Mandacılık ve montaj sanayii-5

Geçen dört haftadaki yazılarımızda açıklamaya çalıştığımız gibi, AKP 11 yıldır, küresel patronların emrindeki IMF’nin taşeronu Kemal Derviş yönetiminde hazırlanan, “ihracata dayalı güçlü ekonomiye geçiş” programını uygulamaktadır. Amaçlanan ve iddia olunan, Başbakan’ın hep söylediği gibi, halen 17’nci sırada olan ülkemizin dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasına girebilmesidir.

İzlenen ekonomik politika sonucu ülkemiz, 44’e ulaşan milyarder sayısı ile hâlâ Avrupa’da 2’nci sıradadır. Buna karşın nüfusunun yüzde 20’si yoksul olup, yıllık aile geliri 3 bin 312 liranın altındadır. Satın alma paritesine göre, Avrupa’da, Makedonya’nın ardından, en fakir ülkeler arasında sondan ikinci sıradadır. Bu rakamlar bile fakiri, fukarayı kollayan, dindar(!) AKP iktidarının, dar ve kaldıysa orta gelirli vatandaşımıza vadettiği cennetin ne olduğunu açıkça göstermektedir.

Güçlü ekonomi meselesine gelince, 2002’de yüzde 6,2 ile aldığı büyüme oranını 11 yılda ortalama yüzde 4,6’ya, şu anda da yüzde 3,1’e düşüren AKP döneminde, 10 yılda ortalama yüzde 5-6 civarında olan cari açığın milli gelire oranı, şu anda yüzde 6’yı da aşmış durumdadır. 2002’ye kadarki hükümetler 80 yılda toplam 44 milyar dolar cari açık vermişken, AKP’nin 10 yıllık döneminde, bunun 8 katı kadar yani yaklaşık 400 milyar dolar cari açık verilmiştir. 2002’de cari açığın milli gelire oranı bakımından 41’inci sırada olan ülkemiz halen, dünyada sondan 7’nci sırada bulunmaktadır. Bu 10 yıllık dönemde, 500 büyük sanayi kuruluşunun üretimlerinde yarattığı katma değer ise yüzde 18,7’den yüzde 11,4’e 1000 büyük firma için hesapladığımızda, yüzde 9’lara düşmüştür. Sadece otomotiv sektöründe geçen yıl yaşanan istihdam kaybı yüzde 10’dur. Sanayi üretimimizde, ücret, kâr, faiz, kira olan faktör gelirlerinin yurtdışında kalan kısmı yüzde 90’ları geçmiş durumdadır.

1990’larda yüzde 24, 2002’de yüzde 19,2 olan tasarruf oranı da bu dönemde yüzde 12’lere düşürülmüştür. Bütün bu gelişmeler sonucu, toplam dış borcumuz 130 milyar dolardan 337 milyar dolara çıkarak 3 misli artmış özel sektörün dış borcu da 49’dan 227 milyar dolara her şekilde tüketime zorlanan hanehalkının borçları, 6,4 milyar liradan 345 milyar liraya çıkmıştır. Ülkemizdeki sıcak para miktarı da bir önceki kalemler gibi, 7 milyar dolardan 160 milyar dolara yükselmiştir. Devletin, özel sektörün, bireylerin uçan kuşa bile borçlandırıldığı ülkemizde, bu gelişmeleri dikkate aldığımızda, küresel güçler tarafından belirlenen üretim ve sanayi yapımız sonucu, tasarruflarımızın eksiye düştüğü ülkemizin dışarıdan döviz gelişi olmadan, bırakın büyümeyi, cari üretimini yapamayacağı açıkça ortadadır.

Nitekim 2013’te, 9 aylık cari işlemler açığımız 49 milyar dolarken bu açık, 6,8’i yatırım için, 28,4’ü kredi olarak, 6,7’si borsaya giren ve 5,1 milyar doları da kaynağı belirsiz şaibeli döviz girişi ile kapatılmıştır. Ekonomimizin önümüzdeki 1 yıllık dönem içinde vadesi gelen borçları ödemek ve cari açığı karşılamak için, en iyimser tahminlerle, 250 milyar dolara ihtiyacı vardır. 2013’ün ilk 9 aylık döneminde, sermaye hareketleri ile ülkeye giren dövizin 54,1 milyar dolara, Eylül ayında ise 2,2 milyar dolara düştüğünü hatırladığımızda, bu “güçlü ekonomi manda programı”nın, küresel ölçülere göre bile ekonomimizi çok riskli hale sokarak yabancıların iki dudağı arasında felaketlere getirdiğini açıkça görürüz. Bu durumu devam ettirmek isteyen AKP iktidarının, ülkemizin daha da nelerini pazarlayıp satacağını ise hayal etmek iyice zorlaşmaktadır. Ancak yükselen döviz fiyatlarını dikkate aldığımızda, başta, akaryakıt, içki ve sigara olmak üzere ve tamamı vergi zamlarına yansıyacak şekilde, önemli miktardaki zamların, belki de, seçim düşünülerek, biraz yumuşatılmış haliyle dar gelirlilerimizin sırtına bineceği, istemesek de açıkça görülmektedir. Takriben, tüm az gelişmiş ülkeler benzer durumdayken ABD ekonomisinde rakamların düzelip, işsizliğin da azaldığı da işin başka bir boyutudur.

