Lebowski’ye şükran borcumuz

Bir şeyden eminim; arada ne gibi olaylar yaşanırsa yaşansın, birkaç on yıl sonra geçmişe dönüp bugüne bakacak olan insanlar, bizim kuşağımızın sinemadaki en net ifadesini “Ahbap” Lebowski karakterinde bulacaklar.

Bir ruh hali ve hayatla ilişkilen(me)me biçimi bu: Sahtekâr müteahhitler tarafından malzemeden çalınarak yapılmış inşaatlar gibi çözülerek, dağılarak çöken bir uygarlıkta, aklımız ve vicdanımız gündeme fazla gelerek yaşıyoruz. İnsanlık tüm erdemlerini yitirirken sokağa çıkmak, haberleri açmak bile bir işkence haline geliyor. Önümüze kariyer planları ve zenginlik vaatleri konuluyor, ancak planlananı uygulamak ve vaat edilene ulaşmak için kendimizden feda etmemiz gerekenler öyle şeyler ki; bu şerefe ancak en alçaklarımız, sınıf arkadaşımızken de pek sevmediğimiz ve artık görüşmediğimiz tipler nail oluyor. Bu ortamda insanlığımızı korumak için gündelik toplumsal gerçeklerle olan bağımızı seyreltiyor, güzelliği ve erdemi yaşantımızın izole ettiğimiz yerlerinde arıyoruz.

Ahbap’ın da bir karakter olarak bizi en iyi tanımlayan özelliği bu: Bu boktan dünyanın bilinçsizlik ve cahillikle ya da tembel bir kayıtsızlıkla değil, bilinçli bir biçimde, kişisel olarak reddedilmesi.

Solculuğun birinci şartının dünyanın tüm acılarına sonu gelmez ağıtlar yakmak olduğunu sananlar bizi kolayca suçluyor. İnsani olarak çok üzüldüğümüz ama siyaseten taraf olmadığımız, olamayacağımız çatışmalara ilgimiz sınırlı diye apolitik, hatta nihilist; bu karanlık günlerde bize biraz umut verecek, hayatımıza güzellik katacak zevkler arıyor olduğumuz için sefih ve elitist oluyoruz. Bu zihniyete ağıtların umudun kalan kırıntılarını da süpürdüğünü anlatmak imkânsız; Nazi kuşatması altındaki Leningrad’da olsalar, ekmek bitip de insanların açlıktan ölmeye başladığı günlerde Şostakoviç’in 7. Senfonisi’nin prömiyerini yapan radyo orkestrasını cenaze evinde müzik çalıyor diye ayıplarlardı. Asıl trajik olan ise bu şarki kültür ile devrimciliğin arasındaki uzlaşması mümkün olmayan çelişki: Ağıt yakmanın doğal sonucu bağrına taş basmaktır, ama yarın bugünden farklı olacaksa bunu kuracak olanlar yoldaşlarının ölümünü kabullenmeyecek, kendi ölme ihtimallerinin üzerine de gülümseyerek yürüyecekler. İki yıl önce Haziran günlerinde, örgütlü mücadeleyle hiçbir alakası olmayan, yıllardır görmediğim bir eski dostumun “burada ne arıyorsun?” soruma verdiği yanıt gibi: “Bana ‘hayatın mı, onurun mu?’ diye sordular; ‘s.kerim, onurum’ dedim.”

Modern birey ne ilahiyatçı, ne milliyetçi, ne de liberal düşüncenin ürünüdür. Modern bireyin düşünsel temeli aydınlanmadır ve bugün gericileşen, çürüyen, aydınlanma ile bağları kopma noktasına gelen sermaye düzeni, modern bireyi yitiriyor. Kentli, eğitimli, aydınlanmış insanı düzene gerici ideolojilerle bağlamak imkânsız, tüketim kültürüyle bağlamanın ise ciddi sınırları var ve bu insan düzene ikna olmadığı ölçüde toplumsal gerçeklikle mesafeleniyor, Ahbap’laşıyor.

Lebowski’ye şükran borcumuz bu “Ahbaplık” haline dairdir ve ancak bu durumu bir son değil bir başlangıç, yeni bir birey ve yeni bir aydınlanma için bir sıçrama zemini olarak değerlendirirsek ödenir. Zira durum kendi haline bırakıldığında sonucun ne olacağını Coen Kardeşler’in filmi güzelce anlatmaktadır. Her gün kafayı dumanlayan Ahbap dünyayı “bütün günahkârların yerine hafife alır.” Bu başka bir donma, bireysel bir kısırdöngü halidir ve filmdeki metaforu bowlingdir. Kukalar hep aynı yerde, mesafe aynı uzunlukta, top aynı ağırlıktadır ve bireyin tek yapması gereken tamamını devirecek atışı bedensel olarak ezberleyip tekrarlamaktır.

Yetişkin hayata adım attığımızdan beri dönüp dönüp çocukluğumuzun bilgisayar oyunlarını oynamıyor muyuz? Güncel yerine nostaljik olanda, kolay ve ezberlenmiş başarılarda avuntu aramıyor muyuz?

Oysa mevcut tarihsel ve toplumsal gerçeklikte kendine yer ve gelecek bulamayan, güzellikleri hayaller ve fantezilerde arayan insanda büyük bir başkaldırma, gemileri yakma potansiyeli var. İhtiyacı olan tek şey sorgulamasına dayanacak, aklına yatacak ve adanabileceği bir alternatif gelecek kurgusu.

Modern birey, bu alternatifsizlik bataklığından kurtarılmalı.

Kendimizi bu bataklıktan kurtarmalıyız.

Not: Bu yazı ile birlikte iki hafta izin istiyorum. Tatile çıkacağım ve Bahçeli’nin şerefsizlik olarak nitelediği kimi şeyler yapacağım. 27 Ağustos’ta görüşmek dileğiyle.

[email protected]
@nevzatevrimonal
www.facebook.com/nevzatevrimonal