Mandacılık ve montaj sanayi 1

Bilindiği gibi manda, ülkemizde de çok miktarda bulunan, oldukça iri, bataklıkları seven, devamlı çamura girmesi şart olanama pek de lezzetli olmayan, etinden, sütünden ve özellikle derisinden yararlanılan bir hayvandır. Yönetsel ve ekonomik anlamda manda kelimesi ise Fransızca’dan türemiş olup, yetki ve görev anlamına gelmektedir. 1. Dünya Savaşı’nın bitiminde, özellikle Alman ve Osmanlı imparatorluklarının dağılmasından sonra kurulan eski sömürge ülkelerinin yönetim biçimi olarak ortaya çıkmıştır. Buna göre, Milletler Cemiyeti tarafından görevlendirilen, eski sömürgeci İngiltere, Fransa, Belçika gibi ülkeler, başta Suriye ve Irak olmak üzere bu eski sömürge ülkeleri bağımsızlığına kavuşturmak(!) için geçici bir süreyle mandacı ülke olarak yönetmişlerdir.

1. Dünya Savaşı’ndan sonra, ülkemizde de özellikle ABD mandası altında Batılılaşıp gelişme fikri çok tartışılmıştır. Bu görüş, özellikle de “halk için halka rağmen” fikrini daha sonra da sürdüren, 1918’den sonra feshedilen İttihat ve Terakki’ye yakın, milliyetçi(!) H. Edip Adıvar, Yunus Nadi gibi etkili kişiler tarfından ortaya atılmış ve savunulmuştur. Dönemin yönetimi tarafından da fazla soğuk bakılmayan bu görüş, 1. Dünya Savaşı’ndan sonra ABD’nin MONROE DOKTİRİNİ ile 1941’lere kadar süren “kabuğuna çekilme” politikaları sonucu uygulamaya geçememiştir.

En son, 1946’da Suriye’nin bağımsızlığına kavuşmasıyla doğrudan mandacılık terk edilmiştir. ABD ve yardakçısı emperyalist ülkeler, 1950’den sonra yayılma politikalarını tekrar başlatıp, kapitalist sistem içinde sömürüyü artırarak devam ettirmiştir. 1970’li yıllarda Friedman gibi ekonomistlerin(!) teorisini hazırladığı, 1980’lerden sonra dünyanın büyük bölümünü etkisi altına alan küresel ekonomi döneminde ise IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşlar ve küresel şirketlerin dayatmasıyla, çıkarlarına uygun sektörlerde montajcılık ,sanayide dövize bağımlılık ve dolayısıyla “YENİ MANDACILIK DÖNEMİ”ni başlatmıştır.

Küreselleşme, kelime anlamıyla bütünleşme demektir. Küba gibi birkaç ülke dışında, şimdilik tarih sahnesinden çekilen sosyalist sistemde, bir amaç olarak ortaya çıkan küreselleşme, çokuluslu şirketlerin politik ve ekonomik güçlerinin artması, özellikle de son 20-25 senede yaşanan bilgisayar ve iletişim teknolojisindeki patlama, ticari engellerin kaldırılması, finans ve sermaye hareketlerinin büyük ölçüde serbestleştirilmesiyle emperyalist süreçte son dönemlerin en önemli olgusu olarak ortaya çıkmıştır.

1944’teki Bretton Woods Anlaşması’nda doların uluslararası para olarak kabulü il Küresel dünyanın patronu ABD, sadece kendi ekonomik politikası sınırları içinde istediği kadar para basabilmektedir. Son krizde de gördüğümüz gibi dünya piyasalarına bu şekilde sürdüğü para miktarını azalttığı zaman kendisine bağımlı tüm ülke ekonomilerini bir anda çökertebilecek güce sahip olan ABD, tüm dünya üretiminin yüzde 20’sini tek başına tüketmektedir. Patronajını yaptığı IMF, Dünya Bankası ,Dünya Ticaret Örgütü ve hatta AB gibi kuruluşlarla başta az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler olmak üzere tüm dünyaya hükmetmektedir.

