Aşina olduğumuz bir portre

Hindistan siyasetinde yeni bir yıldız yükseliyor: Mayıs genel seçimlerine sağcı Janata Partisi’nin (BJP’nin) Başbakan adayı olarak katılan Narendra Modi… BJP’nin ve ortaklarının seçimleri kazanacağına ve Modi’nin yeni Hindistan başbakanı olacağına kesin gözle bakılıyor.

Narendra Modi 2001’den bu yana Gujarat Eyaleti’nin başbakanı. Seçim kampanyasını bu eyaletin ekonomik başarıları üzerine inşa etmiş piyasa mekanizmasına ve uluslararası sermayeye sınırsız açılmayı savunarak uygulayarak Hindistan burjuvazisinin desteğini sağlamış.
Bu siyasetçinin ekonomik sicilinin dışındaki özelliklerini de öğreniyoruz. BJP Hindu milliyetçisi bir partidir. Hindu milliyetçiliği, aynı zamanda köktendinciliktir. Modi’nin, bu akımın en fanatik kanatlarından biri olan (ve ülkeyi Hindu olmayan öğelerden arındırmayı savunan) RSS hareketiyle güçlü bağları olduğu söyleniyor. Güncel siyasete aktarıldığında esas hedef Hint Müslümanları olmaktadır.

Modi, 2002’de Gujarat’ta bini aşkın insanın ölümüyle sonuçlanan Müslüman kıyımını Başbakan kimliğiyle kışkırtmakla suçlanmıştır. Kıyıma, en azından güvenlik güçlerini etkisiz bırakarak katkı yaptığı kesindir. Federal soruşturmada suçlu bulunmamış ama sonraki seçimleri Müslüman-karşıtı kampanyalara dönüştürerek, kutuplaşmayı körükleyerek kazanmıştır.

Türkiye ile benzetmeler akla geliyor. Hindu veya İslamcı (bizde Sünni) köktendincilik aslında akraba değil midir? Azınlık inanç gruplarından düşman yaratmak ve baskı, şiddet uygulamak… Yakın geçmişte Gujarat’ta Müslümanlara Türkiye’de (Maraş, Çorum ve Sivas’ta) Alevilere karşı kıyımlar…

R.T. Erdoğan (Modi’nin aksine) bu kıyımlara doğrudan katkı yapmamıştır ama hatırlatalım ki, Madımak sanığı beş kişinin davası, zaman aşımı nedeniyle düşürülünce ‘‘milletimiz için, ülkemiz için hayırlı olsun” demiştir.

***

Modi’nin hem kalabalık kitleleri sürükleyebilen parlak bir hatip olduğu hem de birinci sınıf bir demagog olduğu belirtiliyor. “Desteksiz atışlar, rakiplere, hasımlara dönük yalan-yanlış suçlamalar ve bunların asılsızlığı belirlendiğinde de umursamazlık…” Demagoji bunları içerir.

Öyle anlaşılıyor ki, Hintli siyasetçinin siyaset dili, bugünkü rakipleri (örneğin Hindistan Başbakanı) veya siyasi hasımları aleyhine bu özelliklerle yüklüdür. Hindistan’ın laik bir devlet olmasında belirleyici rolü olan Jawaharlal Nehru, bu özelliği nedeniyle Modi’nin yalan-yanlış saldırılarından bolca pay almaktadır.

Bu portrede de Türkiye ile aşinalık var. Defalarca yanlışlıkları kanıtlandığı halde, mitinglerinde “Kabataş’da taciz ve camide içki” savlarını tekrarlayan bizim Başbakan akla geliyor. İki siyasetçi de laik cumhuriyete düşmandır. Modi için Nehru, Erdoğan için de (Atatürk’ü temsil etme özelliğiyle) İnönü sürekli saldırı hedefi olmalıdır.

Hem siyaset bilimci, hem de klinik psikolog olan bir yazar (Ashish Nandy), bir süre önce Modi ile bir röportaj yapmış ve izlenimlerini bir psikolog olarak aktarmış: “Kaskatı fanatizm, kısıtlı bir duygusallık, tutkularını hem inkâr etmek hem de onlardan korkmak bunları şiddet fantezileriyle birleştirmek paranoid ve saplantılı bir kimlik…Hindistan’a karşı her Müslümanın potansiyel bir terörist ve hain olarak yer aldığı evrensel bir komplo teorisini çok sakin, ölçülü bir üslupla anlattı. Röportajdan sarsılarak çıktım zira klasik ve klinik bir faşist vaka ile ilk kez karşılaşıyordum. Potansiyel bir katil, bir katliamcı da aynı kategoriye girer.”

Erdoğan ile benzer bir röportaj yapılmış mıdır? Bilmiyorum. Haziran ayaklanması sırasında Çankaya’da kendisiyle görüşen (ve “sosyolojik etkenler” ifadesine gösterilen tepkiye tanık olan) heyette bir psikolog varsa, belki ona sormak gerekir.

***

Peki, Modi’nın bu siyaset sicili ve kimlik özellikleri, Hindistan burjuvazisini tedirgin etmiyor mu? Tam tersine, tutkulu bir hayranlık söz konusudur.
Samir Nazareth, burjuvazinin saflarındaki algılamayı şöyle özetliyor: “Önemli olan, bağnazlığı, kıyımlarda suçluluğu değildir işlerine yarayıp yaramamasıdır. İş dünyası, Modi’de sorumluluk taşımayan, hesap verilebilirlik içermeyen bir güç görüyor ve buna özeniyor. İktidara gelirse, iş hayatlarında çevirdikleri dolapları, usulsüzlükleri geçiştirmenin işleri yürütmenin çok kolaylaşacağını umuyorlar.”

Gözlemler doğruysa sormak gerekir: Bu burjuvaziden demokrasi çıkar mı?

Türkiye’ye de bakalım. Başbakan ile oğlu arasındaki ses kayıtlarının açıklanmasını izleyen gün, (sermayenin kolektif iradesini temsil eden) borsa niçin düştü? AKP iktidarının sürme olasılığı zayıfladığı için…

O zaman yukardaki soruyu Türkiye için de tekrarlayalım: Rezilliklerin ört-bas edilmesini yeğleyen bu burjuvaziden demokrasi çıkar mı?