Çin ekonomisi nereye?

Dünya ekonomisi nereye gidiyor? Beklentiler öncelikle en büyük iki ekonomide, ABD ve Çin’deki gelişmelere kilitlenmiş durumda. ABD’deki gelişmeler FED kararları aracılığıyla, spekülatif, sıcak sermaye hareketleri üzerinden dünyayı etkiliyor. Çin’in katkısı ise doğrudan reel ekonomi (dış talep, üretim) ile ilgili.
Bu farklılık iki ekonominin ithalata bağımlılık derecelerinden geliyor. National Bureau of Economic Research için yapılan bir araştırmada (Working Paper 16426) Çin’de üretimin ithalata bağımlılığı ABD’nin üç katı olarak tahmin ediliyor. Çin ekonomisi ABD’nin (yaklaşık) yarısı büyüklüğündedir. 2013’te büyüme hızlarının Çin’de yüzde 7.5 ABD’de yüzde 2.5 olacağı öngörülmektedir. Bu büyüme hızlarına sözü geçen katsayıları uygulayalım: 2013’te Çin’in dış dünyaya (kabaca) 200 milyar dolar katma değer taşıyacağı Amerikan ekonomisindeki ılımlı büyümenin ülke dışında yaratacağı katma değerin ise sadece 50 milyar dolar civarında kalacağı öngörülecektir.

İşte bu nedenle Çin’in yakın geçmişte gerçekleştirdiği yüksek büyüme temposu, Afrika’nın, Güney Amerika’nın büyük ham madde üreticilerini (bu arada Avustralya’yı) belli ölçülerde ihya etti. İleri teknolojili yatırım malları ve girdilerde uzmanlaşan Japonya, G.Kore gibi sanayileşmiş Asya ülkeleri de Çin’in büyüme ivmesinden yararlandılar. Ve yine aynı nedenle Çin’in makro-ekonomik göstergeleri yakından izleniyor.

***

Geçmiş on yıl boyunca yüzde 11 civarında önümüzdeki on yıl için de (yaygın öngörülere göre) yüzde 7.5’lik bir büyüme bilançosu… Dünya iktisat tarihinde benzerine pek rastlanılmayan bu başarımı açıklayan eski bir model vardır: Azgelişmiş bir ekonomide büyük boyutlu tarımsal nüfus fazlası, standart teknoloji uygulayan sanayileşmeye (kentlere) aktarılabilirse, büyüme hızı sermaye birikim oranına bağlı olur.

Çin’in özgünlüğü bu mekanizmanın abartılı boyutlarda (adeta sonuna kadar) kullanılmış olmasında yatar. Açıklayalım:

(1) Yatırım ve tasarruf oranlarında tarihsel rekorlar kırılmıştır.
Çin yeni yüzyıla milli gelirde yatırımların payını yüzde 40 eşiğinin üstüne çekerek girmiştir. Bu oran, giderek daha da artmış, yüzde 45 civarına yerleşmiştir.
20. yüzyılın benzeri sanayileşme deneyimlerine bakılırsa tarihsel bir rekor söz konusudur. 1929 sonrasındaki Sovyet planlaması, yatırım oranını yüzde 25-30 arasında hedeflemiş ve gerçekleştirmişti. Çin’le daha çok karşılaştırılan 1950 sonrası Japonya ve 1965 sonrası Güney Kore’de sermaye birikim oranlarının zirveye ulaştığı yıllarda yüzde 35-40 eşiği aşılmamıştı.

Çin ulusal tasarruf oranlarında da tarihsel rekorlar kırmıştır. Milli gelirde tasarrufların payı her yıl yatırımları aşmış yüzde 50’ye yaklaşmıştır. Dış açık vermeden hızlı büyümenin ardında bu etken de vardır.

(2) Büyümenin ikinci ayağı: “Göçmen işçiler”
Yatırımların, yeni fabrikaların emek gücü talebini, her yıl kentlere gelen milyonlarca köylü karşılamaktadır. Göçü tetikleyen etken, ücretlerin kırsal gelirlerden yüksek olmasıdır. Göçmen işçiler kentlerde sosyal güvencelerden yoksun tutulmuştur. Ücretlerin önemli bölümleri bu nedenle tasarruf edilmektedir. İstihdamın işveren ve devlet üzerindeki maliyeti böylece düşmektedir. Çin’in rekabet gücü üstünlüğünün anahtarı buradadır.

Özel tüketim oranı da çok düşüktür milli gelirin yüzde 35’i civarındadır. Ancak, kentsel/kırsal gelir farklarının ve hızlı büyümenin katkıları sayesinde tüketim düzeyinde her yıl yüzde 8 civarında bir artış sağlanabilmiş toplumsal gerilimler bu sayede frenlenmiştir.

(3) “Azgelişmişlik eşiği” henüz aşılmamıştır.
Benzer bir sanayileşme sürecinden geçen Güney Kore’de nüfus fazlasının tükendiği ve sermaye birikim temposunun yavaşladığı tarihlerde (1995 civarında) ortalama emek verimliliği ve çok sayıda sosyo-ekonomik gösterge Batı ekonomilerine yaklaşmıştı. Çin, ekonomik yapısı ve üretkenlik bakımından 2013’te bu aşamanın uzağındadır.

(4) Modelin tıkanma olasılıkları gündemdedir.
“Yüksek yatırım, düşük ücretli göçmen işçilik, artan emek verimi…” Bu süreç on beş yıl daha sürdürülürse, Çin de otuz yıl önceki G.Kore gibi azgelişmişlik eşiğini niçin aşmasın?

İki önemli engel görünüyor: Birincisi demografik … Çin 1979dan beri evli çiftler için tek çocuk politikasını başarı ile uyguluyor. Faal nüfus düzeyi (“sınırsız” sanılan emek depoları) artık durma noktasına gelmiştir.

İkinci engel toplumsal ve politik… Göçmen işçilerin tabi olduğu yoğun sömürü mekanizmalarının sınırlarına gelinmektedir. Direnme eylemlerinin bir sınıfsal tepkiye dönüşmesini, ÇKP önlemek zorundadır. Aksi halde meşruiyet bunalımı gündeme gelebilecektir. Rekabet gücü önceliğine dayalı bir modelin sürdürülmesi sadece bu etkenlerle değil, dış dünyanın durgunlaşması nedeniyle de imkânsızlaşmaktadır.

Bu engeller aşılabilir mi? “Sistemik” veya birikim biçimi olarak hangi doğrultuda?

Çeşitli boyutlara açılan sorular. İleride ayrıntıyla tartışmak üzere…