CHP ve Sol

Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığı vesilesiyle, “CHP ve sol” üzerindeki düşüncelerimi bu köşenin okurlarıyla paylaşmaya niyetlendim. Ve farkettim ki, son birkaç yıl içinde bu konu üzerinde birkaç kere konuşmuşum bunlar da yayımlanmış. Bunun üzerine, Express dergisiyle Mayıs 2005 ve Ocak 2008’de yaptığım söyleşilerin ve Ekim 2008’de “Aydınlanma ve Sol” konulu bir sempozyumdaki konuşmamın harmanlanmasından oluşan birkaç aktarma yapmaya karar verdim.

***

Şu sorularla başlayalım: “Halk sınıflarının zaman zaman yaygın desteğini sağlamış olan Menderes’in, Demirel’in, Özal’ın, Erdoğan’ın partileriyle karşılaştırılırsa CHP ‘sol’ bir kimlik taşıyabilmiş midir?”

Sözü geçen konuşmalardan aktaralım:

Sol terimi, bence iki öğe birden içeriyor: Birinci olarak bir sınıfsal tavır söz konusudur. Bununla, emek ile sermaye, varlıklı ile çulsuz, zengin ile yoksul, muktedir ile yoksun arasında çıkar çatışmalarının olduğu her durumda, emekten, mülksüzden, yoksuldan, yoksundan yana tavır almayı kastediyorum. Herhangi bir siyasi hareketin kitle desteğinin emekçi, yoksul sınıf ve katmanlardan oluşması, o harekete ‘sol’ karakter kazandıramaz. Türkiye bakımından, belli tarihsel konjonktürlerde DP, AP, AKP salt bu özelliklerinden ötürü solcu sayılamazlar. Kitle desteği bir şeydir sınıfsal siyaset izlenmesi ayrı birşeydir.”

“İkincisi, sınıfsal siyaset çizgisinin, şu veya bu biçimde aydınlanma geleneğiyle bağlantılı (veya onun türevi) olması… Bununla, Marksizmden geldiği için sosyalizmi, sosyal demokrasiyi veya aydınlanmanın Türkiye koşullarında yansıması olan Cumhuriyet Değerleri’ni (laikliği, Batı’ya özgü rasyonel, eleştirel düşünce sistemini) benimsemiş olan siyasi akımları kastediyorum.”

Buradan hareketle, yaygın halk tabanına dayanan, hatta “halkçı” yönelişler gösterse de, İslamcı/köktendinci bir siyasi hareketin solcu sayılamayacağını savunmuş oluyorum: “AKP’nin seçim zaferlerine ‘burjuva demokratik devrimin son aşaması’ diyenler var. Burjuva demokratik devrim, orta çağın tüm kalıntılarının tasfiyesidir. Tarikatların güçlendiği bir ülkede demokrasiden nasıl söz edilebilir! Tarikat, cemaat, birey olarak özgür olmayan insanlar topluluğudur. Bunları sivil toplum kuruluşları, AKP’yi de demokrasinin getiricisi olarak gösteren arkadaşlara hayret ediyorum.”

Keza, sınıfsal (emekten-yana) bir perspektifi olmayan bir aydınlanmacılık (örneğin Baykal’lı CHP) de, elbette solcu değildir.

Peki CHP’nin “solcu” geçmişi hiç mi yoktur? Aktarıyorum:

“İsmet Paşa’yı yenilgiye uğratarak 1972’de CHP liderliğine geçen Ecevit, 12 Mart rejimine muhalefet etti düzen değişikliği programı ve sloganlarıyla (‘Toprak İşleyenin, Su Kullananın’ ‘Bu Düzen Değişecek’) Türkiye’deki sol harekete değerli bir miras bıraktı. 1973 ve 1977 seçimlerinde birinci parti oldu. Ecevit ‘düzen değişikliği’ni savunurken partisini geleneksel (yani adeta Avrupaî) bir anlamda sınıfsal platformlu ‘ılımlı sol’ bir çizgiye taşıdı ve tüm Türkiye siyasetini de sola kaydırdı. Niyetlenmemiş olmasına rağmen CHP’nin solundaki sosyalist akımların da gelişmesine katkı yaptı. 1970’li yıllarda Türkiye solu, 20. yüzyıl Avrupası’nda olduğu gibi, hem rakip, hem de birbirini tamamlayan çok farklı öğelerden oluşmaktaydı. Bir uçta yeni solcu CHP’yi diğer uçta da sosyalizme, komünizme kadar uzanan akımları içeren modern bir sol yelpaze oluşmaya başlamıştı.”

