Yönetişim aldatması

AKP yönetimi ve RTE’nin cinayet ve yolsuzluklarına meşruiyet kazandırma beklentileri ile ölüm kalım savaşına dönüşen seçime 1 hafta kala, seçim güvenliği en önemli konu olarak karşımıza çıkmaktadır. SOL CEPHE’nin bu konudaki çalışma ve örgütlenmesi ise sevindiricidir. Ancak bu konuda daha etkin olmak için demokrasi isteyen tüm partilerle de güç birliği yolunu aramak, kanımca faydalı olacaktır.

Bu arada, geçen haftalarda, son ikisine konuşmacı olarak katıldığım, Karşıyaka, Foça ve Buca da yapılan, “Yerel Yönetimlerde Toplumculuk” konulu toplantılarda, ilk toplantılara göre katılımın yarı yarıya düşmesi dikkat çekiciydi. Özellikle bazı “sol” örgütlerin katılımı düşük tutmak için topluca katılmayıp 1 kişi göndermeleri ise, eski hastalıkların devam ettiğini göstermesi açısından önemliydi... Bu durumda Sol Cephe yönetiminin, canlılığı sürdürmek adına, değerlendirme yapıp, tedbir alması ise kanımca çok önemlidir.

Dikkatimi çeken diğer husus ise, AKP patentli, YÖNETİŞİM -TOPLAM KALİTE YÖNETİMİ-KENT KONSEYİ gibi kavramlardan değişik sebeplerle de olsa etkilenip kafası karışan birçok ilerici insan olmasıydı. Bu nedenle de bu yazımda, küresel patronların bir taraftan sosyal devleti, vatandaşlığı yok ederken halka hoş görünmek için ortaya attığı bu kavramları kısaca değerlendirmeye çalışacağım.

Bilindiği gibi, 1970’lerden beri, alt yapısı hazırlanıp uygulanmaya başlayan küresel kapitalizmin en tipik özelliği, insanların ortak ihtiyaçlarını karşılamak için kurulan devleti tamamen yok ederek, en temel ihtiyaçları bile meta haline getirerek, sermayeye yeni kârlı yatırım alanları açmalarıdır. Devlet ise, sadece İÇ GÜVENLİĞİ sağlayan düzenleyici (DPT gibi) bir kurum haline getirilecektir. Artık kapitalist devlette, vatandaşlarının bir kısım ihtiyacını karşılayan devlet yok edilmekte, SADECE TALEBİ (PARAYLA DESTEKLENEN İHTİYAÇ) karşılayan işletmeci, polis devletleri oluşmaktadır.

Yönetişim kavramının tarihçesine baktığımızda ise, ilk defa 1989 yılında yayımlanan Dünya Bankası’nın bir raporunda ‘good governance’(iyi yönetişim) olarak yer aldığını görmekteyiz.. Raporda yönetişim üzerine açık bir tanım yapılmamış ancak, bir ülkenin kaynaklarının etkin bir şekilde kullanımı için hesap verebilirlik, saydamlık, sivil toplumun kamu politikalarına etkin katılımı, hukuk devleti, bağımsız yargı sistemi gibi kulağa hoş gelen tanımlarla süslenmiştir. Bu terim daha sonra OECD ve Birleşmiş Milletler tarafından da kullanılarak, bu üç örgütün çeşitli toplantı ve yayınlarıyla açık bir formül haline getirilmiştir. Bu formül Türkiye gündemine ise 2000 yılında TÜSİAD, OECD, DB ve AB ortaklığıyla yapılan “AB Yolunda İyi Yönetişim” adlı bir toplantıyla girmiştir. Formül, ilk olarak Kemal Derviş’in “Güçlü Ekonomiye Geçiş” programında yer almıştır. Ardından da AKP 58. Hükümet’in “Acil Eylem Planı”nda devlet reformunun adı olarak belirmiştir.

Bu sistemde, Maliye Bakanlığı topladığı vergilerle küresel patronların alacaklarını ödeyecektir. Yerelleşme ise bu oluşumun en önemli ayaklarından biridir. Küresel devlet, temel ve kârlı kamu hizmetlerini özelleştirip, kalanları taşeronlara yaptırırken, bu hizmetleri küçük kolay yutulur lokmalar halinde yerel yönetimlere devretmektedir. Hep yazdığımız gibi, 8 ilin dışında gelirleri giderlerini karşılamayan yerel yönetimlerin ise bu hizmetleri, özel şirketler veya taşeronlara yaptırmak zorunda kalacağı ise kaçınılmaz bir gerçektir. Temel İnsan haklarındaki tanımına da aykırı olarak, kamu ihtiyaçları için vergi toplama yetkisi de verilecek yerel yönetimlerin bu hizmetlerin bedelini halka ödeteceği ise açıkça anlaşılmaktadır.

Görüldüğü gibi yönetişim vb. gibi uygulamalarla, vatandaşlıktan, MÜŞTERİLİĞE “terfi eden” insanlarımızın sağlık, eğitim gibi en temel ihtiyaçları bile piyasanın acımasız koşullarına terk edilmektedir. Yeni kamu yönetimi anlayışına hakim olan işletmeci anlayış sonucu vatandaş kavramından müşteri anlayışına geçilmesine koşut olarak, yerine getirilen kamu hizmetlerinde de rekabet ön plana çıkarılmıştır. Kamu kuruluşlarının kamu hizmetlerini yerine getirirken müşteri konumunda bulunan vatandaşların taleplerini dikkate almaya başlaması öngörülürken yerel yönetimlerde bu süreç sonucunda üç sektörlü bir model ortaya çıkmaktadır. Bu yeni modelin üyeleri yerel devlet, sermaye ve sivil toplum kuruluşlarıdır. Yani bir anlamda, katılımcılık masalıyla halkın gözü boyanırken, bu acımasız piyasanın işleyişinde insanlarımız suç ortağı yapılmaya çalışılmaktadır. Kent konseyi başta olmak üzere bu oluşumların hiç birinin bağlayıcı nitelikte karar alamaması ise aldatmayı açıkça gösteren işin bir diğer yönüdür

Kent konseyleri ise “YEREL GÜNDEM 21” adı altında valinin başkanlığında 1999’dan beri devam eden bir uygulamadır. Bir kısmına defterdar olarak benim de katıldığım bu toplantılardan çok seyrek de olsa devlet kurumlarının eş güdümünden başka bir yarar elde edilememiştir. Liberal devlet yapısı içinde edilmesi de mümkün değildir. Bu açıklamalar çerçevesinde, solcu, ilerici, demokrat insanlarımızın, özellikle liberal solcuların söylemlerinden etkilenmeyip, katılımcılık ve ortak akıl yaratma ile ilgisi olmayan bu oluşumlarla, sol örgütlenmenin yararları gerektirdiğince ilgilenirken, önemli olanın SOL CEPHE YEREL ÖRGÜTLENMESİ olduğunu unutmamaları gerekmektedir.