Emperyalizm Venezuela’da

Hindistan’dan Marksist iktisatçı Prabhat Patnaik’in, “Emperyalist Müdahalenin Anatomisi” başlıklı bir yazısı (IDEAS, 20 Şubat) yayımlandı. Emperyalizmin müdahale biçimlerinin günümüzde değiştiğini vurgulayan ve Venezuela’yı  örnek alan bir yazı…

Konu önemlidir. Yazı, tartışmalı tespitler, genellemeler içeriyor. Gözden geçirmek yararlı olabilir.

Askerî, silahlı darbeler tarihe mi karıştı?

Patnaik, eski usul, "askerî darbelerin yerini, parlamenter (ancak karşı-devrimci) darbelerin aldığı”  görüşündedir.  Latin Amerika üzerine odaklanıyor; Brezilya ve Venezuela örneklerini veriyor.

“Askerî” terimine “silahlı” sözcüğünü eklersek tespit, salt Latin Amerika için dahi yanlıştır.

Patnaik,  “eski-tür askerî darbeler” tarihçesini 1970’li yılların ötesine taşımıyor.   Halbuki Latin Amerika’nın büyük bölümü (başta Arjantin ve Brezilya) 1980’li yılları askerî rejimler altında yaşadı. Bu geleneksel yöntem 21’nci yüzyılda da kullanıldı: 2002’de Chavez’e, 2010’da Ekvator’da da solcu Başkan Correa’ya karşı başarısız silahlı darbe girişimleri; 2009’da Honduras’ta Başkan Zelaya’nın askerî darbeyle devrilmesi… Sonuncusu, Obama’nın Dışişleri Bakanı Clinton’un örtülü desteği ile hayata geçirildi.

Patnaik,  sivil karşı-devrimci darbelere örnek olarak Rousseff ve Lula’ya karşı Brezilya’da yapılanları ve bugünkü Venezuela’yı gösteriyor. Bir eklenti yapmalıyız: 2012’de Paraguay’daki  “parlamenter darbe” de solcu Başkan Lugo’yu görevden uzaklaştırmıştı.

Peki, Amerikan emperyalizminin ve yerli oligarşilerin ortak programlarını hayata geçiren; hem  “sivil”, hem baskıcı   Latin Amerika diktatörlerini nereye yerleştireceğiz? Bu coğrafya, seçimle gelen “Başkan Baba”ların, bazen hayat boyu süren iktidar örnekleriyle doludur. 1990’da Peru’da Fujimori benzer bir sayfa açtı; ömür boyu sürdüremedi.

Venezuela’ya gelince, Patnaik’in “parlamenter darbe” nitelemesi de tartışmalı olabilir. Açık bir askerî darbe girişimi de tezgâhtadır. Trump ve Pence, tehditler ekleyerek Venezuela ordusunu darbeye çağırmaktadır.

Daha da önemlisi, Patnaik, insan hakları emperyalizminin, “koruma sorumluluğu”  (İngilizce kısaltması ile “R2P”) doktrini biçimindeki uygulamalarını nasıl göz ardı etmiştir? Balkanlar’da ve Orta Doğu’da “rejim değiştirme” operasyonları, hava kuvvetlerine ağırlık verilerek; bazen “vekâlet savaşları” ile uygulandı. Batı’lı askerlerin  kayıpları minimum kılındı; ama hedeflenen ülkelerde sayısız can kayıplarıyla yürütüldü. Irak, Suriye ve Libya, tarihlerinin en büyük yıkımını on yıldan kısa bir süre içinde yaşadı; yaşıyor.

Tümüyle dikkate alırsak, günümüzdeki ve “eski” emperyalizmler, arasında yıkıcı, saldırgan özellikleri bakımından farklılaşma yoktur. “Sivil, barışçıl, parlamenter” yöntemler yetersiz kalınca şiddet devreye girer. Amaçları, sonuçları elbette farklılaşır.

“Sivil darbeler”in kitle desteği…

Patnaik’a göre, Brezilya ve Venezuela’da “ekonomik güçlüklerin tetiklediği kitle kalkışmaları parlamenter darbelerin hayata geçirilmesini kolaylaştırmaktadır. Halkın karşılaştığı güçlüklerin sorumlusu ilerici hükümetler değildir; ekonomik sorunların çoğu ABD emperyalizmi tarafından ve kasıtlı olarak yaratılmaktadır. Önceki darbeler bu türlü kitle desteğine gereksinim duymuyordu.”

