Ekonomik panorama

TÜİK bir hafta sonra Ocak-Mart 2019 millî gelir tahminlerini yayımlayacak. Ekonomi kriz içindedir; GSYH verilerine yansımasını o zaman mercek altına alırız. 

Bugün, diğer güncel verilere odaklanmayı, bunalımın gelişim doğrultusu üzerinde panoramik bir gezinti yapmayı istiyorum. 

Kısa hatırlatma: Kriz nasıl başladı?

Krizin tetikleyicisi AKP iktidarının “saçmalıkları” oldu. Kriz nedeni ise, sermaye hareketlerindeki sert gerilemedir. Hatırlayalım: 

Ekonominin kronik dış bağımlılığını, giderek artan kırılganlığını AKP iktidarı asla algılamadı. 2013 sonrasında bozulan dış ortama rağmen; kısa döneme, “günü kurtarma” gündemine, “sonrası Allah kerim…” anlayışına tutsak oldu. 

2017’den itibaren kamu destekli iç talep pompalaması iç ve dış dengeleri bozdu; enflasyon ve cari açık tırmandı. Finans çevrelerinin, “seçim ekonomisidir; geçicidir” hoşgörüsünü Cumhurbaşkanı çökertti: TCMB özerkliğine, “faiz lobisi”ne açıkça (üstelik Londra’da) saldırdı. Ekonominin yönetimine de “eski banker” (Merrill Lynch kökenli) Mehmet Şimşek’in   yerine damadını getirdi.  Bu sorunlara ABD ile “rahip” gerilimi de eklendi. 

Sonuç, Ağustos-Aralık 2018’de yabancı sermaye hareketlerinde 4,5 milyar dolarlık “net çıkış” oldu. Bunlara “kayıt dışı ve yerli” sermaye hareketlerini ekleyin: Toplam (net) sermaye akımları eksi 10,8 milyar dolardır. Bu iki dış kaynak akımını 2017’nin aynı beş aylık dönemiyle karşılaştırın: 20 ve 18 milyar dolarlık net giriş belirleyeceksiniz. 

Döviz krizinin nedeni, böylece, dış kaynak hareketlerinin sert bir tempoyla tersine dönmesi oldu. Bunalım, hızla, iç talebe, üretime, istihdama ve millî gelire yansıdı; ekonomi küçüldü.

Dış bağımlılığın zirve noktası

Dış kaynak akımlarının coşkulu konjonktürü, artan dış bağımlılık ve kırılganlıklar ile sonuçlanır.   Tersine dönmesi ise, dış dünyaya kaynak aktarımına yol açar. 

Yakın geçmişin coşkulu bilançosunu, akımlara değil, stoklara, varlıklara bakarak özetleyelim. 

Net kaynak girişlerinin birikimi, Mart 2018 civarında zirveye ulaşır. Bu tarihte brüt dış borç stoku 467 milyar dolardır. IMF’nin dolarlı milli gelir verisine oranlayın: Yüzde 60,9… Genellikle “kritik eşik” olarak belirlenen yüzde 50 bir hayli aşılmıştır.    

Dış borç stokuna, yabancıların Türkiye’de dış borç oluşturmayan varlıklarını da ekleyin. Mart 2018’deki toplam 683 milyar dolardır; millî gelirin yüzde 89’u aşılmıştır. Bu son oran Aralık 2016’da yüzde 68’in altındaydı. Yani, Türkiye ekonomisi iki yılda hızla “yabancılaşmıştır”. 

“Küreselleşmeci takım” itiraz edebilir: “Ne gam? Şirketleri, bankaları, rantiyeleri ile Türkiye burjuvazisi de dış dünyaya yatırım yapmıyor; kaynak aktarmıyor mu?”     

Elbette yapıyor. Doğası gereği burjuvazi “gayri millî”dir; gözü dışardadır; ama bizimkiler fazla güçlü değildir. Türkiye burjuvazisinin dış dünyadaki varlıkları Mart 2018’de millî gelirin yüzde 31’ine dahi ulaşamamıştı.  Bu toplamdan yabancıların Türkiye’deki varlıklarını çıkarın; uluslararası yatırım pozisyonuna (ve “eksi” bir değere) ulaşırsınız: -449 milyar dolar… 

Emperyalist sistemin bağımlı çevresinde bulunmanın bir nicel yansıması söz konusudur: Ekonomi giderek artan boyutlarda net sermaye ithal eden konumdadır. 

Artan dış bağımlılık, dışsal kırılganlıkları da zirveye taşımıştır: Kısa vadeli dış borçlar 122 milyar dolara çıkmış ve TCMB rezervlerini fazlasıyla (yüzde 144’e ulaşarak) aşmıştır. Bunlara bir yıl içinde vadesi gelecek diğer dış borçları da ekleyin: 182 milyar dolar… Mart 2018’deki on iki aylık cari işlem açığını da katın: Bir yıllık dış finansman gereksinimi millî gelirin yüzde 31’ine ulaşır. 

IMF de Nisan 2018’deki Türkiye raporunda bu tespite dayanarak AKP iktidarını uyarmıştı.

Zirveden iniş: Emperyalist sisteme kaynak aktarımı

AKP’nin ilk Lale Devri, Ekim 2008’de son bulmuş; Türkiye ekonomisi sonraki on  iki ayda yüzde 7,9 oranında küçülmüştü.

AKP, kriz patlayınca IMF ile görüşmeye başladı; yarım bıraktı. FED’in likidite pompalaması sonunda Güney” coğrafyasına taşan spekülatif fonlar Türkiye’de yeni bir Lale Devri başlattı. Yabancı sermaye girişleri 2012 ve 2013’te üst üste 70’şer milyar doları aştı; cari açık 65 milyar dolara ulaştı. 

