Neo-liberalizmin Üç Dönemi: Dış Dengesizlikler

2000 yılı sonrasında hızla yükselen dış kaynak girişleri dış açıkları kamçılamakta, bunların ana nedeni olmaktadır. Daha da kötüsü, milli gelirin küçülmesi dahi, dış açıkları ortadan kaldıramamaktadır.

Bugün Türkiye’de dış dengesizliklerin 1980-2012 yıllarında nasıl seyrettiğini, bazı uzantılarıyla birlikte ve aşağıdaki tablo yardımıyla gözden geçirmek istiyorum. Kapsanan 33 yılı, on ve on birer yıllık üç döneme ayırıyorum. Aralıkları fazla açmamak için son iki dönemin orta noktası olan 2001’i dışta bırakıyorum.

Ayrım anlamlıdır: 1980-1989 neo-liberalizmin ilk (Özal’lı) yıllarıdır. Emek maliyetleri bastırılarak ihracat pompalanmış, sermaye hareketleri ise denetim altında tutulmuştur. 1990-2000 koalisyonlar dönemidir. Emek kayıplarını kısmen telafi etmiş, bölüşüm çekişmeleri kamu dengelerini bozmuş, buna karşı sermaye hareketleri serbestleştirilmiştir. 2002-2012’de kamu açıklarının frenlenmesi ve bölüşüm ilişkilerinin piyasaya teslim edilmesi öncelik kazanmış, bunları tek parti (AKP) hükümetleri hayata geçirmiştir.

Tabloda üç dönemin birikimli (toplam) rakamları (milyar dolar olarak) veriliyor. Dolar da zamanla değer yitirdiği için, milli gelire oranlar toplamlardan daha anlamlıdır.

Tablonun yapısını kısaca “deşifre” edelim: Yabancı sermaye girişleri, (varsa) kayıt-dışı girişlerle desteklenir ve üç ana kullanım alanına tahsis edilir: Cari açığın finansmanı, rezerv birikimi ve yerli aktörlerin dışarıya kaynak çıkarması… (Net girişler “artı”, net çıkışlar ve rezerv artışları “eksi” işaretlidir.) Krizli dönemlerde bu öğeler ters yönde seyredebilir ancak on bir yıllık toplamlarda istisnalar kaybolur, açıklanan tipik durum ortaya çıkar.

* * *

Önce sermaye hareketlerine bakalım. Döviz giriş-çıkışlarının denetlendiği Özal’lı yıllarda yabancı sermaye girişlerinin milli gelire oranı, yüzde 1,5’tir. 1990-2000 döneminde bu oran (yüzde olarak) 3’e, son on bir yılda ise 6,8’e yükselmiştir. Oransal rekor 2006’da (yüzde 10,8), düzey rekoru 2012’de (69,1 milyar dolar) kırılmıştır.

Yabancı sermaye girişlerindeki artış, yükselen dış açıklardan mı kaynaklanıyor? Soruyu yanıtlamak için, cari işlem açıklarının seyrini de izlemek gerekiyor. Ve görülüyor ki, sadece Özal dönemi için “evet” diyebiliyoruz. O yıllarda Türkiye, cari açığının finansmanı için dış kaynak arayışındadır, bunu aşan fon girişleri sınırlıdır. Bu nedenle 1980’li yıllarda dış kaynakların (yüzde 1,5) ve cari işlem açığının (yüzde 1,4) milli gelire oranları birbirine yakındır.

Sermaye giriş-çıkışları serbestleşince dış kaynak girişleri cari açıklardan bağımsızlaşır. Faiz oranlarıyla kur hareketleri arasında getiri (“arbitraj”) arayan sıcak para hareketleri örnektir. İlk etkiler 1990-2000 verilerinde gözleniyor. Toplam yabancı sermaye girişleri cari açığın üç misli üzerine çıkar. Döviz fazlası, yerli burjuvazinin sermaye çıkarması ve rezerv biriktirmek için kullanılır.

Görüldüğü gibi, neo-liberalizmin ilk yirmi bir yılında dış açıklar milli gelirin ortalama yüzde 1,5’i civarında seyretti, 1990 ve 1997 gibi hızlı büyüme yıllarında bile yüzde 2 sınırı aşılmadı. Bu, o yıllarda ekonominin ciddi bir cari açık sorunu olmadığı anlamına geliyor. Nedenleri biliyoruz: Özal’lı yıllarda “rekabetçi” (ucuzlamayan) döviz kuru politikası ısrarla uygulanabildi. 1994 devalüasyonundan sonra da Merkez Bankası dövizin ucuzlamasını önleyen bir politika izledi. IMF’nin “sadece enflasyon hedeflenmeli döviz kuru değil…” reçetesi 1999’a kadar itibar görmedi.

Bu durum, 2000 sonrasında son buldu. Özal’lı yıllarda cari açığın finansmanı için yabancı sermaye aranırdı. Bu dönemde ise, hızla yükselen (otonom) dış kaynak girişleri, dış açıkları kamçılamakta, bunların ana nedeni olmaktadır. Daha da kötüsü, önceki yılların aksine, milli gelirin (2009’daki gibi) küçülmesi dahi, dış açıkları ortadan kaldıramamaktadır.

Ekonominin kaderinin tamamen dış kaynak hareketlerine teslim edilmesinin doğal sonucu budur. Politikaların merkezine IMF’nin “enflasyon hedeflemesi” yerleşti. Bol kepçe fon girişleri hem iç talebi kamçıladı hem de dövizi reel olarak ucuzlattı. Gümrük Birliği’nin de katkılarıyla ekonominin ithalata bağımlılığı arttı. Sanayi üretiminde yaratılan katma değerin giderek artan öğeleri, ülke dışına aktarılır hale geldi.

Türkiye burjuvazisinin uluslararası finans kapitalle bütünleşmesi de bu yıllarda olgunlaştı. 1990 sonrasında kamu açıklarının finansmanını kolaylaştıran dış kaynak girişleri, 2000 sonrasında giderek artan boyutlarda burjuvazinin (şirketlerin ve bankaların) dış borçlanmasından oluştu.

Dış açık, AKP’li yılların sorunudur ve AKP politikalarıyla çözülemez, ancak hafifletilebilir: Ekonominin, küçülmesi, iyice durgunlaşması ile… Sorun iyice yapısal hale geldiği için, çözümü de radikal yapısal değişiklikleri gerektirir. Bu da beynelmilel finans kapital ve AKP için tamamen gündem dışıdır.

Dış Kaynakların Dökümü (milyar dolar ve oranlar)