İzmir solcu mu? (2)

Ülkemizin Batı’ya açılan penceresi şehrimiz, ülke ihracatının tarıma dayalı girdilerinin yanlış politikalar nedeniyle büyük kısmının ithal edilmediği dönemlerde, Söke ve Gediz ovalarının bereketli topraklarının sunduğu imkanlarla ihtiyaçlarını gideriyordu. Ege Bölgesi’nin merkezi olarak Söke, Akhisar, Turgutlu gibi ilçeleri ve diğer illerini hep sarıp sarmaladı.
Tarım dışında da tarihi eserleri ve doğal güzellikleriyle birer turizm merkezi olan Bergama, Selçuk gibi ilçeleriyle de ülke ekonomisinde çok önemli bir yer işgal ediyor. Sonuçta her bakımdan üçüncü büyük şehir olma özelliğini sürdürüyordu.

“İşte bu ‘hayali cihan’ dendiği zamanlarda ülkemizin üçüncü büyük şehrinin, ülke ekonomisindeki bugünkü yeri nedir” diye sorarsanız, işte yanıtı:
Bugün istatistiklere göz attığımız zaman, şehrimizin bu özelliklerini büyük ölçüde sürdüremediği, özellikle de 1980’lerden sonra başlayan dışa açılma ve sonrasında küresel ekonomiye uyum(!) sürecinde, Bursa, Gaziantep gibi şehirlerin bile gelişme hızını yakalayamayarak eski konumundan uzaklaşmaya başladığını üzülerek görmek-
teyiz.

İzmir’in ekonomisi ile ilgili geçmiş dönem rakamlarına ulaşabilmek ise başlıca sorun olduğundan, ilgili kuruluşlar içinde bir tek İZSİAD’in sitesinde ihracat sürecimizle ilgili 2011 yılında yapılmış bir araştırma bulabildiğimi de özellikle belirtmek isterim.
Bu araştırmaya göre, son 15 yıllık dönemde ülke genelinde ihracat artışı yüzde 4,91 iken, ancak yüzde 2,09 artış gösteren İzmir’in, yüzde 5,96 oranıyla Bursa ve Kocaeli’nin de gerisinde kalarak dördüncülüğe düşmesi gerçekten üzücüdür.
Çok önemli bir gelişme de bu dönemde ihracat artış oranları İzmir’den yüksek olan Manisa ve Denizli’nin büyüyen ihracat rakamları karşısında, Ege Bölgesi ihracatının ancak yüzde 59’unu gerçekleştirebilen İzmir’in, Ege Bölgesi’nin merkezi olma özelliğini de yitirmeye başlamasıdır.
Bu süreçte milli gelirdeki payı itibariyle de altıncılığa düşen, ülkenin en büyük 500 firması arasına sadece 25 firmasını, yine ilk 1000 ihracatçı firma arasına sadece 67 firmasını sokabilen İzmir’de, “ekonomi tıkırında” demek pek de mümkün gözükmemektedir.

Ağızlara sakız edilen, birçoğunun da çok beğendiği küreselleşme olgusu karşısında önemli bir finans merkezi haline gelen ve sürekli ülke ekonomisindeki yerini büyüten İstanbul’un devlet merkezi olma özelliğinin yanında, ihracatta bile beşinciliğe yükselen Ankara’nın ve “Anadolu’nun parlayan yıldızları” Gaziantep, Mersin, Hatay gibi illerin karşısında İzmirlilerin tartışması gereken çok şey olduğu açıkça ortadadır.
Güzelim körfezini bataklığa çeviren, liman sorununu bir türlü çözemeyen, Ankara’ya Afyon üzerinden doğrudan tren bağlantısını bile yeni akıl edebilen, havalimanına uçuşların giderek azaldığı kentimiz, 1980’lerde ulufe gibi sunulan sadece Çeşme varışlı lüks otobanına rağmen bu ilçeyi varlıklı İzmirlilerin dinlenme merkezi haline getirdi,
şimdilerde ise Bodrum’u terk eden İstanbul’un sıcak para sahiplerinin iki ay için doluştuğu ve 500 binlere ulaşan nüfusuyla bir eziyet merkezi haline gelen, belki de Avrupa’nın en pahalı kentlerinden biri olduğundan turistlerin elini ayağını basmadığı Çeşme’siyle dikkati çekmektedir.

Sadece tarihi özellikleriyle bir miktar turistin geldiği Selçuk dışında, turizm gelirleri de cılızlaşıp, başta Antalya olmak üzere birçok ilin gerisinde kalan kentimizde ortak akıl ve dolayısıyla sinerji yaratmak, İzmir’i yöneten ve yönlendirenlerin, genel ve yerel politikacıların ise hiç aklına gelmemektedir.

Bizi en çok ilgilendiren ise “sol” diyebileceğimiz partilerin İzmir’de dikkat çeken başarısızlığıdır. Buna göre, TİP 1965 yılında bu şehirden, ülke ortalamasında yüzde 3’lerde oy almışken, 2007 seçimlerinde TKP ve ÖDP’nin toplam oyu, binde 13’te, 2011 seçimlerinde, TKP ve EMEP’in toplam oyu binde 18’lerde kalmıştır. Bu durum, yeniliklere açık bu kentte, hem de altı ay sonra yerel seçim varken sol partilerin de yeniden ve ciddi bir değerlendirme yapmasının gerekliliğini açıkça göstermektedir.