İkinci Lale Devri, FED’in “muslukları sıkması” nedeniyle aslında 2015’te son bulmuştu. Olağan uzantısı bir durgunluk konjonktürü olacaktı. AKP durgunlaşmayı sineye çekemezdi; yazının başında değindiğim “saçmalıklara” savruldu; krizi tetikledi.

Krizin sonucu, emperyalist sisteme kaynak aktarımıdır. Dış bağımlılığın “zirve noktası” (Mart 2018) için yukarıda verdiğim verilerin, sonraki 9-12 aylık seyrini milyar dolar olarak izleyelim. Krizin dışsal faturalarından biri ortaya çıkacaktır: 

Şirketlerin net döviz konumu: -222→-197; dış borç stoku: 467→448… 

Şirketlerin, net döviz açıkları 25 milyar dolar daralmıştır. Bir bölümü dövizli borçları ödeyerek, bir bölümü “açıktan”… Dış borç stoku da 19 milyar dolar azalmıştır. Dış dünyaya kaynak aktarımının bir boyutuna böylece ulaşıyoruz.

Uluslararası yatırım pozisyonu (yerlilerin ve yabancıların milyar dolar olarak varlıkları) açısından daha dramatik bir dönüşüm gözleniyor: Yabancıların Türkiye’deki varlıkları: 683→579; uluslararası net yatırım pozisyonu: -449→-337…  

Ekonominin “yabancılaşma düzeyi” bakımından 100 milyar doları aşan bu “düzelme” yanıltıcıdır. Zira, yabancıların TL’li varlıkları, sadece tasfiye edilerek dış dünyaya aktarıldığı için değil, salt doların pahalılaşması nedeniyle de aşınır. Bu etkenler ayrıştırılmalı ki, yabancı varlıklardaki erime “dış dünyaya kaynak aktarımı” olarak yorumlanabilsin. 

Kısa vadeli kırılganlıklar ve rezervler…

Kısa vadeli dış yükümlülüklerdeki 9-12 aylık değişmelere de göz atalım. 

Kısa vadeli dış borç: 122→119; vadesi on iki ayda gelen dış borçlar: 182 → 177… 

Bu veriler gösteriyor ki, Türkiye’nin kısa vadeli dış kırılganlığı uluslararası sermayeye kaynak aktarımlarına rağmen hafiflememiştir. 

Kısa vadeli dış yükümlükler ılımlı boyutlarda daralırken, dolarlı GSYH hızla düşmüştür: Pahalılaşan dolar, ekonominin reel olarak büyüdüğü son iki yılda dahi,  dolar hesabına göre millî geliri aşağı çekmiştir. 

IMF’nin bu yıla ait tahminlerini de ekleyelim ve dolarlı GSYH’nın 2017, 2018 ve 2019’daki değişim oranlarını (yüzdeler olarak) verelim: -1,4 → -10,0 → -7,9… 

Bu oranlar toplumsal refahtaki değişimi yansıtmaz; ama, Türkiye ekonomisinin kaderine hükmeden finans kapital, dolarlı millî gelir göstergelerine itibar eder.

Yukarıda değindiğim iki kısa vadeli dış yükümlülük kriz sorasında 3-5 milyar dolar azalmıştır; ama bunların dolarlı GSYH’ya oranları zirveye (%16,7 ve %25,1’e) çıkmıştır. 

Daha da kritik bir sorun, TCMB rezervleriyle ilgilidir. 

Brüt döviz rezervleri Mart 2018 ile Mayıs 2019 arasında 17,7 milyar dolar erimiş; 73 milyar dolara inmiştir. Kısa vadeli dış borçların rezervlere oranı da   yüzde 158’e tırmanmıştır.

Ne var ki, ticari bankaların TCMB’de tutulan karşılık oranlarının bir bölümü de dövizlidir; net rezerv hesabına girmez. TCMB’nin 10 Mayıs 2019’daki net rezervler toplamı sadece 27,1 milyar dolardır; dış şoklara karşı savunma araçlarının “zafiyeti” ortadadır.  Dahası, bu toplamın 20,6 milyar dolarlık bölümünün altın rezervlerinden oluştuğu anlaşılmaktadır. Kullanılabilir, likit rezervler, böylece 6,5 milyar dolara inmiştir. CHP milletvekili Aykut Erdoğdu, bu bilgileri, “Merkez Bankası rezervleri fiilen sıfırlanmıştır” tespiti ile kamuoyuna taşımıştır ve haklıdır. 

Bu “zafiyet”, Mayıs’ta Londra finans çevrelerinde ortaya çıkan bir iddia nedeniyle daha da ağırlaştı: TCMB, döviz fiyatlarındaki tırmanmayı frenlemek için Türkiye’deki ticarî bankalardan kısa vadeli (TL karşılığı) on milyar dolar borçlanmış; piyasalara aktarmıştır. (Bk. Financial Times, 5 Mayıs).

 TCMB bu iddiayı   reddetmedi; sadece, “önemli olan brüt döviz hesabıdır…” açıklaması ile geçiştirdi (bk. TCMB Enflasyon Raporu, 2019-II, ss.80-82). 

Ekonomi, henüz, bankaları da  kapsayan bir dış borç krizi içinde değildir. Yukarıdaki bilgiler, 2019 içinde bu olasılığın gündemde olduğunu göstermektedir.

İzlemeyi, tartışmayı, eleştirmeyi sürdüreceğiz.