Az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkeler sınıfına giren ülkemizin kalkınabilmesi, büyüme oranını artırabilmesi için tüketim harcamalarını kısarak ulusal tasarrufları artırması, bu tasarrufları da yatırıma dönüştürmesi gerekmektedir. AKP’nin 11 yıllık iktidarında izlenen dışa bağımlı ekonomi politikaları sonucu, bırakın tasarruf etmeyi, tüketim harcamaları için bile dışa bağımlı, küresel finans sermayesine borçlanan bir ekonomik yapı oluşturulmuştur. Sanayimiz tamamen temel girdilerini ithal eden, ihracattan çok ithalat yapan bir montaj sanayisine(!) dönüştürülmüştür. IMF patentli “güçlü ekonomi”(!) modelinin sonucu da tam olarak budur. Aslında dünyada hiçbir ülke, insanlarının ihtiyacının tamamını kendi üretmemektedir. Ancak güçlü bir ekonominin uluslararası işbölümü içinde yabancıların talep ettiği malları da üretmesi, bunları ihraç ederek elde ettiği döviz gelirleriyle, ekonominin ihtiyacı olan ithalatı borçlanmadan karşılayabilmesi gerekmektedir. Ancak, uluslararası sermayenin bize uygun gördüğü rol, ılımlı(!) İslam vasıtasıyla insanların uyutulduğu, sürekli tüketen ve borçlanan bir manda ülkesidir itiraf etmeliyiz ki, bunda da oldukça başarılı olmuşlardır.

Sanayimizin hali buyken, genel olarak, ekonomide nisbi oranının düşmesi, gelişme ölçüsü farz edilen tarım sektörüne kısaca baktığımızda ise milli gelirde, 1980’de yüzde 26, 2000’de yüzde 14 olan payın, 2012’de yüzde 9,3’e düştüğünü ancak 16 milyar dolar ihracat yapabilen bu sektörün, 16,3 milyar dolar ithalat yaptığını ve insanlarımızın hâlâ yüzde 25’inin çok düşük gelirle bu ülkede çalıştığını, büyük ölçüde yabancıların kontrolüne giren bu sektörün payının düşmesinin çoğunlukla verimsizlikten kaynaklandığını görmekteyiz.

Harcadığından fazla dövizi kazandıran tek sektörümüz, net döviz getirisi 1,39 milyar dolar olan hizmetler sektöründe de 2012’de 22,9 milyar dolarlık döviz gelirinin 21,6 milyar doları turizmden kazanılmaktadır. Ülkemizin dar kaynaklarının hovardaca yandaşlara aktarıldığı bu sektörde 500’e yaklaşan 5 yıldızlı, 4 bine yaklaşan turistik belgeli tesis bulunmaktadır. Sadece Antalya’daki lüks otel sayısının bizden 5 misli fazla ve daha zengin turistin gittiği, doğal olarak, turizmde bizden çok geliri olan İspanya, Yunanistan ve Mısır’dan fazla olduğunu hatırladığımızda ülkemizde insanlarımıza 4-5 kat fazla fiyat uygulayan, yabancıya 10-20 dolara 5 yıldızlı “her şey dahil” yatak verip, kaçak içki ve bozuk yiyecekle öldüren, tam bir “sömürge turizmi” oluştuğunu söyleyebiliriz.

İlk yazımızda mandaların çamurda gezmeyi sevdiklerini söylemiştik ancak bizim mandalarımız, vadettikleri iktidar ve türlü hediyelerle(!) çamurlarını cazip hale getiren gelişmiş, mandacı ülkelerin çamurlarını sevdiklerinden, ülkemizin ekonomisinin düştüğü durum ortadadır. İktidarıyla, bu çamurdan nasibini daha da almak için ABD yollarına koyulan muhalefetiyle bu düzeni değiştirmek, artık ertelenemeyecek bir görev haline gelmiştir. Doğru bir zamanlama ve tespitle, tüm solcuyum diyenlerin derhal katılması gereken “sol cephe”nin çağrısı yapılmışken, sol partilerimize yerel seçimlerin yaklaşmakta olduğunu bir kez daha hatırlatmak isterim...