Tarihte ne güzellik, ne mucize varsa kaynağı insan. Gelin, korkunçluklara seyirci kalmak yerine elbirliğiyle bir mucizeler yılı yaratmaya çalışalım. Bir yıl yeter, devamı zaten gelir.
Bir ‘Annus mirabilis’ için…
Nevzat Evrim Önal
Latincede Annus horriblis diye bir laf var. Birisi için bir yıl bilhassa kötü geçtiğinde kullanılıyor; “korkunç yıl” ya da “felaketler yılı” anlamına geliyor. Bu gece, saat gece yarısını vurduğunda, insanlık açısından böyle bir yılı geride bırakacağız.
Düzeltiyorum; böyle bir yılı daha geride bırakacağız.
Geriye doğru 2024’ün felaketlerini ya da yakın hafızadaki her yılı imleyen büyük felaketi sayıp, size yazıyı okumayı bıraktırmayayım. Ama şunu sormak istiyorum: Mutlu olmak, güzel duygular hissedebilmek için ya bencil ve duyarsız, ya cahil ve habersiz olmak gereken bu insanlık halinde yaşamaktan siz de sıkılmadınız mı?
Ben çok sıkıldım. Ve müsaadenizle, bu yılbaşı gününde fazla vaktinizi almadan, sizinle birkaç gözlemimi paylaşmak istiyorum.
***
En genelden başlayayım: Meseleyi ne siyasete, ne ideolojiye, ne ekonomiye, ne savaşlara, ne doğal felaketlere daraltabiliriz. İçinde yaşadığımız toplumsal düzende sürekli içsel sorunlar (örneğin yoksulluk) üreten ve dışsal sorunları (örneğin pandemi) büyüten, çok temel bir defo, bir bozukluk var.
Bozukluk şu: Bu toplumsal düzen, insanları maddi çıkarlar açısından birbirinden kopartmak, yalıtmak ve birbirine karşıt hale getirmek üzerine kurulu. Bireyin de, toplumun da varoluşu öncelikle maddidir; önce ekmek sonra ahlak gelir. Dolayısıyla, her bireyin maddi çıkarı diğer tüm bireylerin maddi çıkarlarıyla karşıtlık içinde konumlanırsa, toplum sürekli dağılma eğiliminde olacaktır.
Anlatmak için çok basite indirgeyelim: Bir insanın bir miktar malı mülkü ve birden fazla çocuğu varsa, öldüğünde, hayatın olağan işleyişine göre, çocukları arasında olumlu duygusal ilişkilere zarar verecek bir mal paylaşım süreci yaşanır. Böyle bir sorunun yaşanmaması için, şahsın züğürt (ve muhtemelen borçlu) ölmüş olması gerekir. Bu durumda çocuklar birbirleriyle hiç hırlaşmadan hep birlikte ebeveynlerinin mirasını reddedecek ve hayat, aralarındaki kardeşlik ilişkisinin üzerine ek bir gerilim binmeden devam edecektir.
İstisnaların olabileceğini biliyorum ve bir toplumbilimci olarak istisnalarla ilgilenmiyor, genellenebilir kurallar arıyorum. Genellenebilir kural şu: İçinde yaşadığımız toplumsal düzende, insanlığın tüm tarihi boyunca peşinden koştuğu refah ve konfor arttıkça insanlar birbirinden uzaklaşıp yalnızlaşıyor ve onları sadece maddi dayanışma zorunluluğu birbirine yaklaştırıyor. Ne var ki, temelinde bireysel özel mülkiyet olan bu düzenin eşitsizlik prensibi, zorunlu dayanışma ilişkilerine de daima eşitsizlik dayatıyor ve daha önemlisi, insanlığın tamamını kapsamayan her türlü dayanışma ya da ortaklık ilişkisi (aşiret, tarikat, şirket, hatta aile bile) başkalarına karşı kuruluyor.
Böyle bir toplumsal düzenin yoksulluk üretmemesi, savaş çıkartmaması mümkün değil; çünkü toplam zenginlik ne kadar artarsa eşitsizlik de o kadar büyüyor.
Böyle bir toplumsal düzen, en büyük felaketler karşısında dahi tüm insanları kapsayacak bir dayanışma kuramaz; çünkü her felakette birileri için zenginleşme fırsatı doğuyor.
