Halka yalan söylemek suçtur

Mete Göneç'in “Halka yalan söylemek suçtur” başlıklı köşe yazısı 2 Aralık 2012 Pazar tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Geçen yazımda, ülkemizdeki özelleştirmelerin gerekçesinin ekonomik olmadığını, küresel güçlerin istediği gibi devletin tasfiyesi olduğunu yazmıştım. Üç dört gün önce ise, Maliye Bakanı, özelleştirmelerin gelir amaçlamadığı yatırımı, verimliliği, istihdamı arttırmak amaçlı olduğu yönünde bir açıklama yaptı.

Bakan, 2003 yılından bu yana yapılan özelleştirme hasılatının, geçen hafta itibariyle 41 milyar dolara tırmandığını “başarılı bir işadamı” edasıyla açıkladı. Buna göre, özelleştirme idaresine verilen ödenek de, 22 milyar lirası kendi gelirlerinden olmak üzere, bu yıl 23,6 milyar lira olmuş. Toplamda ise, bu çok büyük özelleştirme gelirinin 38 milyar lirası, bunu “başaran” idarenin geliri olmuş. Ne kadar verimli değil mi?

Aslında bu özelleştirmelerin kimler için verimli olduğu ilginç ve önemli bir konudur. Yüz kızartıcı ve mali suçlarda dokunulmazlıkların kaldırıldığını, etkili ve sol bir muhalefetin, sendikaların, STK’ların olduğunu, meslek odalarının talep etmesiyle, seçilmiş veya atanmış tüm kamu yönetici ve görevlilerinin şeffaf bir şekilde mal beyanında bulunduğunu, tüm bunların tarafsız ve etkin bir şekilde değerlendirilebildiğini ve küresel süreçte çok az ülkede kalan kamuoyu gözetiminin yapılabildiğini bir an için bile hayal edebilirseniz, özelleştirmelerin ve diğer bir çok akçalı uygulama sonucunun kimler için “verimli” olduğunu görmek çok kolay olacaktır.

Şimdilik bu olanağımız olmadığına göre, bu uygulamaların ve satışların yapıldığı özel sektörün ne kadar verimli olduğunu irdelemekle yetinmek durumundayız. Geçmişe baktığımızda, ekonomiyi verimsiz kılan bu KİT’lerin yedi tanesinin, hep olduğu gibi 2003 yılında da en çok vergi ödeyen, dolayısıyla en çok gelir elde eden ilk 10 firma arasında olduğunu görüyoruz. Üstelik tüm kötü yönetimlerine rağmen... 2002, 2003 ve 2004 yıllarında da olduğu gibi, vergi rekortmeni olan Türk Telekom’un satıldığı yıl olan 2005’teki geliri, 4.421.792 milyar, satış bedeli ise 7,5 milyar dolar olmuştu. Ne kadar verimli değil mi?

Özelleştirilip, verimlileştirildikten sonra ise aynı Telekom, 2011 yılı vergi rekortmenleri listesinde 3.003.444 milyar lira gelirle yedinci sırada yer aldı. AKP’ye geçen 10 yılda ekonomimiz o kadar “verimli” olmuş ki, 100 kişilik listede reel sektör işletmelerine pek rastlanmazken 22 tane banka listede yer alıyor. Sokaklarda kredi kartı satan, yatırım değil tüketim kredilerinde rekor kıran, vatandaşın yargıdan yakın dostu bankalar... Bu bankaların yanında hükümetimizin tüm çabalarına rağmen hala, 19 kamu kuruluşu bu listede, ne ilginç değil mi?

Bilindiği gibi AKP’nin bir başarısı da küresel şirketlerden özendiği “toplam kalite yönetimi” gibi uygulamalarla, kamu sektörünü de özel sektör gibi “başarılı” ve “verimli” kılması. Vatandaşı “müşteri” gibi gören ve “müşteri memnuniyetini arttıran” bu uygulamalar sonucu, muhalefetin elindeki yerel yönetimler de dahil, sade vatandaşımız gerçekten de borçlu müşteri muamelesine çoktan alıştı bile… Ne de olsa her şey verimlilik, yatırım, istihdam için! Müşterileri daha da memnun etmek için, e-hizmetleri yaygınlaştırıp, devamlı personel çıkartan bu kuruluşlara işi düşen vatandaşlarımız mutlaka bunları görüyor ve halkçı hükümetimize ve bakanlarımıza “çok çok teşekkür ediyorlardır” sanırım.

Bu politikalar doğal olarak yerli, yabancı, özel ve güzel sektörümüzü de etkilediğinden, tüketici hakkının pek de bilinmediği, halkın yeterince örgütlü ve duyarlı olmadığı ülkemizde, bu “başarılı” devletin, bürokrasi, kırtasiyecilik gibi huylarını da devlete nazire yaparcasına uygulamaya koymuşlardır. Bankaların aynı işlemden kaç lira ücret ve komisyon aldığı meçhul olup, bir çok ailenin en önemli gideri telefon parası olmaya başlamış, ayıplı mal satışı, servis yetersizliği, etik dışı her türlü işlem, kötü davranış bu sektörde de günlük sıradan olaylar haline gelmiştir.

Görüldüğü gibi ülkemizde, Maliye Bakanı’nın anladığı ve sözünü ettiği verimlilik tüm sektörlerde artmaktadır. Küresel finans ekonomisinin acımasızca her geçen gün hakimiyetini arttırdığı ülkemizde, yatırımların ve istihdamın nasıl arttığı ise her gün gazetemizde yazılmakta olup, hepimizin malumudur. 1980’li yıllardan beri küresel güçlerin dayatma ve yardımıyla sürdürülen tüm politikalar gibi, özelleştirme de halkımızın bu günkü durumunun sebeplerinden biridir.

Bu politikalara karşı çıkmak insanlık onurunun gereğidir. Büyük bir onurla yazıma başlık koyduğum, gazetemizin en temel ilkesini hayata geçirmek istiyorsak, gazetemizin zamanlaması gibi vakit tam da vakti iken, TİP örneğinde başarıyla yapıldığı gibi sol partilerimizin bir an önce geniş kitlelere ulaşmasının, halkımızın gerçekten memnun olması, “müşteri değil vatandaş olduğunu hissetmesi” için tek çözüm olduğunu düşünüyorum.