Kırılganlıktan Krize mi? KORKUT BORATAV

Geçen yıl ABD'nin prestijli araştırma kurumlarından Institute for International Economics, (Türkçesini aktarırsak) "Yükselen Piyasalardaki Bir Sonraki Kriz Neye Benzeyecek?" başlıklı ve Morris Goldstein imzalı bir araştırma yayımladı. Yazar, 1987-1994 yıllarında İMF'nin araştırma biriminde başkan yardımcılığı yapmış, esas olarak "düzen-içi" perspektifleri olan bir iktisatçı.

Goldstein'in araştırması bugünlerin yaygın bir sınıflamasına göre "gelişmekte olan ve yükselen piyasa ekonomileri" olarak tanımlanan (ve benim aşağıda kısaca "Güney" olarak adlandıracağım) gruptan (Türkiye dahil) on dokuz büyük, önemli ekonomiyi kapsıyor. Avrupa'nın eski sosyalist ekonomilerinden de Rusya dahil dört ülke içerilmiş. Yazar şu soruyu yanıtlamaya çalışıyor: "Bankacılık sisteminde, döviz kurlarında, dış borçlarda (veya bunlardan iki veya üçünde birden) patlak verecek olan bir sonraki finansal kriz gerçekleştiğinde, incelenen ülkelerden hangileri ön planda veya en ağır boyutlarda etkileneceklerdir?"

Önce, dikkat çekelim: Dünya ekonomisi üzerinde iyimser algılamaların egemen olduğu bir tarihte (2005 Temmuzunda) yayımlanan araştırma, finansal bir krizi her an için gündemde görüyor. Bu kötümser öngörüde Goldstein yalnız değildir. Son dönemlerde dünya ekonomisinin kısa vadeli geleceğine "kara gözlükler" ile bakan Batılı burjuva iktisatçılarının sayısı az değildir. İMF dahi Dünya Ekonomisinin Görünümü adını taşıyan yıllık raporlarının son ikisinde, bu kötümserler kervanına kısmen de olsa katılmış görünüyordu: Bu raporlara göre ABD ekonomisinden kaynaklanan "küresel dengesizlikler", sert bir uyumu (yani krizi) hızla gündeme getirebilecektir.

Goldstein'in araştırması da, bu olasılığın gerçekleşmesi halinde, "topun ağzında hangi ülkeler vardır?" sorusunu yanıtlamaya çalışıyor. Ve yüksek riskli ülkeleri belirlemeye çalışırken 2004'e ait bir dizi nicel ölçüt kullanıyor:

ABD ve Çin'den kaynaklanan bir "serinleme, talep daralması" gerçekleşirse, ham madde fiyatları düşerse, uluslararası faiz hadleri yükselir ve "Güney" coğrafyasına yönelen sermaye hareketleri yavaşlarsa, farklı ülkeler nasıl etkilenecektir? Bu sorulara göre ve yerli paraların "aşırı" değerlenme dereceleri ve mali/finansal sistemler bakımından ülkeler-arası bir kırılganlık sıralaması yapılıyor.

Burada kullanılan nicel göstergeleri aktaracak, tartışacak değilim. Ancak, on dokuz ülkelik grubun içinde, "kötü puanlar"ın toplamı bakımından Türkiye ilk sırada yani "en kırılgan ülke" konumunda yer almaktadır.

Herkes biliyor: Mayıs ayında uluslararası finansal piyasalarda gözlenen çalkantılarda en çok etkilenen ülke Türkiye oldu. Bu olgu, Goldstein'in yukarıda özetlediğim bulgularıyla tutarlıdır. Ne var ki, bu öngörüde bulunmuş olmak, fazla bir marifet değildir. Ekonominin Derviş'li, Babacan'lı, AKP'li yıllarını "pembe gözlükler" ile algılamakta israr eden medyatik iktisatçılara karşı, israrla şunları söylemeye çalıştık: "Yüksek ve abartılı sermaye girişlerinin yarattığı geçici konjonktüre bakarak yanılmayınız. Dünya kapitalist sistemi içinde yer alan en kırılgan ekonomilerden biri Türkiye'dir. Kırılganlık, kriz anlamına gelmez. Ancak, dünya kapitalizminin şişkin balonu bir veya iki yerden hava kaçırmaya başlayınca Türkiye'nin topun ağzında olduğu açık-seçik ortaya çıkacaktır."

Türkiye ekonomisinin son yıllardaki "garabeti"ni ortaya koyan birkaç bulguya daha işaret edeyim: 2005'te ABD ekonomisi 805 milyar dolarlık cari açık vererek, dünya ekonomisinin tüm diğer bloklarını, cari fazla vermeye (bir anlamda) zorlamıştır. "Güney" coğrafyası, tümüyle 500 milyar doları aşkın bir fazla vererek, bu toplama katkı yapmıştır. Böylece, bazı "Güney" ülkeleri, (örneğin Çin, Arjantin, Malezya) bu dönemde yüksek büyüme hızları ile cari fazla vermeyi birleştirebilmişler bu konjonktürü, azgelişmişlik/bağımlılık ilişkilerini hafifletme fırsatı olarak değerlendirmişlerdir. Başkaları ise, (örneğin Brezilya) cari fazlaları, durgunlaşarak gerçekleştirmişlerdir.

Türkiye ise, 2005'te "Güney" coğrafyasında dış açık veren ülkelerin en önünde yer aldı ve cari işlem açıklarının düzeyi bakımından dünya yedincisi oldu. Türkiye'nin önünde yer alan (başta ABD) altı ülke ise, tümüyle Batılı zenginler grubuna girmektedir.

Bu nedenle, uluslararası finans sisteminde gerginlikler arttığında, Türkiye, emperyalist metropollerin ayrıcalıklarından, örneğin para basarak dış borcunu ödeme olanağından yoksun olduğunu hızla ve ağır maliyetler ödeyerek farkedecektir.