Bir başarı safsatası: Türkiye ekonomisi

Mayıs sonrasında dünya ekonomisini inceleyen “saygın” uluslararası kuruluşlar Türkiye’nin ekonomik kırılganlığına da dikkat çektiler.
Batı basını da bu uyarıları tekrarladı ancak arka planda etkileyici bir başarı karnesine de referans vererek…

Son aylardan rastgele örnekler: “Küresel krizi büyük ölçüde yara almadan geçiştiren kişi başına geliri üç misli artıran” siyasi istikrar ve büyüme üzerine iktidarını pekiştiren” “yeni bir ekonomik dinamizm taşıyan” hatta “dünyaya bir ekonomik mucize örneği sunan” AKP Türkiyesi…

Kötü şöhretli iktisatçı Jeffrey Sachs’a ait olan sonuncusu hariç, bu ifadeleri Batı’nın önde gelen gazetelerinin Türkiye ekonomisi üzerindeki haber ve yorumlarından aldım.

“Palavraya karnımız tok” diye küçümsemeyelim. Arada bir bu tür savları bilgi ve olgu süzgecinden geçirip teşhir etmek gerekiyor.

Ben de bu nedenle, (petrol ihracatçıları hariç, Türkiye dahil) en büyük sekiz çevre ekonomisinin “AKP’li on yıla”, yani 2003-2012 dönemine ait iki temel göstergesini tabloda sunuyorum.

Tabloyu basit tutmak istedim ve iki gösterge ile sınırladım: On yıllık (2003-2012’ye ait) ortalama büyüme hızı ve cari işlem dengesinin milli gelire oranı. (Cari fazlalar “artı” açıklar “eksi” işaretlidir.) Birinci gösterge, sabit fiyatlı milli gelir serilerinin on yıllık ortalaması (trendi) olarak ikinci oran ise on yılın cari denge ve dolarlı milli gelir rakamları toplanıp (birikimli olarak) hesaplandı.

***

Önce milli gelir hareketlerine bakalım. Reel (enflasyondan arındırılmış) on yıllık büyüme ortalaması bakımından Türkiye beşinci sıradadır Çin, Hindistan, Arjantin ve Endonezya’nın arkasında kalmıştır. Yüzde 4.6’lık büyüme, neoliberal döneme ait orta dönemli potansiyel büyüme hızı civarındadır. Orta Vadeli Program’ın 2013-2014 öngörüleri gerçekleşirse bu oran aşağı çekilecektir.

On yıllık büyüme bakımından Türkiye nasıl değerlendirilebilir? Bu ekonomide işgücüne katılım oranı yüzde 50 eşiğini bir türlü geçememektedir tarımda faal nüfusun dörtte biri yer almakta ve milli gelirin yüzde 8’ini dahi üretememektedir. Böylesine büyük emek rezervleri barındıran (israf eden) bir ekonominin yüzde 4,6’lık bir büyüme patikasına sıkışmış olmasını “dinamizm” olarak nitelendirmek safsatadır o kadar…

***

Büyüme sürecinin dışsal bağımlılığının en kaba göstergesi, cari işlem dengesidir (Tablo, satır 2). Türkiye’nin hızlı büyümeyi dış fazla ile gerçekleştiren Çin, Arjantin ve Endonezya’yı hatta (ılımlı cari açıkla hızlı büyüyen Hindistan’ı) örnek alması söz konusu değildir. Ülkemiz, rekor dış açık ile ılımlı büyümeyi gerçekleştiren tuhaf, biraz patolojik bir konumdadır.

Emek rezervlerini tüketmiş olan Güney Kore, “olgun ekonomi” özellikleri kazanmış Batı ekonomilerini biraz aşan bir büyüme potansiyeline dış fazla koşullarında yerleşmiştir. Türkiye’ye benzeyen Brezilya ve Meksika ise “bağımlı ve durgun” örneklerdir.

***

Tablonun dışına çıkalım ve yine IMF verilerine baş vurarak şu soruyu yanıtlayalım: Türkiye’nin yüksek dış bağımlılığı, sermaye birikim oranını besleyerek ekonominin geleceğine bir dinamizm taşıyabilmekte midir?

Heyhat! Tam zıddı geçerlidir: 2003-2012 ortalamaları bakımından Türkiye’nin yatırım oranı, yüzde 20’dir ve (yüzde 18’lik Brezilya’nın ardından) sondan ikincidir. Yatırım oranları hem yüzde 30-45 aralığı içinde seyreden hem de bu durumu (Hindistan hariç) dış fazla vererek gerçekleştiren Asya’nın dinamizmi Türkiye’nin çok dışındadır.

***

Peki, ekonominin dış kaynak gereksinimi zaman içinde azalmış mıdır? Farklı ifade edelim: Ulusal tasarruf oranları on yıl içinde yükselmiş midir?

Bir kez daha heyhat! Sekiz ülke içinde on yıllık ortalamalara bakıldığında ulusal tasarruf oranı (yüzde 14,8 olarak) en düşük ülke Türkiye’dir. Üstelik, bu oran giderek aşınmış 2002-2012 arasında yüzde 17’den yüzde 14’e inmiştir.

Türkiye ekonomisinin dönem boyunca tırmanan dış açıklarının (artan dış bağımlılığının) makroekonomik nedeni buradadır.

***

Böylece AKP’li yılların Türkiyesi, benzeri ekonomilerle karşılaştırıldığında (a) ortalamanın altında büyüyen (b) en fazla dışa bağımlı (c) çok düşük oranda yatırım yapan (d) ulusal tasarruf oranları daha da düşük bir ekonomidir.

Bu bilançoyu bir “başarı öyküsü” olarak anlatmak ya cehalet ya da çıkar ilişkileri ile açıklanabilir.

Ve bir noktadan sonra, bu öyküyü kimse ciddiye almaz.