Elinizi Suriye'den çekiniz

Bir yıl arayla Suriye’de aynı senaryo tekrarlandı: Silahsız halka karşı kimyasal saldırı yapan Esad cezalandırılmalıdır!

İlk “zehirli gaz iddiası”, El Nusra’nın işgali altındaki Han Şeyhun’da 4 Nisan 2017’de; ikincisi cihatçı İslam Ordusu’nun işgalindeki Douma’da 7 Nisan 2018’de gerçekleşti.

Nisan 2017: Han Şeyhun’da Zehirli Gaz

İki olayda da Suriye hükümetinin suçluluğu, “kuşkucu çevreleri” ikna edemedi. Dedektif romanlarının klasik, “kime yaradı?” sorusu gündeme getirildi.

Han Şeyhun saldırısından beş gün önce ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’un açıklaması önemlidir: “Başkan Esad’ın uzun dönemli geleceğini Suriye halkı kararlaştırmalıdır.” Böylece, Trump’ın seçim kampanyasında oluşturduğu “ABD Suriye’de rejim değiştirme peşinde olmamalı” çizgisi doğrulandı. Aynı tarihte Cenevre’deki Suriye Barış Görüşmeleri’nin beşinci turu tamamlandı; Birleşmiş Milletler (BM) temsilcisi “anlamlı adımlar atıldığını” ifade etti. ABD ve Rusya’nın Suriye’nin geleceği bakımından paralel konumda oldukları bir tarihte “kimyasal saldırı”nın Esad rejimine yaramayacağı açıktı.

Han Şeyhun’u yöneten (ve BM tanımına göre “terörist bir örgüt” olan) Nusra Cephesi, Cenevre barış görüşmelerine katılmamaktaydı. Barışçı-Trump çizgisini baltalama eylemi, bunlarca üstlenilmeliydi.

"Kime yaradı?” sorusunun mantıksal yanıtıyla yetinmeyen uzmanlar, Han Şeyhun olayının kanıtlarını incelemeyi sürdürdü. Bunların başında, Esad rejimini suçlayan ABD belgesini ve video, uydu kayıtlarını mercek altına alan Profesör Theodor Postol’un kaleme aldığı dört karşı-rapor önemlidir. Bu raporlar ortaya koydu ki, kimyasal zehirlenme, kentteki cihatçı grupların eseridir. Bu konuyu iki yazıda ayrıntılarıyla açıklamıştım.

Zincirleme Orta Doğu Yalanları

Emperyalizmin yakın geçmişteki Orta Doğu yalanlarının evveliyatı unutulmamalıdır. Zincirleme sahtekârlığın ilk halkası, 1998’de Başkan Clinton’un Hartum’daki Şifa ilaç fabrikasını, “El Kaide için kimyasal silah üretiyor” iddiasıyla bombalatmasıdır.

İkinci (ve daha büyük) halka, Bush’un ve Blair’in Irak’taki kitle imha silahları iddiasıdır. Bu iddiayı BM Genel Kurulu’nda uydurma kanıtlarla savunan ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell, yıllar sonra bu rolünden utanç duyduğunu itiraf edecekti.

Üçüncü halkayı, Obama’nın Dışişleri Bakanı Hillary Clinton tarafından Libya’ya müdahale için “imal” edilen “Kaddafi Bingazi’de sivil nüfusa katliam planlamaktadır…” iddiası başlattı. Bu uydurma iddia, Libya’ya NATO saldırısını tetikledi; Kaddafi’nin linç edilmesi; Libya’nın cihatçı çeteler arasında parçalanması ile sonuçlandı.

Dördüncü halka ile, ABD’nin Suriye’ye doğrudan müdahale vesile arayışları başlıyor. 2013’te bir başka “kimyasal silah saldırısı” Şam yakınlarında Guta’da gerçekleşti; 281 kişinin ölümüne yol açtı. ABD Esad rejimini suçladı. Obama, “kırmızı çizgimiz aşılmıştır” iddiasıyla hava saldırısı kararı aldı. Ancak, Ulusal İstihbarat Direktörü James Clapper, “Suriye’nin suçluluğu şüpheli” uyarısını yapınca kararı uygulamadı. Gazeteci Seymour Hersh de Guta’daki zehirli gaz olayının cihatçı çetelerin eseri olduğunu dört ay sonra açıklayacaktır.

