Brezilya: 'Piyasalar' faşist adayı destekliyor

Brezilya’da Başkanlık seçiminin ilk turunu Jair Bolsonaro yüzde 46 oyla önde bitirdi.. Hapisteki Lula tarafından İşçi Partisi adayı olarak gösterilen eski Sao Paulo valisi, iktisatçı, felsefeci Fernando Haddad yüzde 29 oyla ikinci geldi. Üç hafta sonra yapılacak olan ikinci turda, Haddad’ın aradaki farkı kapatması pek olası görünmüyor. 

Tehlikeli bir siyasetçi

Bolsonaro, eski bir subaydır; 1988’de yüzbaşı rütbesiyle ordudan ayrılmış, siyasete atılmıştır. 1991’den beri Rio de Janeiro milletvekili olarak parlamentodadır. Birkaç parti değiştirmiştir. 

Parlamentoda sağ-tutucu görüşleri, sol ve laiklik karşıtlığı ile dikkat çekmiştir. Brezilya’da yirmi yıl süren askerî diktatörlüğü övmüş, işkenceleri savunmuştur. İşçi Partisi iktidarı yerine askerî rejimin yeğlenmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Pinochet cuntasını da “yeterince kan dökmediği” için eleştirmiştir. 

Erkek üstünlüğü saplantıları vardır. Bir kadın milletvekili için “tecavüze değmez”  yakıştırması yapmıştır. Açıkça ırkçıdır; ülkenin yerli (özgün) halklarının, “çoğalmaması, kısırlaştırılması” düşüncesindedir.  

Seçim kampanyasında, fanatik anti-sosyalizmi; aile, din, kanun-nizam-disiplin “değerleri”; suça karşı ödünsüz ve sınırsız şiddet uygulama vaatleri ile öne çıkmıştır. Başkan Yardımcısı adayı,  cunta döneminden  tanıdığı emekli general Mourao’dur. 

Bu özellikleri ile Bolsonaro için “aşırı sağ” nitelemesi yetersiz görünüyor. Benzer bir siyasetçi (Hindistan Başbakanı Modi) ile yıllar önce röportaj yapan bir psikolog, “klasik ve klinik bir faşist kimlik; potansiyel bir katil, bir katliamcı da aynı kategoriye girer”   tanısını yapmış. Bolsonaro da, son yıllarda ortaya çıkan patolojik, ilkel ve tehlikeli  bir siyasetçi (Trump, Filipinli Duterte, Modi) türünün temsilcisi görünüyor. Örnekleri artırmak mümkündür. 

Üstelik, bu siyasetçilerin iktidara gelmeleri, güçlenmeleri, burjuvaziler ve finans çevreleri tarafından genellikle destekleniyor. Bolsonaro’nun ilk tur başarısı, ulusal para real’in yüzde 2 yükselmesine; tahvil faizlerinin düşmesine ve borsanın (BOVESPA’nın) bir günde yüzde 4,1’lik artışına; yol açtı. Borsa endeksleri, bence, “burjuvazinin kolektif iradesi”ni yansıtan öncü göstergelerdendir.

“Piyasalar”, Bolsonaro’nun başkanlığa yürüyüşünü niçin coşkuyla karşılıyor? Ekonominin yönetimini Chicago Üniversitesi diplomalı, aşırı özelleştirmeci banker Paulo Guedes’e teslim edeceği için mi? Bence, daha ciddi bir neden var:  Burjuvazi, faşist Bolsonaro iktidarının, İşçi Partisi seçeneğini temelli ortadan kaldıracağını ummaktadır. 

Seçim arifesinde “Bolsanora’ya hayır” sloganı ile meydanları dolduran yüzbinlerce kadına, on dört yıllık kesintisiz sol iktidarın kazanımlarına rağmen Brezilya toplumu, bu tehlikeli adamı Başkan seçmek üzeredir. 

Latin Amerika’nın “pembe dalgası”

Brezilya bu hazin dönemece,  iki sivil darbe ile getirildi. Bu süreci iki yıl önce incelemiştim. Kısaca bellek tazeleyelim.

Brezilya’nın başına gelenler, Latin Amerika’da emperyalizmin iki ayağı (ABD ve finans kapital) ile yerel burjuvazilerin ortaklaşa tezgâhladığı kapsamlı bir saldırının parçasıdır.

