Balonun En Şişkin Anı

Hatırlatalım: 2001 krizinin ilk dalgası Kasım 2000'de patlak vermişti. 2000'in ilk on ayı içinde ise, yabancı kökenli, özellikle de "sıcak" nitelikli sermaye girişleri alabildiğine yükselmiş ekonomi hızlı bir büyüme ivmesine savrulmuştu. Böylece 2000 yılını "balonun şiştiği" ilk on ay ile, yabancı sermayenin kaçmaya (balonun sönmeye) başladığı son iki aya bölerek incelemek uygundur. Buna karşılık 2001'in tümü "balonun patladığı" finansal kriz dönemidir.

Altı yıl sonra Türkiye ekonomisi benzer bir sürece girmiş görünmektedir. Ve 2006'yı da Ocak-Nisan dönemiyle sonraki sekiz aya ayırarak inceleyeceğimiz anlaşılıyor. Son yayımlanan ödemeler dengesi verileri göstermektedir ki, 2006'nın ilk dört ayı içinde, bir önceki yılın büyük boyutlu sermaye girişleri hızlanarak artmıştır. Yani, bir finansal kriz öncesinin tipik durumu olan "balonun aşırı şişkinleşmesi" söz konusudur. Mayısta, işlerin tersine dönmesi, "balonun en şişkin anı"nın 2006 Nisanı olduğunu gösteriyor.

Ödemeler dengesi verilerinden düzenlediğimiz aşağıdaki tablo, sermaye girişlerinin çılgınlaşarak Türkiye ekonomisini "balonun en şişkin anı"na sürükleyen 2006'nın ilk dört ayını, bir önceki yılın Ocak-Nisan dönemiyle karşılaştırıyor.

Ödemeler Dengesi, Ocak-Nisan toplamları (Milyon dolar) 2005 2006 Değişme,% Yabancı kökenli sermaye870217511101.2Cari denge-8734-1251943.3Yerli kökenli sermaye196721137.4Rezervler-2509-7500198.9Hata/noksan574395-31.2Net sermaye girişleri11243 2001978.1Borç yaratan yab. Ser.564215152168.6Net sıcak para 8299 7362-11.3

Türkiye ekonomisini emperyalist sisteme bağımlı kılan etkenlerden bazılarını tabloda gözleyebiliyoruz. İktisat dilini yadırgayanlar için biraz basitleştirerek kuşbakışı değerlendirelim:

Öncelikle önemli bir saptama: Son iki yılın ana sorunu, dış açığın (cari işlem açığının) büyüklüğü değil, Türkiye ekonomisinin denetim dışı ve aşırı sermaye girişleri ile karşı karşıya kalmasıdır. Bu durum, ekonomiye çok ciddi istikrarsızlık etkenleri taşımaktadır. Tablodaki 2005 ve 2006'nın Ocak-Nisan verilerini, bu saptamadan hareket ederek karşılaştıralım.

Önceki yıla göre bu yılın ilk dört ayında, yabancı kökenli sermaye girişleri yaklaşık iki misli artmıştır. Buna yerli şirket, banka ve bireylerden de kaynaklanan net sermaye girişlerini ekleyelim. Net hata/noksan kaleminde içerilen kaynağı belirsiz, kayıt-dışı sermaye hareketlerinin de net giriş olarak gerçekleştiğini dikkate alalım. Bu üç ana kalemin toplamından oluşan net sermaye girişleri, önceki yılın ilk dört ayına göre yüzde 78 artarak 20 milyar dolara ulaşmıştır. Dört ayda ulaşılan bu düzey, neresinden bakılırsa bakılsın, çok büyük boyutlu bir dış kaynak girişidir. Bir "balon ekonomisi" böyle oluşmuştur. Ve sermaye girişlerinin bu tempoyla artarak sürdürülmesi mümkün olamazdı. Ekonominin durgunluğa sürüklenmesi için, sermaye hareketlerinin net çıkışlara dönüşmesi gerekmez net girişlerdeki artışların son bulması yeterlidir. 2006'da yılın ilk dört ayının hızlı büyüme, sonraki sekiz ayın ise durgunluk ve küçülme içereceğini şimdiden öngörebiliyoruz.

20 milyar dolarlık net sermaye girişinin 12,5 milyarı cari açığın finansmanına 7,5 milyar doları da rezerv biriktirmeye tahsis edilmiştir. (İstatistiklerde rezerv artışlarının "eksi" işaretle gösterildiğini de belirtelim.)

Net sermaye girişleri içinde, yabancı, yerli, kayıt-dışı öğeleri içeren "sıcak para"nın oranı geçen yıla göre düşmüştür. Ancak, Mart sonunda Türkiye ekonomisinde yabancılara ait sıcak para stoku 62 milyar dolara ulaşmıştı ve Mayısta bu stoktan başlayan çıkışların sancısı hissedilmeye başlamıştır.

Öte yandan, yabancı sermaye girişlerinin dış borç yaratan öğeleri hızla artmış ve toplamın yüzde 87'sine ulaşmıştır. Türkiye dıştan borçlanarak rezerv biriktirmektedir. Toplam içindeki payları hızla artan kısa vadeli dış borçlar, fünyesi ateşlenmeyi bekleyen bir kriz etkeni olarak karşımızdadır.

Nisan 2006'da "en şişkin" konuma ulaşan balon Mayısta sönmeye başladı. Sonrasında patlayacak mı? Patlayacaksa, ne zaman?... Bu soruların yanıtı henüz belli değil.