Orta Doğu yalanlar zincirinin beşinci (Han Şeyhun’un zehirlenmesi) halkasına yukarıda değindim. Gelelim, bu ay başındaki sonuncu halkaya…

Nisan 2018: Duma’da Zehirli Gaz

Nisan 2018’de Douma’da gerçekleştiği iddia edilen “kimyasal saldırı kime yaradı?” sorusunun yanıtı, Han Şeyhun olayına göre çok daha açık-seçiktir: Kente hâkim olan cihatçı İslam Ordusu’nun yenilgisi Nisan başında kesinleşmiş; tahliye görüşmeleri başlamıştı. Cihatçı çete, “giderayak”, Şam’a birkaç füze daha attı; adeta Suriye uçaklarının tepkisini davet etti. 7 Nisan’daki uçak saldırısının hemen sonrasında İslam Ordusu kenti terk etme kararını Rus yetkililere iletti. Eşzamanlı olarak da Douma’daki Beyaz Miğferliler “kimyasal saldırı” iddialarını video kayıtları ve fotoğraflarla Batı medyasına iletti.

Cihatçıların Duma’dan tahliyesi kesinleşmek üzere iken, kente kimyasal saldırı kime yaramıştır? Suriye rejimine mi?

Bu soru, ek bir hatırlatmayı gerektiriyor: Sözü geçen “saldırı”dan dört gün önce Donald Trump, ABD askerlerini Suriye’den çekmeye kararlı olduğunu bir kez daha tekrarlamıştı.

7 Nisan’da “tezgâhlanacak bir kimyasal saldırı kime yarayacaktı?”, sorusunun yanıtı, böylece çıkıyor: ABD’nin Suriye’deki silahlı varlığını sürdürerek Esad rejimini devirme gündeminde ısrarlı çevrelerin…

Bu çevreleri kapsayan bir koalisyonun varlığı sır değildir: Emperyalizmin Orta Doğu’daki saldırgan stratejisinin sahipleri… Kimler? ABD’de CIA ve neo-con diplomasi çevrelerinde yoğunlaşan savaş lobisi; bugünkü Britanya ve Fransa hükümetleri; T.C. Cumhurbaşkanı; Körfez devletleri ve bunların Suriye’deki uzantıları, ajanları…

Beyaz Miğferliler…

“Duma zehirli gaz” olayında Suriye’deki “Beyaz Miğferliler” gündeme geliyor.

Beyaz Miğferliler, hem savaş kurbanı sivil halkı koruma iddiasında silahsız bir sağlık ve yardım kuruluşudur; hem de “Suriye’de rejim değiştirme” lobisinin cihatçılar saflarında çalışan aktif bir öğesidir. 2017 Oscar ödülü alan bir belgesel filmin de “baş aktörü”dür.

Beyaz Miğferliler 2013’te emekli bir Britanya istihbarat subayı olan James Le Mesurier tarafından (rivayete göre Türkiye’de) kurulmuştur. Marifetleri, Vanessa Bailey tarafından açıklanmıştır. 2013-2016’da ABD, Britanya, Körfez hükümetlerinden ve çeşitli yardım kuruluşlarından 123 milyon dolar para almıştır.

Cihatçıların denetlediği kentlerde görev alan Suriyeli personelin öncelikle kameraman, rejisör, propagandacı olarak eğitildiği anlaşılmaktadır. Esad rejiminin vahşetini, sivil nüfustaki kurbanları ve tüm “zehirli gaz” iddialarını doğrulayan film ve fotoğraflar, Beyaz Miğferliler ürünü olarak dağıtıma girmektedir. (Bk. MPN News, Whitney Webb, 21 Temmuz 2017).

1991-1998’de Irak’taki kimyasal silah denetim ekibinde yer almış olan Scott Ritter açıklamaktadır ki, ABD’nin 13 Nisan 2018’deki füze saldırı kararı Beyaz Miğferliler’in dağıttığı film ve fotoğraflara dayanılarak alınmıştır. (TruthDig, 20 Nisan)

Zehirli Gaz Var mı?

Peki, 7 Nisan’da 2018’de ne oldu? Orta Doğu’yu yakından bilen kıdemli gazeteci Robert Fisk, Suriye ordusundan hemen sonra Douma’ya girmiş ve ilk izlenimlerini yayımlamıştır (The Independent, 17 Nisan).

