Ne değişti, ne değişecek?

İki yıl önce bugünlerde AKP gericiliğinin sırtımıza geçirmeye çalıştığı deli gömleğini yırtmış, kent meydanlarını doldurmuştuk. Karanlığın püskürtülebileceğini, diktatörlüğün kadiri mutlak olmadığını hem görmüş, hem herkese göstermiştik. Havada biber gazı olmasa da ara sıra gözlerimiz doluyor, yıllardır birlikte olduğumuz sevgililerimize ilişkimizin ilk günlerindeki gibi sarılıyorduk.

Özgürlük sarhoşuyduk.

Ardından kâbus gibi iki yıl geldi. Evlerimize çekildik, yaralarımızı sardık ve ölülerimizin yasını tuttuk. Öfkemiz çaresizliğimize sıkışıp boğazımıza düğümlenmiş, gözlerimiz dolar ama yaşlarımız akmaz olmuştu. Ve biz bu halde burnumuzu çeke çeke günü geldiğinde nasıl hesap soracağımızın hayalini kurarken; direniş günlerinde Meclis’i boşaltmayanlar, bize darbeci iftirası atanlar, diktatörü devirebilecek o halk ayaklanmasından vebadan kaçar gibi kaçanlar AKP’yi sandıkta geriletme projeleriyle çıkageldiler. Önümüze her biri bizi diğerinden daha az temsil eden adamları sahte mesihler olarak koydular ve “bu beni temsil etmiyor” dediğimizde “halk”ın bize değil kendisine hitap edecek insanlara oy vereceğini söylediler. Sanki biz halk değildik, bu topraklara yabancıydık ve sırıtışı sırtlana benzeyen Sarıgül, faşist eskisi Mansur ve islamcının okumuşu Ekmel ed-Dîn halk çocuğuydu.

Bu, öz gücümüze ve insanlığa olan güvenimizi kırmak için bir taktikti ve tuttu. Her yenilgide biraz daha yıldık ve yılgınlığımız başka bir sahte mesih projesinin malzemesi oldu. Gezi’ye bakıp şahin gözleriyle darbe girişimini hemen fark etmiş olan Salâh ed-Dîn başkan güneş gibi doğudan yükseldi ve yenilginin yorgunluğuyla tava gelmiş isyanımızı mahir bir demirci gibi dövüp şekle sokmaya geldi.

Peki, bu iki partiden birine oy versek, ne değişecek?

CHP’nin kampanyası bir ekonomi planı ve, aklı başında bir ülkede alay konusu olur ama garantörü Kemal Derviş. Hani şu 2001 krizinde birikmiş borcu tahsil etmesi için, koltuğunun altında Dünya Bankası’nda hazırlanmış bir başka planla buraya gönderilen; biz işlerimizi birer ikişer değil biner biner kaybederken memlekette ne varsa satıp savıp borcu çeviren; getirdiği yağma planının uygulaması AKP’li yılların içine kadar uzanan, bugün adı unutulmuş bir başka sahtekâr olan Unakıtan’a “sattık sattık bitmedi” dedirten Kemal Derviş. Halkın bankalara borcunun 150 milyar dolara yaklaştığı, dış borcun 400 milyar doları aştığı ülkenin ekonomisini ancak Derviş gibi bir tahsilâtçı yönetebilir diye düşünüyorlar herhalde; ama yazarı Derviş olan bir plandan biz emekçilerin payına ne düşeceği belli. On beş yıl önce battığımız bataklığa tekrar kendi ayağımızla girmenin âlemi yok herhalde.

HDP’nin kampanyası ise halkın birikmiş öfkesini sisteme değil, AKP’ye dahi değil, Erdoğan’a odaklıyor ve onun kudurmuş gericiliğinin yerine ılımlı islamcılık öneriyor. Bunun o denli çok örneği birikti ki, artık sayıp dökmenin anlamı kalmadı; Alevilerden oy isteyip “benim Kâbe’m insandır” diyemeyen bir adamdan bahsediyoruz. Yine de müsaadenizle tek bir olgu üzerinden bu seçeneğin faydasızlığını göstermeye çalışacağım.

