IMF Kapımızda KORKUT BORATAV

IMF davet edilmiş ve kapımıza dayanmıştır. Diyelim 20 milyar dolarlık bir kredi karşılığında Türkiye'den istenecek koşullar ne olacaktır? Bir öngörü yapmak için Kasım içinde IMF ile Ukrayna, Macaristan, İzlanda ve Pakistan'ın imzaladığı dört stand-by anlaşmasının ana öğelerini gözden geçirdim. Karşılaştırma, şunları ortaya koyuyor:

Bir kere, IMF'nin İzlanda'ya "kıyak geçtiği", açık-seçik ortaya çıkmaktadır. Sözü geçen dört ülkenin de kriz nedeniyle küçülmekte oldukları, bu durumun 2009'da da süregeleceği belirlenmektedir. Bu saptamadan hareketle stand-by anlaşmasının en kritik öğesi, "makro-ekonomik politikalar (özellikle de maliye politikası) daraltıcı mı genişletici mi olmalı?" sorusu etrafında düğümlenir. IMF, bu soruyu İzlanda için, "ekonomi gerilerken İzlanda'ya kemerlerini sıkmasını, maliye politikasını sıkılaştırmasını söylemiyoruz" diye yanıtlamakta ve bu ülkede faiz dışı kamu açığının milli gelire oranının 2008'deki yüzde yarımlık orandan, 2009'da yüzde 8.5'e çıkarılması hedeflenmektedir.

Diğer üç ülke de küçülmektedir ancak, onlar için maliye politikalarının sıkılaştırılması önerilmekte bütçe açıklarının milli gelirin yüzde 1'i ile yüzde 4'ü arasında aşağı çekilmesi hedeflenmektedir. Macaristan'da, kamu personel giderleri ve emekli ödentileri bu çerçeve içinde düşürülecek kamu sektörünün şişkinliği böylece azaltılarak "özel sektörün büyümesi için mekân yaratılacaktır." Pakistan'da ise, tüketicilerin ve çiftçilerin korunmasını hedfleyen sübvansiyonların kaldırılması hedeflenmektedir.

İzlanda ve Ukrayna'nın finansal krizle karşı karşıya geldiklerinde, sermaye kaçışını frenlemek için döviz işlemlerine ve sermaye hareketlerine kısıtlamalar koydukları anlaşılıyor. Stand-by anlaşmalarında, bu konuda da "asimetrik" öğeler var: İzlanda için, "sermaye hareketleri üzerindeki kısıtlamaların, döviz piyasaları istikrara kavuşuncaya kadar kaldırılmaması" öneriliyor. Ukrayna ile imzalanan stand-by programı ise, tam tersine, "döviz işlemlerine konan vergilerin ve kısıtlamaların mümkün mertebe çabuk kaldırılması" koşulunu içeriyor.

***

Hayretle izliyorum: Neo-liberalizmin Türkiye'deki kıdemli partizanlarından bazıları bugünlerde ısrarla hem "genişleyici iktisat politikalarını", hem de "IMF ile derhal bir stand-by anlaşmasını" savunuyorlar. Bu ikisinin uzlaşabilmesi için IMF'nin bize de İzlanda gibi "kıyak geçmesi" gerekir. İzlanda'nın ayrıcalıklı stand-by'ı, ister ekonominin minikliğinden, isterse bu ülkenin bankalarında mevduat sahibi Britanyalıları kurtarma çabasından kaynaklansın bu anlaşmanın bir benzeri bugünün koşullarında Türkiye için geçerli değildir. Denebilir ki stratejik kararlarda "IMF'nin patronu" konumunda olan ABD'nin "Türkiye için ayrıcalıklı bir anlaşma" sağlaması mümkündür ve son stand-by'ın AKP iktidarı için bir seçim armağanı olarak düşünüldüğü IMF kaynaklarınca itiraf edilmiştir. Ne var ki, ABD yönetimi değişmek üzeredir ve Türkiye'yi kayırmak için güncel bir politik neden yoktur. Nitekim, Türkiye ile müzakereleri yürüten heyet başkanı Giorgiano, "borç / milli gelir oranlarının aşağı çekilmesini hedefleyen sıkı maliye politikalarının ve yerel yönetim harcamalarının daha sıkı denetlenmesinin" IMF için öncelik taşıdığını Ekim sonunda Ankara'da belirtmişti. Bu da işaret etmektedir ki, Türkiye için düşünülen stand-by, Ukrayna-Macaristan-Pakistan modeline uyacaktır.

***

Krizin ekonomiyi hızla bir gerileme patikasına sürükleyerek işsizliği dramatik boyutlara tırmandırması istenmiyorsa, makro-ekonomik politikalar genişleyici doğrultuda oluşmalıdır. Ve bu seçenek, IMF ile anlaşılırsa gündem dışıdır. Ya IMF'ye teslimiyet, ekonomik küçülme ve artan işsizlik... Veya IMF seçeneğini dışlayarak genişleyici politikalar...

Bu ikinci seçeneği savunmak için, iktisat politikalarını dört doğrultuda yeniden oluşturmak gerekecektir: (a) Döviz işlemlerine ve yabancıların sermaye çıkarmalarına kısıtlamalar getirilmesi (b) reel döviz kurunun hedeflenmesi (c) dış borç ana para ödemeleri için döviz tahsisinin kısıtlanması ve (d) "üçüncü ülkeler"e karşı AB'nin ortak gümrük tarifesinin uygulanmasını zorunlu kılan Gümrük Birliği kuralını askıya alarak sanayinin koruma oranlarının yukarı çekilmesi...

***

Bugünkü kriz ortamında, IMF'nin, ABD'nin, emperyalizmin sözcülerinin Üçüncü Dünya ülkeleri için ekonomik programlar önermeleri ahlâk dışıdır. Sermaye hareketlerinin tamamen serbestleştiği bir finansal çılgınlık döneminin nihaî ürünü olan kriz onların eseridir buralara da onlar tarafından ihraç edilmiştir. Emperyalist metropoller kriz koşullarıyla karşılaştıklarında, bizlere önerdikleri reçetelerin istisnasız tüm öğelerini çiğneyerek dev sermaye gruplarını kurtarmaya kalkışmışlardır.

Bugünkü ortamda "IMF'nin aklına" ihtiyaç duyduğumuzu ileri sürenler, Türkiye'nin alacaklısı finans kapitalin sözcülüğüne soyunmuş olmaktadırlar. Halkımızı krize karşı korumanın ön-koşulu bu teslimiyet reçetesine karşı mücadeledir.