İki kültür arasında

Bu coğrafyada islamcı barbarlığın elinde can veren tüm aydınlık insanların anısına saygıyla…

İki coğrafya ve iki kültür arasında bir ülke bizimkisi. Modernleşebilmiş Avrupa ile modernleşememiş Orta Doğu arasında sıkışmış kalmış; birbirlerine yakınsadıklarında mengenedeymişçesine eziliyor, uzaklaştıklarında gergideymişçesine parçalanıyor. Ne birine ait, ne diğerine; Avrupa’ya soksan bir yarısı, Orta Doğu’ya katmaya kalksan diğer yarısı sığmıyor, dışarıda kalıyor.

Bu ikilem herkesten fazla bu ülkenin düşünen, nitelikli insanını parçalıyor: Ya bir tarafa doğru, ya diğer tarafa. Birbirine çok zıt görünen iki aydınının hali, aslında birleştirince bir resmi tamamlıyor ve hepimizin serencamını anlatıyor. Bir yanda Fazıl Say var: Türkiye’de yükselen gericilik karşısında müthiş bir modern bulantı hissediyor ve bu gerilikle beraber gelen “ölüm kültürü” üzerine senfoni besteliyor. Diğer yanda ise Orhan Pamuk: Kendi halkının şarki kültürle yoğrulmuş kısmının “egzotikliği” karşısında yüz elli yıl öncesinin Levantenlerini andıran postmodern, yabancı bir heyecan duyuyor ve islamcı karanlığına karşı ülkesini savunmaya çalışan Suriye halkının önderi Beşer Esad’ı linçle tehdit ediyor.

Bireysel olarak çözülebilecek bir ikilem değil bu; çünkü kendimizi yitirmeden coğrafyamıza bir yerden öte yabancılaşamayız ve şarki geri kalmışlıkta Avrupai ilerlemenin birbirlerinin antitezi olmadığı, ikisinin arasında sevimsiz bir diyalektik olduğunun bir düzeyde hepimiz farkındayız. Bu yüzden yolumuz ne zaman uygarlığın merkezi olan Avrupa kentlerinden birine düşse, insanın aklını dişçi matkabı gibi oyan o çelişki peşimizden gelir. Bu topraklarda kalsa canına okunacağı kesin olan Zeus Sunağı'nı Pergamon Müzesi'nde gönül rahatlığıyla gezemeyiz; çünkü bir yandan da insanlığın ortak malı olan o zenginliklerin yüzlerce yıl coğrafyamızı emip kurutmuş şerefsiz bir hanedanın fermanlarıyla, aynı ölçüde şerefsiz sömürgeci ajanlar tarafından yağmalanıp götürüldüğünü biliriz.

Bir kez dahi kendi kaderini eline alamamış bir coğrafyadır bir ayağımızı bastığımız Orta Doğu ve onu ilerleten ya da kana boğan siyasi kararların hemen hepsi diğer ayağımızı bastığımız Batı’da alınmıştır. İran Devrimi'ni boğan Humeyni yola Fransa'dan çıkmıştı, Cemalettin Kaplan'ın Kara Ses'ine yıllarca Almanya ev sahipliği yaptı, bugün onca gerici çetenin içinde günah keçisi olarak öne ittirilen IŞİD yıllardır elini kolunu sallaya sallaya İngiltere ve Fransa'da göçmenler içinde örgütleniyor ve onu günah keçisi ilan edenler El Kaide başta olmak üzere diğer şeriatçı katillerle görüşmeye devam ediyorlar.

Bir yanda Baudelaire'in şiirlerinde bahsettiği güzeller güzeli Palmira'ya bomba döşeyen barbarlık, diğer yanda o barbarlığı kendi çıkarları için besleyen, bir dövüp bir seven çürümüş, tüm dinamizmini kaybetmiş uygarlık. Ve arada biz. Ölü değil ama yarım doğmuş bir modernleşmeyi karanlığa rağmen tamamlamaya, daha doğrusu insan gibi yaşamaya çalışıyor; bir yandan da her gün bir başka rezalete, bazı günler ise insan olana ömür boyu yetecek dehşette, umut kıran felaketlere şahit oluyoruz. Ülkemizin Orta doğu’nun karanlığına yuvarlanmasına boyun eğemeyiz çünkü islamcılık sadece geri ve ilkel değildir, içinde insana dair güzel hiçbir şeye yer olmayan alçak ve aşağılık bir kültürdür. O kültürün hâkim olduğu yerde Suruç’ta yaşanan katliam ve benzerleri sıradan olaylar olur ve doğu insanına has çaresiz kabullenmişlikle yakılan ağıtlar hiç susmaz. Diğer yandan onu alıp Batı’ya  da yamayamayız zira büyük filozof Sartre’ın Hepimiz Katiliz kitabında mahkûm ettiği o kibirli, yaşlı, Dickens’ın Ebenezer Scrooge’u kılıklı haris uygarlığın başlıca prensibi hep almak ve hiç paylaşmamaktır.

Bu boyutta sistemsel çelişkiler insan edimiyle çözülemez, ancak aşılır. Türkiye’nin bu iki kültür arasındaki parçalanmışlığı ancak ikisinden de ileri bir eşitlik ve özgürlük kültürüne sıçranmasıyla mümkün ve o kültüre kapitalist üretim ilişkilerinin zemin oluşturması mümkün değil. Bu yapılana kadar da islamcılığın bu coğrafyada işlediği sayısız suçun hesabı sorulamaz çünkü bir siyasi suçun hesabının gerçekten sorulabilmesi için faillerin değil tüm azmettiricilerin cezalandırılması ve esas suça zemin teşkil eden fikriyatın yok edilmesi gerekir. Zamanında Nazizme yapıldığı gibi.

İnsanlığı kuşkulu barbarlar karşısında tek güçlü yanımız bu zaten. Onlar fikirleri insanları öldürerek yok edebileceklerini zannediyor; ama fikirlere gerçekten de kurşun işlemez. Bir fikir ancak onu oluşturan maddi zemin aşıldığında anlamsız hale gelir ve yok olur. İslamcılığın maddi zemini sefilleri ve sefihleriyle günümüz kapitalizmi; o yıkıldığında, içinden fışkırdığı bataklık da kurumuş olacak.

Ve tersi de doğru: Eşitlik, özgürlük ve aydınlığın iktidarını kurmadığımız müddetçe, kaç IŞİD’li, hangi resmi veya gayrıresmi yolla cezalandırılırsa cezalandırılsın karanlık azalmayacak.

[email protected]
@nevzatevrimonal
www.facebook.com/nevzatevrimonal