Servet mülkiyetinde 'gayri millîlik' artıyor

Mülkiyette Gayri Millîlik    

Türkiye ekonomisinin “gayri millî özellikleri” adım adım yoğunlaşıyor. Bu bozulmaya katkı yapan iktidar çevreleri ise, “biz yerliyiz; millîyiz” diye bir tevatür tutturuyor.

Ekonominin artan “gayri millîlik” durumunun, “yabancılaşma” sürecinin AKP iktidarı döneminde nasıl hızlandığını birkaç hafta önce bu köşede nicel bulgularla gözden geçirmiştim.

Tekrarlayayım: Kullandığım istatistikler servet mülkiyeti üzerinde durmaktaydı. Bunlardaki “servet” (veya “varlık”) kavramı çok geniştir: Portföy (hisse senedi, tahvil, bono, mevduat), sabit tesisler ve alacak (banka kredileri) kalemlerinden oluşur. Mülkiyet (veya “aidiyet”) bakımından da yerliler (“yerleşikler”) ve yabancılar ayrımı yapılır.

Türkiyeli şirket, banka, rantiye ve kurumların dış dünyadaki servetleri ana kalemler ve toplam olarak belirleniyor: Türkiye’nin dış varlıkları... Keza, Türkiye’de yabancılara ait aynı servet kalemleri için de paralel bir istatistik tutuluyor: Yabancıların Türkiye’deki varlıkları...

2007-2015 döneminde iki servet mülkiyeti arasındaki farkın (Türkiye’nin net varlık durumunun) da hep “eksi” değerler gösterdiği ve hem milyar dolar olarak, hem de millî gelire oranlandığında hızla arttığı gözlenmekteydi. Zira, Türkiye’deki servet mülkiyeti önemli boyutlarda yabancılaşmakta; “gayri millî” hale gelmekteydi.

Son iki yılda servetin yabancılaşması

Bugün bu bilgileri 2016 ve 2017 için (ve yeni millî gelir verileriyle) güncelleyeceğim. Dolarlı millî gelir sayıları IMF veri bankasından alındı. 2017 tahmini 841,2 milyar dolardır.

Aşağıdaki tablonun ilk üç satırında yerli ve yabancı servet toplamları ile Türkiye’nin net varlık durumu milli gelire oranlanarak veriliyor. Servet mülkiyetinde yabancılaşma eğilimi devam etmekte midir? Amaç, bu soruya ışık tutmaktır. 2016 sonu ile 2017’nin ilk dokuz ayı karşılaştırılıyor.

Servetin yabancılaşması ve kırılganlıklar: Milli gelire oranlar (%)

Sorunun yanıtı, açık seçik “evet”tir. 2017’nin millî gelir tahmini dönem boyunca sabit tutulmakta; buna karşılık “yerli” ve “yabancı” servet öğeleri yıl boyunca artmaktadır. Bu hesaplama yöntemi, bu iki toplamın millî gelire oranını da yukarı çekmektedir; ama çok farklı tempolarda…

Aralık 2016 ile Eylül 2017 oranlarındaki artışı karşılaştırın: Türkiyeli şirket, banka, kurum ve rantiyelerin dış dünyadaki servet toplamlarının milli gelire oranı 1,8 puan artmıştır (Satır 1). Türkiye’nin dış varlıklarının yarısından çoğunun tamamen “pasif” servet öğelerinden (TCMB ile ticarî banka rezervlerinden) oluştuğuna da ayrıca işaret edelim. Türkiye burjuvazisi dış dünyada varlık edinmeye pek heveskâr değildir.

Buna karşılık yabancıların Türkiye’deki servetlerinin millî gelire oranında dokuz ay içinde 12,4 puan artış gerçekleşmiştir. (Satır 2).

Sonuç, satır 3’te gözleniyor: Türkiye’nin dış varlıkları ile yabancıların Türkiye’deki varlıkları arasındaki makas (“net varlık durumu”) dokuz ay içinde daha da açılmıştır: Yüzde olarak -42,0 → -52,6…

Dış dünya bozulursa halimiz?

Ekonominin yabancılaşması, mülkiyette artan gayri millîlik niçin endişe yaratsın? İktisadî bağımsızlık alanının genişliği önem taşıyorsa…

Önemli ve daha güncel bir sorun daha var: 2017’de dünya ekonomisinde iyimserliğin zirveye çıktığı bir konjonktür yaşandı. Şimdi yaygın bir öngörü oluşuyor: İki yıl boyunca coşkun seyreden “risk iştahı” zayıflamaya başlayınca, ilk olumsuz etkiler “yükselen piyasa ekonomileri” üzerinde gözlenecektir. Birkaç yıldan beri Türkiye, bu grubun “en kırılganları” içinde yer almaktadır. Yabancı servet öğelerini eriten sert sermaye çıkışları, finansal çalkantıları, kriz olasılıklarını gündeme getirecektir.

