Beyaza boyanmış işsizlik

En büyük enayiliğimiz güvencesizliği kabullenmekti; üstelik bu, evrensel bir enayilikti. 1990’ların ikinci yarısından itibaren finansal krizler hayatın olağan bir parçası haline geldikçe ve biz bunları yaratan düzeni kökten sorgulamayı eğitim yıllarında yarım yamalak yapıp emeklilik yıllarına erteledikçe kapitalizmin irrasyonel gevşeyip kasılmaları hayatımızı dışarıdan tehdit eden faktörler olmaktan çıktı; ona içkin, hava kadar, su kadar doğal parçaları haline geldi. İşler yolunda gider ve oluk oluk akan paralarla finansal balonlar şişerken bizim de ücretlerimiz “bonus”larla büyüdü. Kariyer basamaklarını tırmandıkça, kazancımızın giderek daha küçük bir bölümü çıplak ücret olarak kaldı, esas kısmı ise şirketin kârlılığına bağlı hale geldi. İlk büyük üçkâğıt buydu ve küçük hissedar olma şerefine nail olmuş müdürlerimize özendiğimiz için farkına bile varmadık. Sonuçta, dolaylı da olsa şirketin kârından pay almak, hele ki hissedar olmak beyaz yakalının sınıf atlama hayalinin gerçeğe en yaklaştığı andı ve bunun peşindeydik. İş güvencesini rakip bir şirkette daha iyi bir pozisyona transfer teklifi aldığımızda ayağımıza dolanacak bir pranga, en azından iki tarafı keskin bir kılıç sanıyorduk. Sendika ise gündemde dahi değildi.

Bu yüzden 21. yüzyılın ilk devasa dolandırıcılığı olan Enron skandalı* gelirken, ABD’nin bu milyarlarca dolar değerindeki enerji tekelinin on binlerce işçisi, kendilerinden emekli ikramiyelerini Enron hisselerine yatırmaları beklendiğinde bir bit yeniği aramadı. Çünkü gelirlerini zaten şirketin kârlılığına bağlamış, bilerek veya bilmeyerek suç ortağı haline gelmişlerdi. Çöküş o kadar büyük oldu ki, Playboy işsiz kalan kadın Enron işçileri arasından pazar tezgâhından zerzevat alır gibi seçip “Enron Kadınları” sayısı çıkarttı.

Bir yazıda “bizim Oblomov’umuz ‘Dude’ Lebowski’dir” dediğimde çok eleştirilmiştim ama haklı olduğumu düşünüyorum. Gelirimize bağlı olan yaşam kalitemizin sürdürülebilirliği çalıştığımız şirketin kaderine bağlı hale geldikçe ve şirketin dostumuz, ailemiz falan olmadığını; bize sağladığı gelirin bilmem kaç katını ona kazandırmadığımız anda kendimizi kapının önünde bulacağımız bir kurtlar sofrası olduğunu gördükçe yukarıdaki sıkışmayı hepimiz hissediyoruz. Dolayısıyla hafta içi-hafta sonu demeden işsizlik maaşıyla ot içip bowling oynayan, tek derdi odayı dolu gösteren halısı olan Dude’un, ona üstüne basa basa “çalışıyor musun” diye soran “Büyük” Lebowski karşısında takındığı sallamaz tavır onu hepimizin modern kahramanı haline getiriyor. Ama defalarca izleyip ağız dolusu güldüğümüz film bitip DVD kutusunu kütüphanedeki yerine kaldırdığımızda gerçeğe dönüş yaşıyoruz ve çözümsüz olduğu için asla bitmeyecek güvencesizlik endişesi kredi borçlarıyla birleşip her beyaz yakalı yiğidin kamçısı oluyor.

Ve AKP karanlığının vizyonunda “mucit değil ara eleman ülkesi” olan “Yeni” ve “Büyük” Türkiye’de başımıza çok daha beter bir çorap örülüyor: Eğitimli işsizlik. Defalarca bu ülkeye fazla geldiğimizi; gerici karanlığın bizi kapsayıp kendisine benzetmesinin mümkün olmadığını konuştuk. Şimdi, 2001 öncesi ve 2003-2008 arasındaki ekonomik büyüme dönemlerinden ders çıkartmış olan badem bıyıklılar, şirket kazançlarını eğitimli emekçilerle paylaşmamak için on yıldır yürüttükleri operasyonun meyvelerini toplamaya başlıyorlar. Sanki matah bir şeymiş, sanki cehaleti azaltacakmış gibi cümle ahmak tarafından alkışlanan “her ile bir üniversite” kampanyası sonuç veriyor. Çoğu medrese kılıklı gericilik yuvaları olan bu kurumlardan dağıtılan diplomalar sayesinde 2014 Ocak – 2015 Ocak arasında yükseköğretim mezunu işsizlerin oranı yüzde 9,2’den yüzde 11,2’ye yükseldi. Ve tabii ki AKP gericiliğinin paryalaştırdığı kadının durumu daha vahim: “Doğurur izin alır” diye işe alınmayan ya da haftada 60 saat çalışıp bir de köhnemiş aile kurumunun üstüne yıktığı angaryalara koşturamayacağı için “iş beğenmeyen” kadınlarda bu oran yüzde 12,3’ten yüzde 16,3’e yükselmiş.

İşsizliğin yükseldiği yerde güvencesizlik daha da artar; ücretler ise düşer.

Dileyen Boğaziçi, İTÜ ya da ODTÜ diplomasına güvenip, patronların onu her durumda Karamanoğlu Mehmetbey mezununa göre tercih edeceğini varsayabilir. Haklıdır, ama yine de sinyalleri giderek artan ekonomik daralma şiddetlendiğinde içimizden diploması en afili, CV’si en uzun ya da portföyü en kalın olan dahi işini korumak için daha düşük ücret ve daha uzun çalışma saatlerine razı olmak zorunda kalacak.

Yok mu bir kurtuluş yolu? Tabii ki var, ama kurtuluş bir tane, kurtuluş gibi görünen çıkmaz sokaklar ise yüzlerce.

Haftaya devam edeceğiz…

[email protected]
@nevzatevrimonal
www.facebook.com/nevzatevrimonal


* Bu konuyla ilgili çok iyi bir belgesel var; Enron: Piyasanın Uyanıkları. Şuradan Türkçe altyazılı olarak izleyebilirsiniz.