Rezilliğin bini bi’ para

Bilindiği gibi, 1517 yılında Yavuz Sultan Selim’in hilafeti getirmesiyle beraber ülkemız politik İslam’la yönetilmeye başlanmıştır.Tarihçiler imparatorluğun Sarı Selim’le beraber duraklama dönemine girdiğini kabul etseler de, hazinenin boşalması, giderek ülke yönetimine egemen olan haremde yaşanan rezillikler ve yabancılara ilk kapitülasyonların bu dönemde verildiğini düşünürsek, kanımca duraklamanin temeli, hilafetin gelmesinden hemen sonra Kanuni Sultan Süleyman döneminde atılmıştır.
Tüm imparatorluğun siyasi ve ekonomik olarak Batılılar tarafından paylaşılmasına kadar giden bu dönemde, taht için en yakınlarını bile öldürmekten çekinmeyen halife-imparatorlarımız, anadolumuzdaki kadınları nedense beğenmeyerek hep dışarıdan kadın getirmiş, dolayısıyla da, melez imparator dönemlerini başlatmışlardır.Çoğu vakitlerini her milletten onlarca kadının bulunduğu haremde geçiren, halktan tamamen kopuk bu “SULTANLARIMIZ”ın koskoca imparatorluk yönetimini nasıl yozlaştırıp yok olmaya götürdükleri ise herkesin malumudur.

1923’te Cumhuriyetin ilanı ile, halifelik bırakılmış, laiklik ilkesi çerevesinde din ve devlet işleri birbirinden ayrılmaya çalışılmıştır. Ancak solun yok edilmeye çalışılması, TBMM’nin yapısı ve topluma kendi kültürü yerine BATI KÜLTÜRÜ’nün empoze edilmesi nedeniyle, tam olarak başarılı olunamamıştır. Nitekim, CHP’nin kapitalist sistemi kurmak için sermaye ve sermayedar yaratma politikaları sonucu palazlanan bir kısım burjuva(!) bu partiden ayrılarak DP’yi kurmuştur.1950 de büyük çogunlukla iktidara gelen bu sözde burjuvaların ilk işi ise o güne kadar tasfiye edilmek istenen başta SAİD-İ NURSİ gibi feodal ve dinci unsurları da iktidarına ortak ederek, Cumhuriyet’in tüm kazanımlarını yok etmeye koyulmak olmuştur.

Amerika’dan Marshall yardımı alabilmek için ilk iş NATO’ya üye olunup dünyanın bir ucunda bizi hiç ilgilendirmeyen Kore Savaşı’na girilmiş, 750 civarında insanımızın ölümüne, binlercesinin yaralanıp sakat kalmasına neden olunmuştur. Bir taraftan “AMERİKA AMERİKA, TÜRKLER DÜNYA DURDUKCA BERABERDİR SENİNLE” gibi şarkılar devlet radyosunda çalarken, ezanın tekrar Arapça okutulması da bu dönemdedir. Devlet tarafından provoke edilip gayrimüslim vatandaşlarımızı hedef alan 6-7 Eylül olayları da bu dönemde yaşanmıştır.

1950’lerde başlayan Amerikan hayranlığı, apartman modası ve yanlış ekonomi politikaları sonucu gelişen köyden şehire göç sonucu, öncelikle, İstanbul başta olmak üzere mantar gibi bitmeye başlayan ve yarı-şehirli kızlarımızın doldurduğu randevu evleri de bu dönemin temel özelliğidir. VATAN CEPHESİ, TAHKİKAT KOMİSYONLARI gibi Anayasa’ya aykırı uygulamalar, ilk öldürülen gençler ve ekonomik çöküş sonucu, 27 MAYIS DARBESİ ile son bulan bu dönemde yaşanan rezilliklere tipik örnek olan BEBEK-KÖPEK VS. DAVALARINI da hatırlatırken, gerek darbeyi, gerekse bu tip davaları onaylamadığımızı ayrıca belirtmek isterim.

