Kim bu faiz lobisi?

Gezi olayları da dediğimiz Haziran Direnişi, toplumun her kesiminden insanların bir arada yarattığı bir destan ve tarihimizde ilk defa büyük ölçüde kendiliğinden oluşan bir halk hareketidir. AKP iktidarı ile pekiştirilen küresel finans sistemine bağımlı ilkel kapitalist sistemde, geleceksiz kalan ve özel hayatlarına karışılmasını istemeyen, başta gençler olmak üzere direnişçiler, devletin işlediği cinayetlere varan baskıya rağmen direnmiştir ve görülen odur ki, direnmeye devam edeceklerdir.

Halkın direnişi karşısında panikleyen, makul ve masum isteklerini karşılamak yerine kitlesini kaybetme telaşına düşen RTE, tam da Aziz Nesin’lik bir söylemle bu olayları “faiz lobisi”nin çıkardığı ve desteklediği iddiasında bulunmuş ve dünya alemi de bolca güldürmüştür. Peki, kimdir bu faiz lobisi ve faizciler dersiniz?

Bilindiği gibi, kapitalist ekonomiye göre faiz, üretim faktörlerinden sermayenin, belirli bir süre kullanım bedelidir. Bir anlamda ise paranın kirasıdır. İşgücünün bedeli ücret, müteşebbisin üretimi organize etme bedeli kâr olduğuna göre, bir anlamda “üretimden çalışmadan pay almak” olan faiz, tarih boyunca tüm toplumlarda hor görülmüş, birçok devlette ise yasaklanmıştır. Dindaşları dışındakilere faizle borç vermeyi hoş gören Yahudilik dışındaki dinlerde ise faiz haram sayılmıştır. Bu nedenle, faizle borç vermeyi ve aracılık etmeyi meslek edinebilen Yahudiler tarih boyunca zenginleşmiştir. Soykırıma kadar varan Yahudi düşmanlığının nedenlerinden biri de budur.

AKP, 2002 yılından bu yana, 11 yıllık iktidarını, küresel finans sermayesinin desteğiyle ve faiz karşılığı halkımızı borçlandırarak sürdürmüştür. İç borçları 257 milyar liradan, 563 milyar liraya, dış borçları 130 milyar dolardan, 337 milyar dolara çıkarıp 11 yılda, yok ettiği 80 yıllık Cumhuriyet’ten daha fazla borçlanmıştır. Yine bir anlamda, ülkemizin borcu sayılan sıcak para miktarı da bu 11 yılda, 24 milyar dolardan, 150 milyar dolara yükselmiştir. Aynı dönemde izlenen özelleştirme politikalarıyla da ulusal mal varlığımız üç kuruşa peşkeş çekilerek, ülkemiz iflas durumuna getirilmiştir.

Doğal olarak, bu ekonomik politikanın bedeli, ekonomik çöküntü, faşizan baskıların ve gericiliğin artması, ülkemizin bağımsızlığı ve komşularıyla olan iyi ilişkileri olmuştur. Dünyanın en yüksek faiziyle içeriden ve dışarıdan para kiralayan AKP döneminde, halkımızın vergileriyle karşılanan bütçe harcamalarının en önemli kalemi ise faiz ödemeleri olmaya devam etmiştir. 2002 yılında bütçemizde faiz ödemeleri 47,5 milyar lira iken, 2013 bütçesinde 53 milyar lira olması, yani borçlar oranında artmamasının nedeni ise 2002 döneminin özelliği gereği özel sektör yerine devletin borçlanması veya garanti vermek zorunda kalması ve uluslararası düzeyde uygulanan yüksek faiz oranlarıdır.

AKP İktidarı döneminde, devletin iç ve dış borçlar için ödediği faiz miktarı 92 milyar dolar ve 600 milyar TL’nin üzerindedir. Ülkemiz insanlarının, başta bankalara olmak üzere, faizle aldıkları borç miktarı ise yüzlerce misli artarak 255 milyar lirayı geçmiş bulunmaktadır. AKP’nin 11 yıllık iktidarının sonucu ise devletimiz ve halkımızın, bu kötü faiz lobisine(!) borçlanması ve geleceğinin tamamen ipotek altına alınmasıdır.

AKP’nin 11 yıllık iktidar döneminde yapılan değişiklik ve uygulamalarla, vergi sistemimiz de, “faiz lobisi” lehine, başta ücretliler olmak üzere halkımız aleyhine, daha da adaletsiz hale getirilmiştir... Bilindiği gibi, toplam vergilerimizin yaklaşık yüzde 20’si kesinti yoluyla alınan gelir vergisinden oluşmaktadır. Bu vergi içinde, faiz gelirlerinden kesinti yoluyla alınan vergi, yüzde 25’in üzerindeyken, 2012’de bu oran yüzde 10’lar civarına inmiş bulunmaktadır. Yine bu verginin, 2003’te yüzde 6,59’u asgari ücretliden olmak üzere, yüzde 52,16’sı ücretlerden alınırken, 2012 yılında, yüzde 12,26’sı asgari ücretliden olmak üzere, ücretlilerden yapılan kesinti yüzde 67,23’e yükselmiştir.

Özetle, RTE’nin başkanlığındaki AKP hükümeti, bu faiz lobisine, “o kadar çok kızmaktadır ki”, bunlara 11 yılda halkımızın sırtından, önemli vergisel avantajlar sağlamıştır. Her yıl yeni bir rekora koşan borsadaki faiz kazançlarından hiç vergi alınmazken, dar gelirlinin tüketim mallarındaki KDV ve ÖTV başta olmak üzere, dolaylı vergilerin arttırılması ise işin başka bir boyutudur.

Her nasılsa bu faizci(!) dönemde, hepsi de zengin kalıp servetlerini arttırabilen AKP’li yönetici ve milletvekilleri, tüm ekonomi politikalarını ağızlarından düşürmedikleri İslam dininin haram saydığı faizle, küresel finans sisteminden borç almaya dayandırmışlar ve ülke ekonomisini tam bir batağa doğru sürüklemektedirler. TBMM’deki diğer partilerin, bu konuda bile muhalefet yapamaması ise solun vakit kaybetmeden kendini güncellemesi gereğini bir kez daha göstermektedir.