Mandacılık ve Montaj Sanayii-2

Ülkemizde ise Osmanlı!dan devralınan enkaz üzerinde, devlet eliyle sermaye ve sermayedar yaratma çabaları ve 2. Dünya Savaşı’nın yarattığı zorlukların yavaş yavaş aşılmasıyla, büyük ölçüde aydınların hazırladığı 1962 Anayasası’nın getirdiği geniş özgürlük ortamında, sanırım en keyifli yıllarımız yaşanmıştır. Bu ortamda, doğal olarak sol hareket de önemli gelişme göstermiş, DİSK’iyle, FKF’siyle TİP’in önderliğinde oylarını %3 lere çıkarıp, nitelikli ve sosyalist kadrolarıyla TBMM’nin altını üstüne getirirken, toplumda etkinliğini ve sempatisini büyük ölçüde arttırmıştır.

Sonuç olarak da TİP’in bu durumunun etkisiyle CHP bile klasik politikalarını değiştirip, yalancıktan da olsa ORTANIN SOLU POLİTİKASI’nı ortaya atmıştır.Doğal olarak bu durumdan hoşnut olmayan hakim sınıflar, MAHİR KAYNAK ve BENZERLERİ ile DERİN DEVLET’i devreye sokarak, mafya özentisi silahlı ülkücü çeteleri ortaya sürmüştür. Bugün kimi AKP’li, kimi BDP’li kimi de eski çizgisinde provokasyona devam eden, yanlış olarak liberal solcu falan denilen, aslında dönek ve satılmıştan başka bir şey olmayan, yakından tanıdığımız ve o gün, sosyalistlere karşı hareketin yönetim kadrolarında olan birileri(!), sol hareketi büyük ölçüde bölmeyi başarmış ve bugün hâlâ aşılmaya çalışılan şekilde sol adını halk nezdinde büyük sempati kaybına uğratmışlardır.

Doğal olarak da çok milli(!) burjuva ve ordumuz da boş durmayıp, bu oluşumları bahane ederek 12 Mart ve 12 Eylül darbeleriyle demokrasimizi yok etmiş, o güne kadar kazanılan işçi ve emekçi haklarının tümünü ortadan kaldırmıştır. Her 2 darbede de bir tek İslamcı kesim zarar görmemiş, en büyük darbe ise SOL’a ve kadrolarına vurulmuştur. Antidemokratik yasal düzenlemeler ve SSCB başta olmak üzere sosyalist ülkelerde yaşanan karşı devrimler de sürece eklenince SOL hareket ülkemizdeki etkinliğini büyük ölçüde yitirmiştir. O günden beri ülkemizde tam bir demokrasi ve muhalefet komedisi yaşanmaktadır.Yerel seçimlere 4 ay kala, Gezi Direnişi’nin gösterdiği gibi halkımızın talebine rağmen, ülkenin diğer kesimlerindeki yerel politika için bile İslamcı ve liberallerle beraber ayrı parti kuracak kadar milliyetçi Kürt hareketinin peşine takılanlar dışında, soldaki hareketsizliğe baktığımızda ise en azından politik olarak bu durumun halen devam ettiği gözlemlenmektedir.

İşte bu şartlarla geçirdiğimiz yıllarda, ülkemizde derecesi değişen faşizm koşullarında, neoliberal ekonomiye uyum çabaları adı altında, kambiyo kontrol rejimi kaldırılmış, önce mal ve hizmet, sonra da sermaye yani paranın uluslararası dolaşımının önündeki tüm engeller yok edilmiştir. Dönemin özelliği, IMF dolayısıyla ABD’nin öngördüğü politikaların dönem iktidarları tarafından anayasa hükümleri gibi tavizsiz uygulanmaya çalışılmasıdır. Her gelen iktidar ise bir öncesini aratırcasına halkımızın kemerlerini biraz daha sıkmış, artık kemerlerde delinecek yer kalmamıştır.

1980’Lİ YILLAR, 12 Eylül yönetimi ve Özal’ın liberal ekonomiyi oturtma çabalarıyla,1990’lı yıllar ise devam eden bu çabaların yanında, büyük ölçüde de, koalisyonlar dönemi olmuş, doğal olarak da IMF programı istendiği gibi uygulanamamıştır. Ülkemiz, bu dönemde kendi krizlerinin yanında dünyadaki her krizi ithal etmiş, genelde finansal olan 1994, 1999, 2001 gibi krizlerde halkımızın durumu daha da kötüleşmiştir.

İşte bu süreç sonunda ülkemizin MANDA olma niteliği bir kez daha ve dramatik şekilde ortaya çıkmıştır. 2001 krizi yaşanırken ülkemizin en milliyetçi(!) hükümetlerinden DSP-ANAP-MHP KOALİSYONU, ABD’DEN gönderilen Dünya Bankası memuru Kemal Derviş’i önce ekonomiden sorumlu bürokrat, sonra da aynı görevle bakan yapmıştır. GÜÇLÜ EKONOMİYE GEÇİŞ adı altındaki bu programı uygulamak ise Derviş’in siyası cambazlıklarından sonra nasıl olduğunu hâlâ anlayamadığımız bir şekilde tek başına iktidara getiriliveren AKP’nin güçlü hükümetine kısmet olmuştur.
İŞTE kalan demokrasi kırıntılarının da yok edildiği, gençlerimizin sokakta alenen katledildiği, dış politikada dostumuzun kalmadığı, ülkemizde her türlü terör örgütünün cirit atmaya başladığı bu dönemde küresel güçler tarafından AKP’nin ekonomik politikası mucizevi bir başarı gibi, sunulmuş, sürekli kredi notu artırılmış, başta hâlâ vazgeçmediği sosyal haklar yüzünden bir anda tukaka edilen Yunanistan olmak üzere diğer ülkelere örnek gösterilmiştir.

Bu durumda biz de 11 yıllık bu ekonomik mucize ve başarının(!) sonuçlarını incelemek istedik. 2002’den bu yana, 11 yıllık bütçe gelirleri dışında, üç kuruşa peşkeş çekilip özelleştirilen ve 45 milyar dolar gelir elde edilen devlet malları dışında, ülkenin dış borcunu 130 milyar dolardan 337 milyar dolara, iç borcunu 245 milyar liradan 387 milyar liraya, yani 197 milyar dolara, iç ve dış borç toplamını da 534 milyar dolara yani 1 trilyon liranın üzerine çıkarıp, bu kaynakları da kullanan, bu başarılı(!) iktidar dönemi sonunda ülkemiz ekonomisi nereye gelmiştir dersiniz?
SÜRECEK