İzmir solcu mu? (1)

24 Ağustos tarihli gazetemizde, İzmir’le ilgili araştırma ve yazıları görünce, İzmir’de doğmuş, çocukluğunun, gençliğinin önemli bir bölümünü bu kentte geçirmiş, 1976’dan beri sürekli İzmir’de yaşamış, 1997-2003 yılları arasında bu kentin tüm maliye teşkilatını yönetmiş, son seçimde Çeşme’den Belediye Başkan adayı olmuş, eşi ve kızı da İzmirli olan biri olarak, ben de hakkında çok şey söylenen bu kentimizle ilgili düşüncelerimi sizinle paylaşmak istedim.

Benim çocukluğumda İzmir, “denizi kız, kızı deniz kokan” bir kentti. 1962’lere kadar, Güzelyalı’da, Göztepe Kulübü’nün hemen yanında, Amerikalıların oturduğu bir apartman ve yerini tam hatırlayamadığım Karşıyaka Sahili’ndeki bir apartmanın dışında, Üçkuyular’dan Bostanlı’ya kadar tek bir apartman yoktu ve Üçkuyular’dan Konak’a kadar troleybüs işlerdi.

Şehirde sıralanmış sakız biçimi evlerin bahçesinden ve boşluklardan denize girilirdi. Üçkuyular sahilleri parasız, İnciraltı paralı plajlarla doluydu. Babamın iş dönüşü, şimdiki Alsancak Limanı’nın oradan tutup getirdiği porsiyonluk çipuraların tadı hâlâ damağımdadır.

Ara sokaklardaki evlerin bahçelerinden yayılan yasemin, hanımeli kokuları ve görüntüsü kente ayrı bir güzellik verirdi. Gezmekten büyük keyif aldığımız Kemeraltı ve Tepecik, “üç film” oynatan sinemalarla doluydu. Her tarafı yeşillik olan kentimizde, insanlar dost ve arkadaş idiler. Kadınlar hep birlikte çayırlardan yemeklik ot, çocuklar ise erik ve çağla toplardı.

Betonlaşma olmayan İzmir’de, iklim de bir başkaydı. Öğleyin ısınan İzmir, denizden karaya başlayan “eşşek imbatı” ile serinlerdi. Şubat’ta filizlenen bahar, her tarafı yemyeşil yapardı. O dönem zaten olmayan klimaya, hiç gerek kalmazdı.

Birinci ligde oynayan beş takımı olan şehrimizde, şampiyon Göztepe’nin, bırakın maçlarını, tek bir antrenmanını kaçırmazdık. Yemyeşil fuarımız, özellikle bir ay boyunca şehre ayrı bir canlılık verir, Basmane’deki otellerde bile yer kalmazdı, tüm büyük sanatçılar fuara akın ederdi.

Çeşme, Foça gibi, bugün birçoğumuzun özellikle de yazın günübirlik gidip geldiği sahillerimizin yolunu dahi bilmezdik. Çünkü ülkemizin üçüncü büyük kenti olan İzmir, bir sayfiye kentinin tüm özelliklerini yansıtırdı. Emeklilik hayali kuranlar İzmir’de yaşamayı düşlerdi.

Belki de dünyanın en güzel kentlerinden biri olmaya aday, ihracat merkezi, ekonomisi son derece canlı kentimiz, bugün ne yazık ki bu konumundan son derece uzaktır.

Bugün, ihracat merkezi olma özelliğini, canlı ekonomisini, yaşanabilir kent olma özelliğini, canlılığını kaybeden, yeşili yok edilmiş, gecekondularla çevrilmiş, trafiği yürümeyen, denizine küs, beton yığını kentimizin halini düşünürsek en azından 50 seneyi aşkın bir zamandır, bu kentin kötü yönetildiğini söylemek, sanırım yanlış olmayacaktır.

1960’larda, DP’li Belediye Başkanı Osman Kibar’ın başlattığı, deniz kenarına apartman yapma modası, diğerleri tarafından da aynen devam ettirilmiş, birilerinin cebi dolarken, şehrin merkezi ve deniz kenarlarımız çirkin bir beton yığını haline gelmiştir. Bu durum trafik ve otopark sorununu çözümsüz hale getirmekle kalmamış, şehrin iklimini de değiştirerek “eşşek imbatı”mızı yok etmiştir. Zorunlu olarak kullanılan klimaları da eklediğinizde, İzmir yazları artık cehennem gibi sıcak bir hale gelmiştir.

Günümüzde bu sorunların çözümünü aramak yerine, Alsancak’ta gördüğümüz gibi, bir metrekare bile yeşillik kazanmadan yaptırılan gökdelenler modası başlamıştır. Neredeyse bir tanesi, bir kasaba nüfusunu barındıran Bayraklı’daki gökdelenler de bitince, İzmir trafiğinin nasıl yürüyeceğini merak ediyorum doğrusu

Şehrimizin güzelliğini, iklimini, rahatlığını yok eden bütün bu uygulamalardan, dar bir kesimin ise büyük rantlar sağlandığını söylemeye gerek yoktur diye düşünüyorum.

O güzelim fuarımız, 1990’larda başlayan çabalarla yok edilmiş, yıkılan güzelim şirin binaların yerine hangarlar yapılmıştır. Kasaba panayırına dönüştürülen Fuar’ı ziyaret etmeye birçok İzmirlinin yüreği dayanmamaktadır. İZFAŞ’ın iyi niyetli yeni genel müdürünün çabaları ise fuarı eski haline dönüştürmeye yetmemektedir.

Peki İzmir, İran, Irak, Libya, Mısır, Suriye gibi müslüman ülkelere karşı ABD ve İsrail başkanlığında sürdürülen Haçlı Seferlerinin öncülüğünü yapan, İslamcı ve kinci başbakanımızın dediği gibi gavur mudur? Solcu mudur? Hep muhalif midir? Neden İzmir bu haldedir dersiniz?

İzmir, Rumu, Musevisi, Sabetayı, Türkü, Kürdü, Lazıyla zengin mozaiğe sahip bir şehirdir. Muhalif veya solcu ise hiç değildir. Özellikle DP ve ANAP ilk patlamalarını İzmir’de yaptığı gibi, 1950’den bu yana CHP, SHP, DSP’li belediye başkanlarının görev yaptığı süre yaklaşık 21 yıldır. Hatta 1930’larda, CHP’ye muhalif olsun diye Atatürk tarafından kurdurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın bile ilk örgütlendiği yer İzmir’dir.

Son 12 yıldır İzmir’i solla uzaktan yakından alakası bulunmayan CHP’li adayların yönettiği bir gerçek olsa da, Eskişehir’i Paris gibi yapan Yılmaz Büyükerşen düşünüldüğünde, başarısızlık nedeni olarak gösterdikleri “muhalefet olmanın”, yeterli bir gerekçe olmadığı çok açıktır.

Genelde rahatına, yaşam tarzına düşkün İzmirlilerin, bu konuda güven vermeyen AKP’ye, Kürt ve Türk milliyetçilerine oy vermemek için, son dönemlerde CHP’ye oy verdiklerini söylemek ise yanlış olmayacaktır diye düşünüyorum. Bu seçimlerde durum tersine dönecekken, Gezi Direnişi, başarısız CHP’yi şimdilik kurtarmış gibi görünmektedir. (SÜRECEK)