Patnaik’in ana tespiti geçerlidir. Bu yüzyıldaki rejim değiştirme operasyonlarında kitle kalkışmaları önemli roller  oynadı. Bunların farklı kaynakları var: Tunus ve Mısır’da olduğu gibi, halk sınıflarının sömürü ve eşitsizliğe karşı “kendiliğinden” ayaklanmaları, emperyalizm tarafından yönlendirilir; giderek denetlenir.

Veya, “rejim değiştirme” hedefinde emperyalizm ile yerli burjuvazilerin işbirliği sokaklara yansır: Finans kapital ve ABD iktisadî bunalımı tetikler. Ekonomik güçlükler, küçük burjuvazilerin, profesyonel katmanların solcu iktidarlara karşı sınıfsal tepkilerini ayrıca kışkırtır. Büyük dış ve iç medya, sokak nümayişlerini saygınlaşmasına, yaygınlaşmasına katkı yapar; sonunda ülke yönetilemez duruma gelir. Bu senaryo 2015 sonrasında Brezilya’da, bugün Nikaragua’da, Venezuela’da söz konusudur.

Bu tür bir kuşatmaya karşı ilerici iktidarların ayakta durabilmesi, sınıf ittifaklarını, oluşturma, örgütleme biçimine, derecesine bağlıdır.

Venezuela, ham petrol fiyatlarının düştüğü bir dönemde ABD’nin saldırısı ile de cebelleşmek zorunda kaldı. Obama’nın başlattığı, Trump’ın ağırlaştırdığı ekonomik yaptırımlar ülkeyi ağır bir toplumsal ve insanî bunalıma sürükledi. Öyle ki, 2017’de Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi’nin bir görevlisi olarak Venezuela’daki durumu inceleyen Alfred De Zaya, Konsey’e sunduğu raporda, ABD’nin ekonomik yaptırımlarının Venezuelalı yoksulların gıdaya, ilaca ulaşımını engellediğini; ölümlere yol açtığını vurguladı ve “insanlığa karşı suçlar oluşturduğu gerekçesi” ile Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne taşınması gerektiğini önerdi. (De Zaya’nın bu konudaki bir yazısı 7 Şubat tarihli The Independent’te yer alıyor.)

Öte yandan,  ekonomik güçlüklerin tüm faturası emperyalizme çıkarılamaz. Brezilya’da  Rousseff, ikinci Başkanlık dönemini neo-liberal reçetelere yönelerek başlattı; ama finans kapitalin saldırısını önleyemedi; kitle desteğinin aşınmasına da katkı yaptı.

Venezuela’da ise, yüksek fiyat yıllarında petrol gelirleri, halk sınıflarına doğrudan ve eğitim, sağlık harcamaları ile aktarıldı. Emekçilerin özgüveni yükseldi; sınıflar-arası hiyerarşi aşındı. Üniversiteler, seçkin meslekler işçi çocuklarına da açıldı. Buna karşılık üretimin çeşitlenmesine, sanayide ithal ikamesine kaynak tahsisi yetersiz kaldı. Petrol sektörü dışında kapitalist mülkiyet ilişkilerinin egemenliği süregeldi.

Ülkeyi yakından bilen Steve Ellner, ABD yaptırımlarının ve petrol fiyatlarının bunalıma belirleyici katkılarını vurguladıktan sonra ekliyor:  “Kıtlık çekilen mallarda hükümetin belirlediği resmî fiyatlar ile karaborsa fiyatları arasında açılan makasa karşı Maduro yeterli tepki gösteremedi. Sonuç, temel mallarda karaborsa, yaygınlaşan yolsuzluk ve kaçakçılık oldu.” (Consortium News, 15 Şubat).

Ne var ki, bu eleştiriler, bugünün sorunu değildir; ABD emperyalizminin saldırısına  vesile olarak kabul edilemez.

Sivil darbeler ve neo-liberalizm

Patnaik, Venezuela ve Latin Amerika’daki yeni (“parlamenter”) darbelerin, “ülkelere özellikle neo-liberal bir düzen getirme gündemiyle” yapıldığını ileri sürüyor  ve ekliyor: “Salt sermayenin programını hayata geçirmek amacıyla demokratik yolla seçilen bir hükümeti  devirme tasarımı ilk defa bu derecede açıklıkla savunulmaktadır.”