İnsan, doğa karşısında bireysel bilinci, yaratıcı düşüncesi ve bedensel eforunu toplumsal bir işbölümü çerçevesinde birleştirerek yüceldi ve “insan” oldu. Bu toplumsallık onun en büyük, özgün hazinesi ve ne kurt ne de koyun sürüsüne benziyor. İnsan toplumsallığı her gün yeniden üretilir ve zaman zaman temelden yıkılıp, tekrar ve yeni kurallarla kurulur. Bugün içinde yaşadığımız özel mülkiyete dayalı toplumsal düzen (ki adına kapitalizm diyoruz) diğer tüm toplumsal düzenler gibi tarihte bir parantez ve eşitsizliğe dayalı diğer tüm toplumsal düzenler gibi (ki adlarına genel olarak sınıflı toplumlar diyoruz) zenginlik biriktirdikçe çürüme de biriktiriyor.
Bugün bir takvim yılını daha bitiriyoruz, ama hayatın olağan akışında 0.01’in 23.59’dan, salının pazartesiden, 2025’in 2024’ten bir farkı olmayacak. İçinde yaşadığımız toplumsal düzen tüm bozukluklarıyla sürdükçe, onun gelip dayandığı yerde, zenginliğin hesaplanamaz, çürümenin dayanılamaz hale geldiği bataklıkta yaşayacağız.
Şarkının dediği gibi: Bugün günlerden ne bilmiyorum, ama çürüme yıllarından bir gün olduğunu biliyorum.1
***
Anlayacağınız üzere, iyimser değilim. İşlerin, her niyeyse, ben kıçımın üstünde yerde otururken iyiye gideceğine dair bir inancım yok. Dahası iyimserliğin burçlara inanmak gibi bir çeşit saçmalık olduğunu, yani hem ahmaklık hem de konforlu yaşayanların ayrıcalığı olduğunu düşünüyorum.
Ama umutluyum.
Umutluyum, çünkü milyonlarca yıllık insanlık tarihinin bütününe baktığımda, en fazla on bin yıldır çeşitli biçimlerde süren, insanın insanı ezmesine kurulu toplumsal düzenlerin ancak bir parantez olduğunu; bu on bin yılın bütününe baktığımda ise bu düzenlerin her birinin sonunda ezilenlerin kazandığını görüyorum. Köleler ve barbarlar Roma’yı yıktı. Avam, kralları devirip giyotine gönderdi. Halklar sömürgecileri def edip muhtar oldu.
Ve azımsanmayacak sayıda ülkede sınıfsız ve sömürüsüz toplumun ilk aşaması olan, eşit ve özgür insanların düzeni sosyalizm kuruldu.
Derdi daha ve daha çok umutsuzluk üretmek olan, çoğu sosyalist ülkenin yıkılmış olmasına bakıp “bakın, çalışmıyor” der. Derdiniz umut aramaksa, aynı olguya bakıp iki şey görürsünüz: Bir, olabiliyormuş, demek ki mücadele edersek daha iyisini oldurabiliriz. İki, sosyalist ülkeler yıkıldığından bu yana geçen yarım insan ömründe dünyanın geldiği halde, insanlık canhıraş biçimde devrime ihtiyaç duyuyor.
Her dakika, her gün, her yıl bu yüzden bir öncekinden kötü.
***
Biz oturup bekledikçe hiçbir şey iyiye gitmeyecek.
Bu yüzden gelin, yeni yılda dünyanın iyiye doğru değişebileceğinin bilgisi ve umudunda buluşalım.
Gelin, Eagleton’ın dediği gibi, iyimserliğin pasiflik, umudun ise eylem sorumluluğu getirdiğini bilelim ve insanlık için sorumluluk üstlenelim.2
Gelin, bir daha insanın insana düşman olmayacağı bir dünya kurmak için, sadece bizi sömüren egemenlere düşman bir yoldaşlık kuralım.
Gelin, içine kısıldığımız yalnızlığı kıralım. Bu bozuk düzende kimsenin sapasağlam kalamayacağını anlayalım, kabullenelim ve bizim gibi sıradan insanların eksiklerine, zaaflarına bakıp onları beğenmezlik etmeyelim, yan yana gelmekten geri durmayalım.
Annus horriblis’in bir de tersi var: Annus mirabilis. Güzellikler, mucizeler yılı demek. Tarihte ne güzellik, ne mucize varsa kaynağı insan. Gelin, korkunçluklara seyirci kalmak yerine elbirliğiyle bir mucizeler yılı yaratmaya çalışalım.
Bir yıl yeter, devamı zaten gelir.
Yeni yılda kucaklaşmak, yoldaş olmak dileğiyle...