Salâh ed-Dîn başkanın memleketi Elazığ’ın Bulgurcuk Köyü’nde 7 yıl süren toplu tecavüz ve pedofili rezilliğin ardından ne kadar HDP destekçisi solcu yazar varsa “islamcıların ne mal olduğu görün, 2011 seçimlerinde Bulgurcuk’ta tüm oylar islamcı partilere çıkmış” diye meselenin üzerine atladı. Gerçekler aydın insanın namusudur ve görmezden gelemeyiz. Bulgurcuk’ta 2011 yılında Kürt hareketinin adayı olmadığı için oylar islamcı partilere dağılmış; ancak 2002’de 772 geçerli oyun 220’sini, 2007’de772 geçerli oyun 85’ini, 2009’da 596 geçerli oyun 80’ini, 2014’de 520 geçerli oyun 117’sini ve son olarak aynı yıl Salâh ed-Dîn başkanın bizzat aday olduğu Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde (hemşehrilik bağının da etkisiyle olsa gerek) 444 geçerli oyun 136’sını Kürt siyaseti almış.

Yanlış anlaşılmasın veya çarpıtılmasın: Bir HDP seçmeninin dahi bu korkunç suçun faillerinden olduğunu iddia etmiyorum. Ama bu durum, Kürt hareketinin ülkenin en hassas meselelerinden biri olan, islamcılıktan beslenen kadın düşmanlığı konusunda etkisizliğinin göstergesidir. Bu etkisizlik Erdoğan’a “sen o Kuran’ı Kürdistan’da değil İzmir’de salla” diyecek kadar alçalan Altan Tan gibi gericilerle ittifakının sonucudur. HDP bu ittifakın adıdır. 2014 Yerel Seçimlerinde Türkiye Komünist Partisi’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Aydemir Güler, HDP’den rakibi Sırrı Süreyya Önder’e “artık ayet okumaktan vazgeç. Sen ayet okudukça Kürdistan'da Kürt kadınları töre cinayetlerinde katlediliyor” uyarısında bulunmuştu. O zamandan bu zamana HDP düzelmedi, beter oldu.

Laiklik prensibi bizim arzuladığımız çağdaş kentli yaşantının güvencesi ve AKP gericiliği karşısında en temel kırmızı çizgimizdir. Onu böylesine ayaklar altına alan bir siyaset, bizim kurtuluşumuz olamaz. Olabilecek olsaydı, Salâh ed-Dîn başkanın oyların yüzde 30’unu aldığı Bulgurcuk bir genç kızın yeryüzündeki cehennemi haline gelmeyecek kadar uygarlaşmış olurdu.

İşin özü şu: bugün can çekişmekte olan AKP habis bir örümcekti ve devleti de, onun toplumla ilişkilerini de karanlık bir ağ gibi ördü. Bu ağ öyle girift ki tek bir parçasını değiştirmek için dahi hemen her şeyi değiştirmek gerekir. Bu yüzden şurasını burasını tamir etmekle uğraşmak yerine süpürüp yenisini yapmak çok daha akılcı.

Bizim SIFIRLAMAK dediğimiz bu.

Ne var ki, iki muhalefet partisi de kampanyalarını neyi değiştirmeyecekleri üzerine kuruyor. Bunu yaparken bir taşla iki kuş vurmayı, hem Erdoğan’ı tasfiye etmeyi, hem de 2013 Haziranı’nda ayaklanmış onurlu insanları bu onursuz işbirliği siyasetine oy düzeyinde ortak ederek asimile etmeyi hesaplıyorlar.

Ocak ayında, Gelenek dergisinin 126. sayısında şu satırları yazmıştım:

Haziran Direnişi’yle ortaya çıkan toplumsallığın polis şiddetiyle sindirilmesi mümkün, yok edilmesi ise imkânsızdır zira bir toplumsallık kendisini yaratan sebeplerden biri tarafından yok edilemez. Haziran’ın nihai yenilgisi, eylemliliğin geri çekilmesi değil ancak toplumsallığın bir kez daha düzen içine çekilmesiyle gerçekleşebilir. Burada düşman liberalizmdir.

Yapılmakta olan tam budur. Haziran’dan yükselen insanlık, sahte bir zafer hissi eşliğinde Erdoğan’ın mendebur suratından başka hiçbir şeyin değişmediği bir Türkiye’ye razı edilmeye çalışılıyor. Bunu üçüncü kez oy sandığıyla deniyorlar çünkü sandık düzen açısından güvenli ve minimum derecede örgütleyici. En korktukları şey bizim örgütlü hale gelmemiz. Bu yüzden Komünist Parti bizden “kendisine 1 oy” istemiyor. Bizi kendisine oy vererek örgütlenme doğrultusunda bir adım atmaya davet ediyor. Çünkü 1 oy hiçbir şeyi değiştirmez, ama örgütlü komünistler çok şeyi değiştirir.

Bu yüzden boş verin burjuvazinin ahırına dönmüş meclisi. Oylar da, bizler de Komünist Parti’ye!

[email protected]
@nevzatevrimonal
www.facebook.com/nevzatevrimonal