Sen solun oyuna layık değilsin

Münevver Şenol adlı şairimizin sonradan arabesk tarzı şarkısı da yapılan güzel şiirinin başlığı olan, “sen benim aşkıma layık değilsin” şeklindeki romantik cümlesini, duygusallığımdan olacak, ben çok sevdim. İkidir de yazılarımda kullanıyorum. Aslında kapitalist sistemdeki insan yapısının bencil ve çıkarcı olduğu iddia edilse de biz solcular, solculuğumuzun temelinde insan ve toplum sevgisi bulunduğundan, genelde duygusal insanlarızdır. İnsanları, hayvanları, doğayı, ailesini, yaşamla ilgili her şeyi çok seven gerçek sosyalistler, iş politikaya gelince ise duygusallığı doğal olarak bir tarafa bırakıp, diyalektik düşünce yapımızdan gelen gücümüzü gerektiği gibi kullanarak, toplum çıkarları neyi gerektiriyorsa, en ufak bir taviz vermeden gereğini yapmak zorundadırlar.

Birçok yazımda belirttiğim gibi ise gerek dünyadaki, gerekse ülkemizdeki sol hareketlerin içinde bulunduğu şartlar dolayısıyla, sol partiler, 30’u aşkın senedir, ülke politikasındaki tüm etkinliklerini yitirmişlerdir. Bu dönemde, yurtsever, ulusalcı partiler de dahil, solum diye ortaya çıkan hiçbir parti bindeler ile ifade edilen oy oranlarının üstüne çıkamamıştır. Gezi eylemlerinde de görüldüğü gibi, hiç de azımsanmayacak ölçüde olan sol oylar ise genelde, CHP, DSP veya Kürt harketei oluşumlarına gitmiştir. Yerel seçimlere 4 ay kala, ülkemizdeki siyasi manzaraya baktığımızda ise şimdilik bize sadece umut veren ve politik yönlendirmesini ve hedefini ümitle beklediğimiz Sol Cephe girişiminin dışında, durumun pek de değişmediğini görmekteyiz.

Bu partilerden CHP’ye (DSP dönemi dahil) baktığımızda, 1923’te, ekonomik olarak sermeye birikimi ve sermayedar yaratıp kapitalist sistemi kurmak misyonu ile kurulan bu partinin, 70’li yıllara kadar bir “devlet partisi” kimliğini koruduğunu görmekteyiz. 1970’lerde TİP’e giden oyları korumak için “ortanın solu” sloganına sarılıp başarısız olan CHP’nin kimlik arayışlarının, kimliksiz yönetim ve kadrolarıyla sürdüğü görülmektedir. 2000’lerin başında, DSP, DYP, ANAP gibi partiler her nasılsa birden yok olurken, AKP ile birlikte ortaya çıkıp 2. parti olan bu parti, o tarihten beri sürekli sağa kaymaktadır! Aşiret reislerinin bilmem kaçıncı, çarşaflı eşlerine rozet takmayı marifet sayan bu parti “en sevilmeyen kişi” olan genel başkanını değiştirip, 2 tane açık oturumla ortaya çıkan, birçok sağ partinin, hem de çalışanlarla ilgili olarak üst düzey bürokratlığını yapmış, bilinen hiçbir başarısı olmayan başkanı ve benzer nitelikteki, “özel dershaneleri seven” kadrosuyla Kemalizmi de bırakıp daha da sağa kaymaya devam etmektedir.

Yerel seçimlere yaklaşırken geçenlerde kısa bir süre gezebildiğim Eskişehir ise beni gerçekten sevindirdi. Diğerlerinin aksine muhalefet olma mazeretine sığınmadan, sol, demokrasi, kültür ve beceri kokan, sanki bizim ülkemizin dışında bir kent yaratan, bu şehrin, çok takdir ettiğim Belediye Başkanı Sn. Yılmaz Büyükerşen dışında, bilebildiğim halktan yana başkanı olmayan (varsa da özürlerimle) CHP, halkımız sahip olduğu birçok belediyesinin kapısından giremezken, şimdi de, en sağcı, üstelikte cemaatlere yakın adaylar bulma arayışındadır. Genel Başkan ansızın, Amerikancı basını da yanına alıp ABD’ye yollanmışken, İstanbul’da, Sarıgül, Gürsel Tekin gibi pek de sevmediğimiz özelliklere(!) sahip aday adayları ile flört etmektedir.