Evet, neo-liberalizm, sermayenin tasarımıdır. Ancak, bu tasarımı oluşturan politika öğeleri, Latin Amerika’ya son “sivil darbeler” ile değil; Şili’de 1973’te başlayarak; Arjantin, Brezilya ve diğerlerine 1980’li yıllarda açık-seçik taşındı. Öylesine ki, Chicago Üniversitesi’nin Ekonomi Bölümü, neo-liberalizmi, tüm diğer ülkelere örnek olmak üzere, adeta “deneysel bir model ” olarak inşa etmiş ve  ilk kez Şili’de uygulatmıştı.

Emperyalizm, o tarihlerde, sistemik bir özellik taşıyordu. Girdiği ülkelerde hem yıkım,  hem de inşa işlevi üstleniyordu.  Emekçileri gözeten, bazen ABD şirketlerini millîleştiren solcu iktidarları yıkan askerî rejimler, Chicago’da, IMF’de, Dünya Bankası’nda oluşturulan neo-liberal  reçeteleri uyguluyor; sermayenin tahakkümünü geri getiriyordu.

Emperyalizmin inşa işlevi, neo-liberal tasarımın iflası ile son buldu. Dünyanın her yerinde, hatta ABD’de, halklar, seçme olanağı buldukça, bazen “küreselleşme” yaftası altında pazarlanan neo-liberalizmi reddediyor.  Çoğu kez nereye yöneleceklerine karar vermeden… Bazen sosyalizmi, feminizmi, çoksesliliği, “ötekileri” yok etmeyi vaat eden neo-faşizme savruluyor; bazen de işçi sınıflarının tarihsel mücadele geleneklerini, programlarını  el yordamıyla keşfetmeye çabalıyor…

Venezuela’da darbenin gerekçesini Trump şöyle açıklıyor: “Sosyalist hükümet özel işletmeleri millîleştirdi. Serveti topluca müsadere etti. Serbest piyasaları kapattı; konuşma özgürlüğünü yasakladı; insafsız bir propaganda aygıtı kurdu; hileli seçimler yaptı; siyasî muhalifleri  yargıladı ve tarafsız hukukun egemenliğini yok etti. Sosyalizm sınırlara saygı göstermez. Daima genişlemek ister. Başkalarını kendi iradesine tabi kılmak ister. Yarıküremizde sosyalizmin, komünizmin vadesi dolmuştur; günleri sadece Venezuela’da değil, Nikaragua ve Küba’da da sayılıdır.” (CounterPunch, 25 Şubat)

Trump çetesi, Venezuela’ya darbeyi bu uydurma gerekçeleri bahane ederek saldırıyor; neo-liberal bir programla değil… Bu tespitlerden darbe sonrası için bir program türetilemez; ,  çünkü, tümüyle yanlıştır. Venezuela’nın krizi, sosyalizmin varlığından değil, yokluğundan ötürü ağırlaşmıştır.

Darbeciler de farkındadır. Venezuela’ya, kendilerinin dahi inanmadığı neo-liberalizmi inşa etmek için değil; ABD’nin Latin Amerika’daki hegemonyasını sarstığı için ve cezalandırmak  için giriyorlar. Petrole el koymak için giriyorlar. Emekçilerin kazanımlarına karşı sınıf nefreti duyan Venezuela burjuvazisini iktidara getirmek için giriyorlar.

Darbe kliğinin aktif üyelerinden   Florida Senatörü, Mark Rubio seçmenlerine bir tweet atmış ve Maduro için tasarladığı geleceği, Libya lideri Muammer Kaddafi’nin iki fotoğrafı ile açıklamış: Birincisi, iktidarda ve sağlıklı iken, ikincisi cihatçılar tarafından tecavüze uğrayıp  linç edilmeden önceki yaralanmış hali…

Ilımlı bir sol rejimi kan dökerek, petrol sektörünü yağmalayarak yıkma hedefi, neo-liberal bir program dahi içeremez. Trump, Rubio ve Pence gibi kişilerin temsil ettiği ve sadece yıkıcı olan saldırganlığa, dilimiz alışık olduğu için “emperyalizm” diyoruz.  Artık, bir sistem dahi değildir.