Küresel ekonominin, IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşlarla geniş halk kitlelerine yaptığı dayatma ise her zaman “kemer sıkma politikaları”dır. Devlet tüm ekonomik hayattan çekilecek, tarih boyunca işçi sınıfının mücadeleleri ile kazanılan tüm sendikal ve sosyal güvenlik haklar kaldırılacak, tüm devlet malları, bankalar işletmeler özelleştirilecek, dış ticaretin yanında her türlü para hareketi de serbest bırakılarak küresel sermayenin önündeki tüm sınırlar yok edilecektir. Böyle bir programın dünya halklarına demokrasi içinde kabul ettirilmesi de mümkün olmadığı için, en çok da milliyetçi, etnik ve dini unsurlar kullanılarak insanlar yapay nedenlerle birbirlerine düşürülmüş, ulusal devletler parçalanarak kolay yutulur küçük lokmalar haline getirilmiştir. Eski SSCB ülkeleri ve Balkanlar’da başlayan bu süreç, Ortadoğu’dan İpek Yolu boyunca ilerlemektedir. 1990’lardan sonra dünyanın tek hakimi olan küresel güçler, gerektiği zaman birçok ülkeyi işgal etmek ve TV’den naklen yayınlayarak bombalamaktan ise hiç çekinmemektedir.
Küresel ekonomide kapitalizmin temel varsayımları olan arz-talep, tasarruf-yatırım denge ve eşitlikleri, tüm tasarrufların yatırıma dönüşmesi ile dünya üretiminin sınırsız olarak artması ve TAM İSTİHDAM ise ulaşılmaz bir hayal haline dönüşmüştür. Dünyadaki işsizlik ve açlığı her gün biraz daha artıran bu ekonomide, ulaşabildiğimiz 2000’li yılların sonundaki rakamlarla dünya ticaret hacmi yıllık olarak 22 trilyon dolara ulaşabilmişken, finans piyasalarında bir günde dolaşıp çoğu yatırıma dönüşmeyen para miktarı 1970’lerde 18-20 milyar dolar, 1980’lerde 190 milyar dolar iken 2 trilyon doların üstüne çıkmıştır. Kapitalzmin kurucularının öngörülerinin aksine “para”, artık tarafsız bir mübadele aracı değil bir mal haline gelmiş, sistem ise üretimi, istihdamı unutup paradan para kazanmaya dönüşmüştür. Yine bu sistemin uluslararası iktisadın temel öngörülerinden olan “serbest ticaret yoluyla, her ülke en güçlü olduğu sektörde gelişmelidir” teorisi de fos çıkmış, ülkelerin ne üreteceğine de uluslararası tekeller karar vermeye ve ülke ekonomilerini mandalaştırmaya başlamıştır. Ülkemizin, bereketli topraklarına rağmen tütün, pamuk, et gibi ürünleri ithal etmeye başlaması da bundandır.

Küresel ekonomi sürecinde, 6 milyar nüfuslu dünyada bu güne kadar yaratılan servetin üçte biri 10 milyon kişinin elinde toplanmış, 241 trilyon dolar olan dünya servetinin yüzde 86’sı nüfusun yüzde 10’unun eline geçmiştir. Ilk 10 zenginin servetinin toplamı ise az gelişmiş 48 ülkenin yılık gelir toplamından fazladır. Halen, çoğu banka ve finans kuruluşu olmak üzere küresel patronların ortak olduğu 147 şirket ise tüm dünya ekonomisinin yüzde 40’ını kontrol eder hale gelmiştir. Açlığın, işsizliğin, tefeciliğin yanında, üretim de maliyet artışına katlanılamadığı ve zahmetsiz, tatlı faiz karları nedeniyle üretimde görülen yavaşlama, iklim değişiklikleri, kirlenme ve ısınma ile de dünyamızı yok olmaya gütüren küresel ekonomi ile ilgili söyleyecek daha çok şey varsa da biz başlığımıza uygun olarak ülkemiz ekonomisini, montaj sanayiini, mandaları ve mandacıları incelemeye devam edeceğiz. SÜRECEK