İslamcıdan evanjelist çıkar mı?

90’ların en önemli şarkılarından biri Depeche Mode’un “Personal Jesus” parçasıydı*. Şarkı, “kimsesiz ve yapayalnız” insanlara “dualarınızı duyacak, umursayacak, size özel, kişisel bir İsa” olma vaadi üzerineydi.

Başkaları tarafından defalarca protest bağlamda yorumlandıysa da, şarkının orijinali eleştiri değil bir durum tespitiydi. “Kısa 20. yüzyıl” bitiyor, Sovyetler Birliği yıkılıyor, ama kapitalizm yeni kuşaklara ütopya şöyle dursun, daha iyi bir gelecek dahi vaat edemiyordu. Tek yapabildikleri “tarihin sonu” tezleri yazmaktı ve 40 yıllık seküler refah devleti (ya da Türkiye gibi ülkelerde kalkınmacı devlet) macerasının ardından, din bir kez daha “kalpsiz dünyanın kalbi, kitlelerin afyonu” olmak için göreve çağırılıyordu. Ne var ki, artık aydınlanma o kadar kök salmış ve “birey” önemli hale gelmişti ki, dinsel uyuşturucu emekçilere vaaz kürsülerinden cehennem tehditleri eşliğinde hönkürülemezdi. Çeşit çeşit olmalı ve dozajı bireye göre ayarlanmalıydı. Kimine Yehova Şahitliği, kimine Scientology; kimine kelebeğin rüyası masalı, kimine tasavvuf; kimine kahve falı, kimine astroloji. Her bireye, isyankâr aklı içe döndürüp uyutmak için ne gerekiyorsa, o.

Türkiye’de islamcıların tarihsel başarısızlığı bu treni kaçırmak oldu. Ancak bu, birkaç sebepten dolayı kaçınılmazdı.

Birincisi, islami dogma bu işe hiç uygun değildi. Öğretinin çekirdeğine ticari zenginlik hırsı konmuş ve tüm unsurları buna göre kurgulanmıştı. Ticari zenginlik yoksulluğu varsaymakla kalmaz, onun sebebidir; zira tüccar üretmez ve başkalarını yoksullaştırarak zenginleşir. Dolayısıyla öğretinin önemlice bir kısmı bu eşitsizliği kader olarak dayatıp meşrulaştırmak için yazılmıştı. Bunu modern dünyaya aynen uygulamaya kalktığınızda emekçinin payına haline şükretmekten başka bir şey düşmez ve “kaderin bu, çekeceksin” modern bireyi ikna etmek için iyi bir argüman değildir.

İkincisi, Anadolu islamcıları modernleşmeyle gelen reform fırsatını kaçırdı. Çünkü Osmanlı, sanıldığının aksine hiçbir döneminde bir “islam imparatorluğu” olmadı. Osmanlı iktidarı esasen şer’i değil örfiydi, ulema da onun ortağı değil yanaşmasıydı. Yani köpekbalığı değil, onun etrafında gezip dökülenlerle beslenen çöpçü balıklarıydılar: Akılsız, inisiyatifsiz ve beleşçiydiler. Bu yüzden kendini dayatan modernleşmeyi uyum sağlamak zorunda oldukları bir tarihsel dönüşüm değil, arpalarını kesecek bir felaket olarak gördüler ve umutsuzca direndiler. Türkiye modernleşmesi islam coğrafyasının geri kalanına göre çok güçlü olduğu için de yenildiler ve cumhuriyetin kuruluş sürecinin dışında kaldılar. Bu, sermaye düzeninin kuruluş sürecinin de dışında kalma anlamına geldi ve mülk sahipleri ile emekçilerin ilişkisinde bir arabulucu konumu edinemediler. Bu konuda halen Cuma hutbesinde “grev caiz değildir” demekten öte bir beceriye sahip değiller ve böyle kazmalıklar modern emekçiler nezdinde bir hüküm taşımıyor.

Son olarak, islamcı ideolojinin baskıcı, dayatmacı niteliği onun ezilenlerin avuntusu olma becerisini çok zayıflatıyor. İslamcıya göre hak hep güçlüden yana ve zayıf güçlüye boyun eğip sadık olursa himaye ediliyor. Sadaka ve inayet kültürünün özü bu. Ne var ki, bireylerarası güç ilişkisi dünyevi kurallarla sınırlanmadığı anda istismara açıktır ve islamcı güç elindeyse hiçbir dünyevi kuralı takmaz. Bugün en zayıf, en yardıma muhtaç bireylerin en alçak biçimlerde istismar edilmesinin sebebi bu. 

Aynı sebepten ötürü islamcılık, modernleşmenin eşitlik arzusuyla doldurduğu ancak sunamadığı bireyleri, bilhassa da modern kadını kapsayamıyor.

Bütün bunlar bize islamcılığın en önemli zaafını gösteriyor. Bu ideoloji, “insan” ile olumlu bir bağ kuramıyor ve ancak insanlığı kan ve gözyaşına boğabildiği, modern toplumun evrensel değerlerini ayaklar altına alabildiği zaman güçleniyor. Bireyle ilişki kurarak toplumsallaşmak dendiğinde ise aklına en fazla hastaneye “din psikologu” atayıp can çekişen insanlara tevekkül telkin etmek geliyor.

Buradan batıdakine benzer bir evanjelizm çıkacağını sananlar islamcı ideolojiyi gözünde fazla büyütüyor, çıkmaz. Türkiye’de islamcılık toplumsal sınırlarına dayandı. Bundan daha fazlasını elde edebilmelerinin tek yolu şeriatçı rejim değişikliği. 

Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketi bu yolu kapatmak ve insanlığın bu topraklarda kaybettiklerini geri almak için yola çıktı.


[email protected]
@nevzatevrimonal
www.facebook.com/nevzatevrimonal

* Dilerseniz, siz okurken çalsın: https://www.youtube.com/watch?v=pz1q50Q91I4