Bir durum muhasebesi

Döviz hareketleri ve TCMB’nin tepkisi/tepkisizliği… Günümüzün sıcak konuları elbette bunlar. Yine de arada bir güncelin dışına çıkıp sormak gerekiyor: “Neredeyiz nereye gidiyoruz?”

Bugün bu türden bir durum muhasebesi yapalım. Makro-ekonomik dengelerden başlayalım üretime, bölüşüme bakarak sürdürelim dışsal kırılganlık öğeleri ile tamamlayalım.

Yatırım, tasarruf düşüyor tüketim ve dış açık yükseliyor
Hayra alâmet değil: 2013’te Türkiye ekonomisinde hem yatırım, hem de tasarruf oranları düşmüştür. Milli gelirin yüzdeleri olarak birincisi 20.4’ten 19,6’ya ikincisi 14.5’ten 12.7’ye gerileyerek…

Niçin hayra alâmet değil? Zira, bir sonraki seçime değil de, biraz uzun döneme bakıyorsanız, bu iki orandan en azından birinin yükselmesini istemeniz gerekir.

Diyelim, ekonominin büyüme potansiyelini yükseltmek biraz da olsa Asyalılara yaklaştırmak istiyorsunuz. O zaman, yüzde 20’lere takılıp kalmış olan bir sermaye birikim oranını yukarı çekmeyi hedeflemeniz gerekecektir.

Veya, dış denge sorunlarını durgunluğa sürüklenmeden hafifletmeyi hedeflediniz. Mevcut yatırım oranını koruyarak ulusal tasarrufları yukarı çekmenin yöntemlerini bulacaksınız.

2013’te ikisi de yapılamamıştır. Yükselen iki oran var: Tüketim ve dış açık… Bir yıl içinde toplam (özel ve kamusal) tüketimin milli gelirdeki payı yüzde 84,8’den 86,5’e cari açık oranı ise yüzde 6.2’den (tahminen) 7.4’e çıkmış.

Bu da ekonomideki ayar bozukluklarının artmakta olduğunu gösteriyor. Bir yandan toplumun ürettiğinden daha fazlasını tüketme eğilimi artıyor bir yandan da büyüme potansiyeli aşağı çekiliyor…

Durgun ekonomi, işsizlik ve emek
2012’de ekonomi (yüzde 2.2’lik büyüme ile) durgunlaştı. 2013’te de aynı eğilim sürmektedir.

Sanayi üretim endeksi, milli gelirin ön-göstergesidir. Ocak-Kasım 2013’te bu endeks, bir önceki yılın on bir ayına göre sadece yüzde 2.7 artmıştır. Bu oranın Aralık’ta da değişmeyeceğini varsayalım ve sanayi/milli gelir bağlantısının geçmiş verilerine bakalım. Sanayinin yüzde 2.7 oranında büyüdüğü bir dönemde, milli gelirde (AKP’nin resmi öngörüsü olan) yüzde 3.6’lık bir artışın gerçekleşmesi mümkün olabilir, ama olası değildir.

Durgunlaşan ekonomi 2013’ün ikinci yarısında işsizliği artırmıştır. Gençlerde işsizlik yüzde 20 eşiğine gelmiştir. Emeğin göreli durumunun AKP’li yıllarda belirgin boyutlarda bozulduğunu belirliyoruz. Ayrıntısına ileride girebiliriz.

Dış kırılganlıklar: İnceldiği yerden kopacak mı?
2013 sonundaki finansal ortamın “beş kırılgan” ekonomisinden biri olan Türkiye için bir “kırılma” gerçekten gündemde midir?

Bu sorun, bu köşenin sınırlarını aşar. Yine de, sermaye hareketlerinde ani bir “durma veya tersine dönme” şoku söz konusu olduğunda önem taşıyan bazı kırılganlık göstergelerine değinelim.

Ekonominin tüm döviz yükümlülükleri ile döviz varlıkları arasındaki açıktan hareket edelim. Türkiye’nin bu anlamdaki döviz açık pozisyonu son yedi yıl boyunca sürekli yükselmiş Eylül 2013’te 400 milyar dolara ulaşmıştır.

Bu döviz bilançosunun bir bölümü, örneğin doğrudan yabancı sermaye yatırımları için “ani çıkışlar” söz konusu değildir. Sıcak para hareketlerinde ise 2013’te “net çıkışlar” değil, üçte bir oranında yavaşlama gerçekleşmiştir. Döviz fiyatlarında son haftalardaki hızlı artış, portföy yatırımcılarının çıkışını şimdilik frenlemektedir ama nereye kadar?

En âcil finansman sorunu, vadesi gelen kredilerin yenilenmesi döndürülmesidir. Alacaklılar öncelikle resmi rezervler ile kısa vadeli dış borçlar arasındaki orana bakarlar. TCMB’nin brüt rezerv düzeyi, 2011’den itibaren bu borçların altına düşmüştür. Eylül 2013’teki oran yüzde 87’dir.

Uzun dönemli kredilerin bir bölümünün vadesi de 12 ay içinde dolmaktadır. Bunlara, cari açık öngörüsü de eklendiğinde ekonominin bir yıllık dış finansman gereksinimi belirlenir. IMF 2014’te bu toplamı 238.5 milyar dolar olarak öngörüyor. Bu çok yüksek bir düzeydir ve tahminî milli gelirin yüzde 28’ine ulaşmaktadır.
Normalde vadesi gelen krediler yenilenir “döndürülür”. Güven aşınması oluşursa artan boyutlarda anapara tahsili talep edilir. “Döndürülen” kredilerin faizi ise, Türkiye’nin risk primine göre yükselir. Türkiye’ye uygulanan risk primlerini temsil eden CDS (“batık kredi takası”), Mayıs-Ocak arasında “kırılgan beşler” grubu içinde rekor kırmış yüzde yüz civarında artmış ve 234’e ulaşmıştır. Finansman maliyetindeki artış, doğrudan cari işlem açığını yukarı çeken bir kısır döngü oluşturur bir noktadan sonra dış borç stokunun döndürülmesinde tıkanmalara yol açabilir.

* * *

Bu tür bir tıkanmanın ilk işaretleri döviz fiyatlarında gözleniyor. Buradan (özellikle gelirleri TL, borçları dolar olan) şirketlere batık krediler de banka bilançolarına yansıdığında ne olur?

Felâket senaryosu mu? Bilemem. Çalkantının sertliğini, yansıma biçimini öngöremediğim için…