Fisk, olayları yaşayan Dr. Asım Rahaybani’nin söylediklerini aktarıyor: “Gece boyunca uçaklar Douma’yı bombaladı; hava da çok rüzgârlıydı; zemin katlar, bodrumlar toz duman içinde kaldı. Kliniğe hipoksiya’dan, yani oksijen yetersizliğinden mustarip insanlar yığıldı. Birdenbire kapıya gelen bir Beyaz Miğferli, ‘Gaz!’ diye seslendi; panik koptu; insanlar birbirlerine su dökmeye başladı. Video gerçekten bu sahneyi çekti; film doğrudur, ama klinikteki insanlar gaz zehirlenmesi değil, oksijen yetersizliği nedeniyle gelmişlerdi.

Robert Fisk, Douma’daki insanlarla serbestçe görüştüğünü söylüyor. Çoğunluk, ölümlere yol açan zehirli gaz iddiasından habersizmiş; duyanlar içinde de iddianın doğruluğuna inanan kimseyle karşılaşmamış. Beyaz Miğferliler’in cihatçılarla birlikte kenti terk ettiklerini açıklıyor. Ve soruyor: “Nasıl oluyor da bugün Douma’da yaşayan insanlar, [Beyaz Miğferliler’in] Türkiye’de betimlediği gaz saldırısından haberdar değildir?

Robert Fisk’in değerlendirmesi, Almanya’nın devlet TV kanalı ZDF heute’nin bir yayınında da doğrulanıyor. Aktarıyorum: “Suriye’deki ZDF muhabiri Uli Gack’a soruyoruz: ‘Bugün büyük bir mülteci kampındaydınız; çok sayıda insanla konuştunuz. Oraya yapılan saldırı hakkında ne öğrendiniz?’ Gack yanıtlıyor: ‘Douma’daki kimyasal saldırı, büyük bir ihtimalle düzmecedir; buradaki çok sayıda insan, olayın düzmece olduğundan emindir.’” (Defend Democracy Press, 22 Nisan).

Scott Ritter’in, Rus basınından aktardığı bilgileri de ekleyeyim: Beyaz Miğferliler’in “zehirli gaz kurbanları” videolarından birinde görülen bir tıp öğrencisi (Halil Aziz), yangın dumanlarından zehirlenen insanları tedaviye çalıştıklarını; gaz saldırısının söz konusu olmadığını açıklamıştır. Duman ve klorin gazı zehirlenmelerinin benzer görüntülere ve laboratuvar sonuçlarına yol açabileceği de ileri sürülmektedir (TruthDig, 20 Nisan).

Emperyalizm ile Suç Ortaklığı

Dr. Rahaybani’nin, Halil Aziz’in tanıklıkları, Suriye savaşının gerçek trajedisini ortaya koyuyor: Yıllar boyunca emperyalizmin ve Orta Doğu’daki ortaklarının Esad rejimine karşı beslediği, desteklediği cihatçı ayaklanmanın asıl kurbanları, sivil, silahsız halktır. Cihatçı işgali altındaki Douma’da rejim tarafından bombalanan, yıkılan evlerinin bodrum katlarında toz-toprak soluyan; yanarak ölen, can havliyle doktorlara koşan insanlardır.

Emperyalizm ve (Türkiye dahil) Orta Doğu’daki müttefikleri tarafından dört yıl boyunca sınırsızca desteklenen cihatçı isyan, Rusya’nın müdahalesi sonunda önlendi; hükümet karşı saldırıya geçti. Halep, Hama, Humus, Şam’da cihatçı kuşatmalara son vermek için kentler bombalandı. Amerikan uçaklarının Musul’da, Rakka’da gerçekleştirdiği sivil kayıplarının benzerleri gerçekleşti. Dr. Rahaybani, bu trajediden küçük bir sahne aktarıyor.

Emperyalizmin katı çekirdeği için, Trump gibi, “yenilgiyi kabul edelim, çekilelim; kendi hallerine bırakalım” tezlerini benimseyen siyasetçiler hizaya getirilmelidir; yapıcı, inşa edici projeler tarihe karışmıştır. Yenilgi kabul edilemez. Gündem, sadece, yıkımın devamıdır.

Yerli (“Çelik Miğferli”) hizmetkârları da katarak canlı tutulan “zehirli gaz senaryoları” şimdilik işlevseldir. Suriye halkı, birbirini katletmeyi böylece sürdürecek; ülke parçalanmış kalacak; barış asla gerçekleşmeyecektir. Zira, kalıcı bir barış, yeniden yapılanma, inşa gerektirir. Halklara, başkalarına bırakılamaz; hizaya gelmeyenler çökertilmelidir.

Bu nedenle, “zehirli gaza karşı füze saldırıları”nı destekleyen herkes emperyalizmin işbirlikçisidir; suç ortağıdır; Türkiye’dekiler dahil…