçük Nemeçek'ti. Oyun oynadığı arsayı, misketlerine el koyan zorbalara karşı savunan Nemeçek. Victor Hugo’nun Gavroche’una, Tarkovskiy’in Ivan’ına, ama hepsinden fazla bir Pazar sabahı, 16 Haziran 2013 Pazar sabahı kahvaltı için ekmek alınması gerektiğinde "anne sen çıkma, polis filan var, ben alır gelirim" diye gaz bombalarının uçuştuğu sokağa fırlayan Berkin’e, Berkin’imize benzeyen Nemeçek… 

Çünkü yurt ne idüğü belirsiz, niye oradan çizilip de iki adım öteden çizilmediği belli olmayan bir sınır çizgisinin beri tarafında kalan coğrafya değil. Yurdumuz, çocukluğumuz; anılarımız, sokaklarımız, meydanlarımız, parklarımız, kentlerimiz. Bugün tanıyamaz hale geldiğimiz, alçak islamcıların kirleterek, yıkarak, ucubeye çevirerek işgal ettiği, elimizden almaya çalıştığı şey yurdumuz.

Bu yüzden Türkçe öğretmenimi sevgiyle anıyorum. Bir sınıf dolusu çocuğa o birkaç derste çok ama çok değerli bir şey kattı. Ayak bastığımız sokakları ve kitapları, öyküleri sevmeyi öğretti. Sadece bu yüzden dahi, kendimi şanslı hissediyorum. En azından ben okurken, "okumak" kıymetliydi. Öğretmenler elimizde kitap gördüğünde “ne okuyorsun bakayım” diye şüphelenmez, sevinirdi. Şimdi eğitim sistemine çöreklenmiş hödükler ise "bu kitaplar Kuran'la aynı şeyi söylüyorsa gereksiz, farklı şeyler söylüyorsa küfürdür; yakın hepsini!" diyenle aynı ümmete mensup. On yıldır üniversite hocasıyım. Ders anlattığım sıralara oturan gençler arasında, tek bir roman dahi okumamış olanların sayısı her yıl artıyor.

Hominem unius libri timeo, çünkü nasıl tek fikri olan insan fikirsizse, tek kitabı olan ve yalnızca o tek kitaba iman eden de, onu başka hiçbir kitapla karşılaştıramadığı için, kitapsızdır.

Ve insanlığa en büyük kötülüğü hep cahillerle onları kullananlar verir.

Onlar bu ülkenin çocuklarının bayramını, 23 Nisan'ını çaldılar. Çünkü çocuk ve bayram dendiğinde akıllarına sadece harçlık için el öpüp, büyüklerine sadaka kültürüne göre boyun eğmeyi öğrenen çocuk geliyor. 

Rant için kentlerimizi, parklarımızı, sokaklarımızı çaldılar. Kendi ikballeri için geleceğimizi çaldılar. Bu yüzden büyüyüp akılları erdiğinde "ne hale getirmişsiniz ülkemizi" diye hesap soracak yeni nesillerden ölesiye korkuyorlar. Çünkü işe o çocukların hayallerini çalarak başladılar, zamanla bu alçaklığı sonuna kadar götürdüler ve artık bedenlerine göz dikmiş durumdalar.

Biz şanslıydık. Kitaplarla, kitaplı büyüdük. Ama çocuklarımızın elinden bu şansı alıyorlar.

Bir öğretmen ve bilim insanı olarak bu satırları yazmaktan hicap duyuyorum ama çocuklarınızı bugünkü eğitim sisteminden sakının! Onları, akıllarını hurafelerle dolduracak, hayallerini kirletecek, bedenlerine el uzatacak yobazlara teslim etmeyin. Onları koruyun ve insanlığın güzellikleriyle, mesela Pal Sokağı Çocukları’yla tanıştırın. 

Ve gelin, bu güzelliklere yaslanarak, dinci karanlıktan hep birlikte hesap soralım. Soralım ki, artık bizden çaldıklarını geri alalım.

Faiziyle. 

 

[email protected]

@nevzatevrimonal

www.facebook.com/nevzatevrimonal