21’nci yüzyılın ilk on yılına gelindiğinde, Batı basınının “pembe dalga” diye nitelediği bir dönüşümün sonunda, Latin Amerika’nın önemli bir bölümü,  çeşitli sol iktidarlar tarafından yönetilmekteydi: Brezilya, Arjantin, Venezuela, Bolivya, Ekvator, Uruguay, Nikaragua, kısmen Şili ve (hızla son bulan) Paraguay, Honduras… 

Sözünü ettiğim ittifak, bu “tehlikeli gidiş”i, en azından durdurmayı; giderek son vermeyi hedefledi. Finans sermayesi, sol iktidarların seçim yenilgilerine katkı yaptı. Sonuç alınamayınca, sivil, bazen askerî darbeler devreye girdi. Bugünün solcu rejimler listesi, Venezuela, Nikaragua ve Bolivya ile sınırlıdır. İlk ikisi, “rejim değişikliği” operasyonlarının güncel hedefleridir. 

Bolsonaro’nun seçim zaferi kesinleşince Brezilya operasyonu tamamlanmış olacaktır.

İşçi Partisi’nin “günahları”  

Karşı saldırının, ortak ve ülkelere göre değişebilen nedenleri var. Brezilya’ya odaklanalım ve İşçi Partisi’nin “günahları” üzerinde duralım. 

Brezilyalı bir meslektaşımız (Alfredo Saad-Filho), Lula ve Rousseff dönemlerinin  bilançosunu  dört başlıkta özetliyor (IDEAS, 27 Haziran 2017): Siyasetin demokratikleştirilmesi; devlet aygıtının toplumsal bileşiminde halk sınıflarının güçlenmesi; gelir dağılımında emek ve yoksullar lehine belirgin iyileşmeler; kalkınma / büyüme önceliklerinin neoliberal makro-ekonomik model ile uzlaştırılması.    

Bunlar, İşçi Partisi iktidarının halk sınıflarına getirdiği kazanımlardır; Brezilya burjuvazisi için “günahları” oluşturmaktadır. Saad-Filho’ya göre emekçi sınıfların bu kazanımları, “neoliberal seçkinlerin ve üst-orta sınıfların muhalefetini de tetiklemiştir.

Bana göre aynı listeye, Lula ve Rousseff’in  ABD emperyalizmine karşı işlediği “günahlar” da eklenmelidir: İşçi Partisi döneminde Brezilya, Latin Amerika’da Amerikan emperyalizminin siyasî hegemonyasını zayıflattı. ABD’yi dışlayan iki işbirliği örgütünün (Unasur ve Mecrosur’un) liderliğini  üstlendi ve başta Venezuela, diğer sol iktidarlarla etkili dayanışmalar oluşturdu.  

14 yıllık (2003-2016) İşçi Partisi iktidarının, Brezilya emekçileri için sınıfsal kazanımlarının temsilî bir yansımasını Financial Times muhabiri seçim günü Sao Paulo’da yakalamış. Siyah bir kadın (Helena Nogueira), kime oy verdiğini açıklıyor: “Haddad’a oy verdim; çünkü o, Lula’nın başlattığı, yoksulları koruyan programı sürdürecek. Benim gibi siyah olan yeğenim İşçi Partisi sayesinde mühendis oldu; bugün mühendis olarak çalışıyor.” 

Sao Paulo’lu Nogueira’nın politika tavrının “karşı cephesi” de var.  “Neoliberal seçkinlerin ve üst-orta sınıfların”  İşçi Partisi’ne muhalefet cephesini de, 2015’te yayımlanan bir fotoğraf temsil ediyordu: Şık gömlekleri, şortları ve spor ayakkabıları ile sarışın-kumral bir çift (Claudio ve Carolina Pracownik) küçük köpekleriyle birlikte “Rousseff istifa!” mitingine katılmak üzere yola çıkmış. İkiz çocuklarını bir pusette taşıyan “siyah” dadı (Maria Angelina)  onları arkadan izlemektedir. Bebeklerin mitinge değil,  gezintiye çıkarıldığı anlaşılıyor. 

Finans kapitalin (“piyasalar”ın) saldırısı karşısında bunalan Rousseff, 2015’te neoliberal politikalara yöneldi, ama ülkesinin burjuvazisini ikna edemedi. Birikimli  “günahlar”, Maliye Bakanlığı’na neoliberal bir iktisatçı getirilerek “affedilmedi”. 