Tablonun son iki satırı, önem taşıyan iki dış kırılganlık göstergesini (yine millî gelirde oranlar ile) veriyor. Birincisi, yabancıların kısa vadeli, “sıcak” servet kalemlerinin payıdır (Satır 4). İkincisi ise, Türkiyeli şirketlerin net döviz pozisyon durumudur (Satır 5).

Yabancı “sıcak” varlıkların millî gelirdeki payı, yabancı rantiyelerin ülke dışına kaçış kolaylığını ifade eder. Hisse senedi, tahvil gibi kâğıttan varlıklara, mevduata bağlanmış fonlar ve kısa vadeli borçlar “sıcak” varlık öğeleridir. Ani çıkış gösterebilirler; “döndürülmesi” son bulduğunda derhal ödenmesi gereken döviz yükümlülükleridir.

Tabloda yer almayan bir bilgi ekleyeyim: Toplam yabancı varlıkların içinde yer alan “sıcak” öğelerin payı, Aralık 2016-Eylül 2017 arasında 33’ten 40,3’e yükselmiştir. Sonuç satır 4’te yer alıyor: “Sıcak” yabancı servet öğelerinin milli gelirdeki payı, dokuz ay içinde 5,4 puan artmıştır.

Türkiyeli şirketlerin dış dünyadaki varlıkları ile dış yükümlükleri arasındaki farka (“eksi” değer taşıyan net varlık durumuna) göz atalım. Aradaki makas, dokuz ayda açılmıştır: -206 milyar dolar → -211 milyar dolar… Millî gelire oran da 1,2 puan yükselmiştir (Satır 5). Pahalılaşan dövizin yarattığı sıkıntıların arka planında bu olgular yatıyor.

Dış borç tuzakları…

Tabloda yer almayan dış borçlarla ilgili üç kırılganlık göstergesine de değinelim.

2016 sonunda (405 milyar dolarlık) dış borçların milli gelire oranı yüzde 46,9’du. Eylül 2017’de Türkiye’nin dış borç toplamı 438 milyar dolara çıktı; millî gelirin yüzde 52,1’ine yükseldi. (“Kritik eşik” yüzde 50 kabul edilir.)

Aralık 2016-Eylül 2017 arasında dış borçların bileşiminde de kırılganlık arttı; kısa vadeli dış borçların payı yükseldi: %24,2 → %25,2…

Alacaklı bankaların yakından izlediği kritik bir risk öğesi daha var: Kısa vadeli dış borçların merkez bankası brüt döviz rezervlerine oranı… Kritik eşik, yüzde 100’dür. Aralık 2016’da da aşılmış olan bu oran, dokuz ay içinde daha da bozulmuştur: %106,5 → %116,0…

Kıssadan hisse…

AKP döneminde “servet mülkiyetinde artan gayri millîlik”, hem kendi başına, hem de ekonomiye kırılganlık taşıyan özellikleri nedeniyle ciddi bir yapısal bozulma olarak görülmelidir.

Kendi başına da önemlidir; zira, ekonomiyi yönlendiren manivelaların bir bölümü ülke dışına, emperyalizme devredilmektedir. Dış kırılganlıkların krizlere dönüşmesi ise, toplumsal çöküntüleri, emekçilerin çaresizliğini, teslimiyetini, son adımda faşizmi besler.

Bağımlılığa, kırılganlığa yol açan gayri millîlik, bugünkü iktidar için önem taşımaz. Yarattıkları sorunları yapısal hastalık olarak algılayamazlar; düzeltme çabası, becerisi bu nedenle yoktur.

Her resmî belgeye eklenen “yapısal reform” teranesi, müflis neoliberal söylemin bayatlamış bir sloganıdır. Bu metinleri yazanların dahi ciddiye almadığı; usulen tekrarlanan, içeriksiz bir klişe…

“Yerlilik ve millîlik” ise, ciddiye alınarak tartışılacak bir söylem değildir. Bence, “gayri millîsiniz…” tepkisi bile gereksizdir. Görmezlikten gelmek ehvendir. Bu içi boş zevzeklik, anlamsız olduğu için tutmaz; unutulur gider.