90 yılın enkazının altında kalmak

Hiçbir şey yolunda değildi, ama yıllarca öyleymiş gibi yaptık. Artık ne birbirimize, ne kendimize yalan söyleyemez hale geldiğimizde, bıçak kemiğe dayandığında çıktık sokağa. “Sık bakalım” diye İnönü Caddesi’nden yukarı akmaya başladığımız dakikalar, hepimizin ömründe en dürüst, en içten olduğu andı; hem kendimize, hem birbirimize, hem de düşmanımıza karşı.

Hala sarhoşluğunu hatırlamamız bundandır. Yalan bir dünyada doğru bir söz olmuştuk çünkü.

Muhteşemdi; ve o yalan dünyayı yıkıp doğrusunu kuramadığımız ölçüde, metafizik kalmaya mahkumdu. On beş gün sürdü kırık hayallerimizin öfkesinin yazı. Çocukken, yağ satarım bal satarım oynarken yaptığımız gibi çember olup oturduk. Öykülerimizi anlattık. Sarıldık, sevdik, seviştik. Belki ilk defa gerçekten birbirimizin gözlerinin içine baktık. Ve bunun yeteceğini, artık “birilerinin” mesajı alacağını, ya kendilerine çeki düzen vereceklerini, ya da başka birilerinin gerekeni yapacağını sandık.

Naiflik işte… Pırıl pırıl iyi niyet doluyduk ama kendi işimizi başkasına havale edemeyeceğimizi; kabaran bir dalga değil düşmanı ezen bir silindir olmamız, dahası direksiyonuna da bizzat oturmamız gerektiğini bilmiyorduk.

Haksızlık etmeyelim kendimize, bilemezdik.

Şimdi ise canını kurtarmak için kocasını vurmuş Çilem gibi halimiz. Yaşananlardaki tek suçsuz da, sanık sandalyesindeki tek kişi de biziz. Yüzümüzde mağrur bir ifade, bileklerimizde kelepçe, üzerimizdeki tişörtte iki satır yazı: “Sevgili geçmiş, verdiğin ders için teşekkürler. Sevgili gelecek, hazırım.”

2013 Haziranı aydınlanmamızın başlangıcıydı. Yüzümüzü göklerden, bize yalan söyleyen çarpık aynalardan birbirimize çevirmiştik. Sadece devletin değil tüm toplumsal yaşantının dinselleşmesine başkaldırmıştık. Çünkü karşımıza geçmiş pis pis sırıtan imamlar “kul ile allah” falan değil basbayağı insanla insanın arasına giriyordu: Orada kadeh kaldıramazsın, burada sevgiline sarılamazsın, komşun başka mezheptense sevemezsin, evladına doğru bildiğin ahlakı öğretemezsin… Sadece bireyin vicdanında durması gereken din tüm hayatımızı belirler hale getiriliyordu ve başkaldırımız bunaydı.

Gericiliğe karşı, aydınlanma.

Yenildik. Ama öyle bir tarihsel kırılmaydı ki yaşanan, bizi yenenler Gezi Parkı’nın çıkışında duramazdı. Eve kadar kovalamak, kapıyı kırıp girmek, bütün hayatımızı başımıza yıkmak zorundaydılar çünkü ayaklanmanın yaktığı ateşin ışığında onlar da başka türlü yaşayamayacaklarını görmüşlerdi. Bu topraklarda gericilikle ilericiliğin ara sıra itişerek de olsa bir arada yaşayabileceği dönem kapanmıştı.

Ya biz, ya onlar yok olacaktı.

O lanetli dudaklardan atamıza, anamıza söver gibi tıslanan “doksan yılın enkazını kaldırdık” lafı bu yüzden bir tespit, bir de temenni içeriyor. Tespitin tartışılacak tarafı yok; bütün prensipleriyle Cumhuriyet’i yıktılar. Temenni ise şu: “Enkazının altında biz değil siz kaldınız.”

Ne var ki o yıktıkları cumhuriyet, tüm güzellik ve bozukluklarıyla, bizim beşiğimiz, çocukluğumuz, yurdumuzdu. Onun bir türlü toplumun tamamına mal edilmemiş laiklik, bağımsızlık ve bir yalandan ibaret kalan “sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış bir toplum” olma iddiası özgürlük ve eşitlik tutkumuzun tohumlarıydı. Bugün sokaklarında gezindiğimiz, dört bir taraftan çürümüş ölülerin kokusu yükselen enkazda ise her kuytuya yobazların karanlık değerleri çörekleniyor.

Eğer enkazın altında biz kalırsak, bu alçak müteahhitler sürüsü islamcı saltanatı üzerimize inşa edecek. O karanlıkta kadının bedeni erkeğin malı ve tarlası olacak, alevi işçi işten atılmamak için cumaya gidecek, ateist bilim insanı dersinde bilimsel doğruları anlatamayacak, sadece Cerattepe ve Fındıklı Parkı’na değil her tepeye, her parka dozerler, greyderler girecek.

Ve sonunda bir gün öz çocuğumuz namaz kılmıyoruz diye bize kâfir diyecek.  

Onların hayalinde bize hayat yok, dolayısıyla harekete geçmek gerekiyor; üstelik kendimizden başka kimseden bir hayır gelmeyeceğini bilerek. Meclisteki partilerin tümü, en ücra ilçe teşkilatından en afili merkez örgütüne kadar, dincilik yarıştırıyor. Bu ülkenin para babaları dinselleşmenin ekmeğini yiye yiye öyle semirdi ki, artık en “batılısı” dahi evladının ölüsünü Osmanlı sancağıyla kaldırıyor. “Batı” için ise Orta Doğu’da İslamcılık ve kendisinde İslam düşmanlığı bu coğrafyada her zaman başlarına bela olan laiklikten çok daha kârlı.

Enkazın altında onlar kalacaksa, onları bizzat gömeceğiz.

Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketi’nin çağrı ve iddiasının özü, budur. Son cümlesi ise şöyle: “Bu çağrı geleceği birlikte kurmak için sabırsızlanan Anadolu’nun tüm aydınlık insanlarına!”

Var mısınız?

[email protected]
@nevzatevrimonal
www.facebook.com/nevzatevrimonal

Not: Önümüzdeki Cumartesi günü (5 Mart) saat 14.00’te, Komünist Gençlik’in davetiyle, Sosyalizm Üniversiteleri kapsamında “Türkiye Dinselleşmeye Hapsedilebilir mi?” sorusunu tartışmak için Sağlık Emekçileri Sendikası Kocaeli Şubesi binasında buluşacağız. Etkinliğin detayları şu bağlantıda. Bekleriz…