“Demirel, sola kaymış CHP’nin, (kendi tapulu alanı olarak gördüğü) halk tabanına etkili boyutlarda nüfuz etmesi karşısında derhal ve şiddetli bir sınıf kavgası bayrağı açtı ‘Milli Cephe’ altında MHP ve MSP ile birleşerek Türkiye’yi 12 Eylül darbesine yaklaştırdı. CHP dışındaki sosyalist solun da emekçilere anlamlı derecelerde nüfuz etmekte olduğu bir dönemden söz ediyoruz. Bu sadece Demirel’in değil, egemen sınıfların ve ‘derin devlet’in de âcil sorunuydu.”

1980 sonrasında 12 Eylül faşizmine ve onun halk karşıtı ekonomik/sosyal politikalarına bu kez Erdal İnönü’nün SHP’si karşı çıktı:

Halk muhalefetinin yarattığı dalgaya kendini bırakan SHP, 1989 yerel seçimlerinde birinci parti oldu. 1991 genel seçimlerinden önce İstanbul’un yoksul semtlerinde bir anket yapmıştık. Ankete katılanların içinde İstanbul işçi sınıfını temsil edenlerin yüzde 50.1’inin iki yıl önceki belediye seçimlerinde SHP, DSP ve diğer sol/sosyalist partilere oy verdikleri belirlendi. Ayrıca ortaya çıktı ki, işçi sınıfının en örgütlü, sanayi sektöründe yer alan, mavi yakalı öğeleri, ideolojik ve politik tavırları bakımından, küçük burjuvaziden, burjuvaziden, esnaf-sanatkâr takımından çok daha ileridedir. Neo-liberal modellere karşı çok daha kararlıdır. O tarihte yükselen bir ivme göstermeyen Refah Partisi ise işçi sınıfının sendikalaşma tarihini yaşamamış ögelerinde kök salma potansiyeli gösteriyordu.” “1989-1991 arasında kent emekçilerinden oluşan blokun RP ile DSP/SHP ve sosyalistler arasında mütereddit olduğu anlaşılıyordu. Bu iki büyük akım arasında hangi siyaset halk muhalefetini temsil edebilecekse, gelecek onun olacaktı. SHP’nin kararsızlığı, rakkası siyasî İslâm lehine çevirdi. 1991’e gelindiğinde İstanbul’un işçi sınıfı içinde solun desteği (aynı ankete göre) yüzde 41.1’e düşecekti. RP, devrimci sol akımların 1980 öncesinde varoşlarda izlediği örgütlenme yöntemlerini tarikat-cemaat destekleriyle sürdürdü geliştirdi.

***

Şimdi de CHP geleneğinin solculuktan kopan yakın tarihine bakalım: 2001 krizinde Ecevit başbakandır ancak, artık sermayeye tamamen teslim olmuş krizin yönetimini Dünya Bankası’ndan Kemal Derviş’e devretmiş olan bir Ecevit… Parlamento dışında kalmış olan Baykal’lı CHP için bir kez daha halk muhalefetinin sözcülüğüne soyunma fırsatı çıkmaktaydı. Ne oldu? Aktarıyorum:

2002’de krizi yaratan ve yöneten siyasetlere karşı halk tepkisi, parlamentoyu hemen hemen tamamen tasfiye etti. Halkın kendiliğinden tepkileri, bir iktidarı gömebilir ama yeni iktidar [kendi iktidarını] kuramaz. Krizle özdeşleşmemiş olan CHP, seçim platformunu, salt taktik sebeplerle de olsa, IMF aleyhine bir koz olarak kullanma halk muhalefetinin yöneleceği ana kanallardan biri olarak ortaya çıkma fırsatını bilinçli olarak reddetti. ‘Sorumlu’ (yani, “fincancı katırlarını ürkütmeyecek”) muhalefet yapma kararını Baykal açıkça ilan etti sembolik bir tercih yaparak Kemal Derviş’i aday listesine aldı. Toplumsal bunalım karşısında çaresiz kalan, köklü bir protesto dalgasına girmiş olan halk muhalefetine sahip çıkma şansını AKP kullandı CHP reddetti.

Sonraki yıllarda Baykal’lı CHP halk muhalefetiyle ilgilenmiyor “üç ayak üzerinde politika yapmaya çalışıyor: Laiklik, Kıbrıs/Ermenistan, Kürt sorunu... Kıbrıs ve Kürt sorununda milliyetçi tavırlar içinde kısılmış. Laiklik kaygılarına dayalı muhalefet haklıdır ancak, bir toplumsal muhalefetle birlikte sürdürülmezse halk sınıflarıyla bağlantıları daha da zayıflatır geri teper ve bir kısır döngüde tutsak kalır.

***

Kılıçdaroğlu, CHP Genel Başkanlığı ile birlikte bu mirası, bu arka planı da devralıyor. Buradan nereye? Elbette izleyeceğiz tartışacağız.