Ekonomi Küçülürken, Toparlanırken…

Türkiye’nin krizi Ekim 2008’de başladı on iki ay sürdü biz de Ekim 2008-Eylül 2009’u kapsayan zaman dilimini kriz dönemi olarak tanımlıyoruz. Bu dönemin on iki ay öncesine kriz öncesi diyelim. Eylül 2009’u izleyen on iki ay da (yani Ekim 2009-Eylül 2010) kriz sonrası olsun.

TÜİK’in geçen hafta yayımlanan milli gelir tahminleri, bu üç döneme ait büyüme-küçülme verilerini tamamlıyor. Böylece 2008-2009 krizinin öncesinde, içinde ve sonrasında milli gelirin nasıl seyrettiğini gözleyebiliyoruz.

Tablo 1, sözünü ettiğimiz üç dönemin milli gelirini sabit (1998’e ait) fiyatlarla ve ana harcama kalemleri itibariyle veriyor. Milli gelirin, özel ve kamusal tüketim ile yatırım ve ihracat toplamından ithalat çıkarılarak elde edildiğini belirtelim.

Krizin yansıması ilk iki satır karşılaştırılarak gözleniyor. Değişim (küçülme/büyüme) oranları (yüzde olarak) üçüncü satırda gösteriliyor. Krizli on iki ay içinde, milli gelirin yüzde 7.8 oranında küçüldüğü ve (yüzde 3’lük bir artış gösteren) cari kamu giderleri dışındaki tüm harcama kalemlerinin bu dönemde gerilediği belirleniyor.

En dramatik daralma yüzde 35’lik bir oranla yatırımlarda gerçekleşiyor. İthalatın ihracattan çok daha yüksek bir tempoyla daraldığı milli gelirin küçülme hızının bu sayede frenlendiği ortaya çıkıyor.

Ekonominin on iki kriz ayında yüzde 7.8 oranında küçülmesi, Türkiye ekonomisinin uluslararası krizden en ağır etkilenen çevre ekonomilerinden biri olduğunu göstermiştir. Krizden etkilenme derecesini üç aylık dönemler itibariyle ölçersek, Ocak-Mart 2009’da milli gelirin bir önceki yılın ilk üç ayına göre yüzde 14.6 oranında gerilemiş olduğu gözlenecektir. Ekonominin çok ağır bir kriz şokundan geçmiş olduğu açıktır ve “teğet geçme” söylemi safsatadır.

Kriz sonrasındaki on iki ay içinde ise Türkiye ekonomisi hemen hemen aynı hızla toparlanmaya başlamıştır. Bu, Tablo 1’in son iki satırında gözlenmektedir Milli gelir düzeyi kriz öncesine yaklaşmıştır. En hızlı toparlanan harcama öğesi de yatırımlardır ancak, gözlenmektedir ki ekonominin büyüme potansiyelini, dinamizmini belirleyen bu stratejik değişken hâlâ kriz önceki düzey ve oranların gerisindedir. TÜİK’in cari fiyatlarla yaptığı tahminlere de bakabiliriz: Kriz öncesinde yatırımların milli gelir içindeki payı yüzde 22.8’den kriz aylarında yüzde 15.8’e düşmüş sonraki on iki ayda yüzde 18.7’e yükselmiştir ve kriz öncesinin hâlâ 4 puan gerisindedir.

Ekonomi canlanırken mal ve hizmet ithalatının artış hızı ihracatın çok üzerinde seyretmiştir. İç talepteki genişleme bu nedenle ülke dışına taşmış büyüme hızı frenlenmiştir.

***

Bir de ekonominin canlanma, daralma, toparlanma ivmelerini belirleyen ana etkene göz atalım. Bu etkenin dış kaynak hareketleri olduğunu defalarca vurguladık. Üç türlü dış kaynak tanımı yapıyoruz: Birincisi yabancı kökenli sermaye hareketleridir. İkincisi, yabancı, yerli, kayıt-dışı tüm sermaye hareketlerinin toplamıdır. Üçüncüsü ise, toplam sermaye hareketlerinden dış dünyaya net kâr/faiz aktarımlarının çıkarılmasıyla elde edilen net kaynak akımı olarak adladırılabilir.

Tablo 2, yukarıda açıklanan tarihleri kapsayan kriz öncesi, kriz ve kriz sonrası dönemlerde Türkiye’ye dönük dış kaynak hareketlerini, yabancı ve toplam sermaye ile net kaynak akımı olarak sunuyor.

Ekonominizi dış kaynak hareketlerine, akarsuya karşı tutulan bir kevgir gibi açarsanız, dışarıdaki dalgalanmalar sizi de yukarı-aşağı savurur. Kriz öncesinde 44 ile 72 milyar arasında seyreden dış kaynak akımlarının “eksi”ye (“net çıkış”a) dönüşmesi, dramatik boyutlarda düşmesi veya sıfıra yaklaşması ile ekonominin yüzde 7.8 oranında daralması arasındaki paralellik ortadadır.

Krizi izleyen on iki ay içinde dış kaynak hareketlerinde gözlenen “eskiye dönüş süreci”nin, Tablo 1’de belirlenen büyüme ivmesini beslemekte olduğu da yadsınamaz. Şu farkla ki, “kriz öncesi”nde yabancı sermaye girişlerinin sadece yüzde 15’inden oluşan sıcak para hareketleri, “kriz sonrası”nda yüzde 80’i aşmıştır.

Merkez Bankası da bu durumda telaşlanmaktadır ama, “kevgiri baraja dönüştürme” iradesinden, araçlarından yoksun olduğu için (bence) çaresiz kalmaya mahkûmdur.