İşçi Partisi, on dört yıl boyunca, “ayak takımı”nı gözetmekte ölçüyü kaçırmıştır. Beyaz “seçkinler”, küçük ve orta burjuvazi, eğitimli profesyoneller yakınıyor: Geçmişte “kendilerine ait” gördükleri kent mekânları, kurumlar, okullar, üniversiteler, meslekler  alt sınıflara fazlasıyla açılmıştır. Varoşlarda yetişip, seçkin üniversitelerden diploma alan siyah mühendislerle, avukatlarla aynı işyerini paylaşmak ağır gelmektedir. 

Artan vergi yükünün yanı sıra, pahalı, özel  okullara, hastanelere yönelme baskısı altında bunalmışlardır. Askerî dikta düzeni   özlenmektedir. Bolsonaro, ortak endişelerin sözcüsü olmuştur.  

Sözünü ettiğim fotoğrafta yer alan çift, Ekim 2018’de herhalde Bolsonaro’ya oy vermiştir ve ilk tur sonuçlarını coşkuyla kutlamıştır. 

İki sivil darbe

Brezilya’da İşçi Partisi’ni kalıcı olarak iktidardan uzaklaştırmak için iki “sivil darbe” örgütlendi. 

Birincisi ile Başkanlık sürecinin bitiminden iki buçuk yıl önce (2016’da) Dilma Rousseff azledildi. Kişisel dürüstlüğü iyi bilinen Rousseff’in 2014 seçim kampanyasında Petrobras’ın imkânlarından yararlandığı ileri sürüldü. Ceza davası dahi açılmadan, bir parlamento oylaması ile görevden uzaklaştırıldı.

Yerine geçen sağcı Başkan Yardımcısı Michel Temer, ağır rüşvet, yolsuzluk suçlamaları ile karşı karşıyaydı; parlamento desteği sayesinde hepsinden sıyrıldı. Sert bir neoliberal program başlattı; bütçe harcamalarını dondurabilen anayasa değişikliğini  parlamentodan geçirdi. Lula ve Rousseff yıllarında yoksulları destekleyen sosyal harcamalar böylece aşındırıldı; yoksulluk hızla arttı. 

Temer, iki yıl  boyunca finans çevrelerine ve Brezilya’nın “lümpen burjuvazisi”ne hizmette kusur etmedi. Ne var ki, finans kapital ve bu burjuvazi yıkıcıdır, parazittir, kapkaççıdır; ama, üretkenlikten ve dinamizmden yoksundur.  Rousseff’in ilk dört yılında ortalama yüzde 4 büyüyen Brezilya, Temer’in  neoliberal politikaları sonunda önce küçüldü; sonra durgunlaştı.  Başkanlığı son bulurken Temer’i destekleyen  Brezilyalıların oranı rekor düzeye, yüzde 5’e indi. 

2018’de Başkanlık seçimi anketlerinde Lula açık farkla ön sıraya geçmişti. İkinci sivil darbe doğrudan Lula’yı hedefledi. Uydurma bir yolsuzluk suçlaması daha tezgâhlandı; rüşvet olarak verilen lüks bir konutu beyan etmemekle suçlandı. Ne var ki, sözü geçen konuta hiç gitmemiştir; mülkiyeti,  daha önce yolsuzluk suçlamalarına karışmış bir inşaat şirketi üzerinde görünmektedir.

Dava, 10 yıl hapis cezasıyla sonuçlanır. Temyiz aşaması başlamadan Lula tutuklanır;  tutukluluk gerekçesiyle seçimlere katılması da engellenir. İkinci “sivil darbe” tamamlanmıştır. 

Son aşamaya sıkıştırılan Haddad’ın adaylığı, Lula’nın yokluğunu telafi edemeyecek; faşist Bolsonaro’ya Başkanlık kapısı açılacaktır. 

Brezilya deneyimini genelleştirebileceğimizi düşünüyorum: Çeşitli coğrafyalarda günümüz burjuvazisinin sol seçeneklere karşı tahammülü, esnekliği kaybolmuştur. Önce “faşistler”, giderek faşizm ile  taktik, stratejik ittifaklar gündemdedir; şimdiden başlamıştır.  

Bu nedenle yumuşak, hatta “sevimli” bir terminoloji de uydurulmuştur: Faşistler “popülist”, faşizm ise “popülizm” diye adlandırılacaktır. 

“Popülist” Bolsonaro’ya iktidar kapısı da böyle aralanmıştır.

“Rousseff istifa” mitingine giderken...