1960 sonrasında da tüm sağ partilerin içinde hep var olan siyasi İslam, 12 EYLÜL FAŞİST DARBECİLERİ tarafından devlet yönetiminin teslim edildiği TURGUT ÖZAL ile ve sevmedikleri(!) askerlerle beraber iktidara gelmiştir. Küresel sisteme adaptasyon için ekonominin dışa açıldığı, sokaklarda döviz satılıp, banker ve borsa facialarının yaşandığı bu dönemde, devlet büyük ölçüde yok edilmiştir. Devleti soymak, her türlü yolsuzluk tamamen normal hale gelirken, bürokrasi dincileştirilmiş, tarafsız ve dürüst bürokrat tiplemesi büyük ölçüde yok edilmiştir. Özal ailesinin ilginç yaşam biçimleri ve “DAVUL DELEN JAGUAR” gibi birçok skandal ise bu dönemle ilgili olarak hala hatırlardadaır.

İslamcı kesime, tarikatlara sürekli taviz veren Demirel, Çiller, Yılmaz dönemlerinde yaşanan rezillikleri bir tarafa bırakırsak, farklı dönemlerde,koalisyon ortağı olarak iktidarda “KADAYIFIN ALTINI KIZARTMAYA” çalışan Necmettin Erbakan için de söylenecek çok şey varsa da,ölümünden sonra ortaya çıkan, bir kısmının “cihat paraları” olup zimmete geçirildiği iddia edilen serveti ve ailesinin birbirlerine düşüp yaptıkları çirkin suçlamalar ise hatıralarda tazeliğini korumaktadır.

Küresel sermaye, artan sömürü karşısında demokrasi içinde yönetemeyeceğinden 2002’de AKP’yi tek başına iktidara getirmiştir. Dünya Bankası’nın memuru, DSP-MHP-ANAP iktidarının bakanı Kemal Derviş’in İMF patentli ekonomik programını uygulandığı AKP dönemi önceki dönemlere tam anlamıyla rahmet okutmuştur. Nedense birden zengin olan milletvekilleri, belediye başkanları, parti yönetcileri, bürokratlar her türlü seçimde havada uçan paracıklar.gemicikler, yumurtacılar başta medya olmak üzere yandaşlara dağıtılan avantalar daha da neler neler...

Sonuçta ise devamlı geriye giden, dincileşen toplumda diğer yandan artan rezaletler, uyuşturucu, doping, şike, kadın cinayetleri, yalan söylemek, intiharlar, organ kaçakçılığı fuhuş, vs. karşısında bir an geçmişi hatırlıyorum. Geçenlerde, bilmem kaçıncı defa izlediğim, 1960 döneminin sıradan filmlerinden, Fatma Girik ve O. Günşirayın oynadığı “MAHALLEYE GELEN GELİN” filminde o dönemi yansıtan mahallelik ilişkileri,dayanışma,mahallenin mert delikanlıları, namus, şeref, haysiyet, fedakarlık, sevgi, saygı... Ne oldu bu güzel insani ilişki ve duygulara dersiniz? Bense gözümden 2 damla yaş geldiğini anımsıyorum.

Görüldüğü gibi politik İslam ülke yönetimine hakim olurken, Batı’da muhafazakar parti yönetimlerinde olduğu gibi daha tutucu, daha geleneksel bir toplum yapısı beklenirken, dünyadaki tüm örneklerinde olduğu gibi hepimizi üzen, karamsarlığa iten bu tablo içinden “GEZİ DİRENŞİ VE RUHU” bir güneş gibi doğmuştur. Direnişe katılan ve destekleyen insanlar arasındaki muhteşem, ilişkiler, yardımlaşma, nezaket, insan doğa ve ülke sevgisi, cesaret... Bir anda, umutlarımızı yeşertmiş ve kendimize gelmemizi sağlamıştır.
Bu tablo karşısında son iki yönetimiyle laiklik mücadelesini bile yürütemeyen, çarşafa rozet takan, örneğin S. S. Önder ile yüzde 100 kazanılacak bir seçim için zenginler seviyor diye, ilkesiz Sarıgül’ün adaylığına sarılan CHP, Türk-İslamcı MHP ve feodal yapısına uygun olarak “HAYVAN VERGİSİ”ni sevmeye başlayan, KÜRT-İSLAM SENTEZİ arayışındaki BDP düşünüldüğünde, bu düzenin rezilliklerini halka anlatıp mücadele vermek te SOL’a DÜŞEN BİR GÖREV olmakla birlikte, gerçekten dindar bilim adamlarının ve antikapitalist Müslümanların varlığı ve mücadelesi de hayati önem taşımaktadır.