Özellikle Sarıgül’ün gücünü, nasıl güncel kalabildiğini hiç anlayamadığımı belirtmek isterim. Özeleştiri niteliğinde de olarak, 4 yıl önce, Ege yöneticilerinin ısrarlı teklifleri ve biraz da merak dolayısıyla bu hareketin toplantılarına 1 ay kadar katıldığımı söylemeliyim. İlk gördüğüm ise “değişim” adı ve iddiasıyla yola çıkan bu hareketin üyelerine sunulan herhangi bir programının olmadığıydı. Beni bu katılıma ikna eden gerçekten çalışkan ve özverili dost ise benim katıldığım ilk yemekli toplantıda harcandı ve yerine İzmir’in anlı şanlı kooperatif Başkanı getirildi. Her türlü sosyal faaliyeti ve boy boy ilanları ile şehrimizin çıkarına çok düşkün bir kısım basınıyla çok iyi geçinip,her seçimde, her türlü adaylığa açık bu başkan il başkanlığına basın müşavirini, diğer başkanlıklara da taşeronlarını getirince yepyeni(!) bu hareket 3-5 parçaya bölünüp, kavga dövüş başladı. Bu değişim(!) karşısında da bizim gibilere düşen elveda demek oldu.

CHP, 11 yıldır ülkemiz koşar adım faşizme gider, AKP her gün bu yönde yeni bir adım atarken, normal bir demokratik ortamdaki gibi Parlamento içi muhalefetini sürdürmektedir. Muhalefeti de RTE’nin her konuşmasına cevap vermek olarak algılayan CHP ve adaylarına verilecek her oyun, söylemlerinin aksine, AKP’ye verilmiş sayılacağı, AKP’nin 11 yıllık yükselişinden açıkça gözükmektedir. Solun bir türlü güncelleşememesinden kaynaklanan, kerhen verilen oylarla varlığını sürdürebilen CHP’nin, sola ve halka yapabileceği son iyilik, kendini feshedip bir an önce sahneden çekilmesi ve ileriye yönelik yeni oluşumlara kapıyı açmasıdır.

Soldan oy isteyen bir diğer parti ise BDP’nin hülle partisi HDP’dir. Bilindiği gibi, bırakın Türk, Laz, Çerkez, vs. ülkemizdeki diğer halkları fakirlikten, işsizlikten inim inim inleyen Kürt halkının ekonomik sorunları ile bile hiç ilgisi olmayan BDP, ülkenin, çoğunlukla Türklerin yaşadığı bölgelerin sorunlarıyla, yerel seçimler dolayısıyla da olsa, ilgilenir gözükmeyi milliyetçiliğine yakıştıramadığı için, birkaç sol gözüken üyesi ile HDP’yi kurmuştur. Kemalizmden ansızın Kürt milliyetçiliğine transferi ile milletvekilliğine bile kavuşan eski Dev-Genç Başkanı’nın dışında bu partinin en flaş ismi ise, hiç şüphesiz, Gezi kahramanı, hep sosyalist olduğunu söyleyen, benim bile yanılıp CHP’den aday olmasını savunduğum,(gerçi, ilkesizlik her zaman buluşulabilir) İstanbul aday adayıdır... İkaz üzerine internette arayınca, bu adayımızın solculuğunu değil ama ABD’nin konuğu Hocaefendi ile flörtünü görmek, benim için de şaşırtıcı olmuştur. Bu nedenle de okurlarımdan özür dilerim.

11 yıldır AKP faşizmi her gün daha da güçlenirken dolaylı-dolaysız destek veren, halktan ve haktan yana tek politikaları olmayan bu partiler şimdi de AKP ile dincilik ve gericilik yarışına girmişlerdir. Bu güne kadar güncelleşemeyip, çoğunlukla, internet adayları ile seçimlere giren sol partiler nedeniyle, kerhen de olsa bir çok iyi niyetli solcunun oyunu alan bu partilerin halkımıza verebilecekleri hiçbir şey yoktur. Peki, AKP’den kurtulmak isteyen insanlarımız oylarını kime vereceklerdir? Nefis bir planlamayla, tam da zamanında yayın hayatına başlayan soL gazetesiyle ile umutları yeşerten sol ne yapacaktır?

Bu sorunun cevabını ise büyük ümitlerle gelişmesini ve demokratik bir katılımla, “ortak akıl” yaratıp politik hedeflerini bir an önce belirlemesini beklediğimiz Sol Cephe vermelidir. Hep söylediğim gibi, önümüzdeki seçim, yerel politikalar, kentsel çözümler ve yerel adaylar ağırlıklı yerel seçimlerdir. Düzen partilerinin, çıkar çevreleri ile beraber yaşanamaz hale getirdikleri belde ve kentlerimizin hali düşünüldüğünde, dürüst ve bilgili adaylarla ve ilgili tüm STK’larla, “ortak akıl” yaratılarak, Büyükerşen örneğinden de güç alarak, yerelde de sadece solun üretebileceği çözümler, halkımızın ihtiyacı, talebi ve en doğal hakkıdır.