Moratoryum yetmez

Ali İsmail’in öldürülmesindeki tüm sorumluların başka mahkemelerde yargılanacağına olan inançla*…

İkide birde duyduğumuz bir laf var: Bilinçsiz tüketim. Deniyor ki, tüketiciler gelirlerinin çok üstünde kredilendirilmiş tüketim yapıyor ve ekonomi bu yüzden kötüye gidiyor. İşin ilginci, ülkeyi yöneten gericiler bu suçlamayı yaparken ibre dönüp dolaşıp bizi gösteriyor. Konu kredi kartına taksit sınırlandırması olduğunda diktatörün ilk aklına gelen şey taksitle satın alınan tatiller mesela. Ya da cari açıktan bahsedilirken ithal mal tüketen lüks düşkünlerinden dem vuruluyor da bir kişi bile çıkıp Türkiye’de üretilen her şeyin neden dandik, uyduruk olduğundan bahsetmiyor.

Ne güzel değil mi? Milyarlık sarayda oturanlar bize parmak sallayıp, “içmeye ayranınız yok, tahtırevanla sıçmaya gidiyorsunuz; aza, kalitesize kanaat edin” diye öğütlerde bulunuyor.

Ama sermaye düzeninin fıtratında var bu: Ekonominin, insanlığın, dünyanın içine eder, sonra da dönüp bireyi suçlar. İnsanlar da birey olmaya o kadar heveslidir ki, onu bireyleştiren şey bir suçlama dahi olsa bunu kabullenir. “Az tüket, karbon ayak izi bırakma” lafından kendine görev çıkartır, marketten bir plastik poşet eksik aldığında çevre sorunu azalacak diye avunur. “Sosyal sorumluluğunu yerine getir, yoksullara yardım eli uzat” derler, hemen limitine çeyrek kalmış kredi kartına uzanır. Her gün haberlerde insanın vicdanını kırk ayrı noktadan kanatan bir düzende kişi yalnız bir birey olarak kaldığı müddetçe insanlığını korumasının tek yolu vardır: Suçlamayı kabul etmek ve sorumluluk üstlenmek; ya da dilerseniz, Titanik batarken çalmaya devam eden orkestranın borazancısı olmak.

Borçlarda da durum böyle. Ülkenin dış borcu 420 milyar dolar, bireysel kredi borçları 280 milyar lira, kredi kartı borcu 74 milyar lira olmuş**; aptallar hala “çok açıldınız” yaveleriyle sorumluluğu bize yıkmayı hesaplıyorlar. Ülkeye on iki yıldır yabancı sermaye doluşur, dolar kuru düşer ve tüm ithal mallar ucuzlarken o ödünç paranın şişirdiği ekonomi ile övünenler yolun sonuna gelindiğinde her insanın hakkı olması gereken şeyleri satın alan insanları suçlu bulmaya hazırlanıyorlar. 2001 krizinden bu yana bireysel borçlar önümüzde asılı havuçtan bir ısırık olsun almanın yolu, borç takibi tehdidi ise havucun bağlı olduğu sopaydı ve bu alçaklar sırtımıza semer vurup bindiler, biz de yürüdükçe yürüdük. Kredilendirilmiş tüketim, yabancı sermayenin yarattığı finansal şişkinliğin yerli sermayenin kârına dönüştürülmesinin yoluydu. 280 milyar lira bireysel kredi borcunun 125’i konut kredisi örneğin. O krediler olmasaydı öve öve bitiremedikleri inşaat sektörü büyümezdi.

Dahası, borçluyla alacaklının ilişkisi diyalektiktir. Biri yoksa diğeri de olmaz. On yıldır bu ülkede her banka, sokaktan çevirdiği her insana kredi vermeye çalışmadı mı? Her hafta en az bir kere bize kredi vermeye çalışan bir bankanın tacizine uğramıyor muyuz? Borçlar dağ gibi yığılmış ve otobüs duraklarında üzerinde yalnızca bir telefon numarası olan, Faust-vari “Kredi mi lazım?” ilanları boy göstermeye başlamış olmasına rağmen bu borç verme baskısında en ufak bir azalma var mı? Bu yazıyı yazarken dahi “bana özel” tanımlanmış bir krediyi müjdeleyen bir telefon almış olmam sadece tesadüfle açıklanabilir mi?

Ye kürküm yeciliğin hiç olmadığı kadar yaygınlaştığı, insanın kıymetinin genel kabul gören işaretinin sadece zenginler arasında değil toplumun tamamında dışavurumcu tüketim haline geldiği bir dönemde bu hezeyana kapılmamak kuşkusuz erdem göstergesidir; ama bu ortamda kimse gelirini aşan bir tüketim yaptığı için kişi olarak suçlanamaz. Bu ülkenin Ağaoğlu gibi görgüsüz patronları o krediler sayesinde yalnızca normal koşullarda satamayacakları şeyleri satıp para kazanmadılar, aynı zamanda bizi sermaye düzenine bütün ideolojilerden güçlü bir bağla bağladılar. İşten çıkartılma tehdidinin etkisi, taksiti altına girdiğimiz her eşya ile büyüdü. Elimizdeki konforları kaybetme korkusuyla ne maaşımıza zam ister ne de sokağa çıkıp eylem yapar olduk.

2013 Haziran’ında kırılan, bu korku duvarıydı. Şimdi, korkunun faydası olmayan finansal ecel yaklaşırken aynı duvarı inşa etmeye çalışıyorlar. Hesapça balon patladığında her taksiti için canımız çıkmış olan evleri, malları elimizden alacak, bir de öyle zengin olacaklar.

Bu hayalin gerçek olmasını engellemek gibi bir görev var önümüzde. Türkiye’nin dış borcu da, bizim bankalara olan toplam borcumuz da ödenip kapatılabileceğin çok ötesinde. Bu borçların çevrilme olanağının ortadan kalktığı bir ortamda bizi moratoryum kesmez. Bu ülkenin insanlarını kurtaracak olan borçların ertelenmesi değil toptan reddidir; bunu yapacak irade ve cüret de eğer çıkacaksa, mülkiyeti mukaddes görmediğini Gezi Parkı’nda dosta düşmana ilan etmiş olan Haziran insanlarından çıkar.

Yiğit insanlar olduğumuzdan hiçbirimizin şüphesi yok, ama sırtımızdaki kamçıdan kurtulacaksak oturup bu işi enine boyuna konuşmaya başlamanın zamanıdır.

[email protected]
@nevzatevrimonal
www.facebook.com/nevzatevrimonal


* Dünkü alçaklık abidesi karar açıklandığında, bu yazının yarısı yazılmıştı ve akşamki eylemin ardından yarının nasıl bir gün olacağını bilmek mümkün değil. Ama yazının içeriğini değiştirmedim ve ertelemedim; zira bu tımarhaneye dönmüş ülkeyi delilerden kurtarıp adam edeceksek kendi gündemlerimizi gündelik çılgınlığın akışına rağmen tartışmaya devam edebilmemiz gerekiyor.   

** Dış borç ve bireysel kredi borcu verilerinin kaynağı Merkez Bankası, kredi kartı borç bilgilerinin kaynağı BDDK.