Arap Dünyası ve “Türkiye Örneği”

New Left Review dergisinin Mart-Nisan 2011 sayısının başyazısı, Avrupa solunun önemli düşünürlerinden Perry Anderson tarafından kaleme alınmış. Arap Dünyasında Birliktelik başlığını taşıyan yazı, “2011 Arap ayaklanmaları”nı, on yedi tema altında değerlendiriyor. Arap dünyasını ayaklanmaların eşiğine getiren tarihsel süreçler, 20. yüzyılın başlarına kadar uzanarak ilk yedi tema’da gözden geçiriliyor. Sonraki beş tema, ayaklanmaların oluşumu, gelişimi üzerinde odaklanıyor. Yazı, halk ayaklanmalarının olası sonuçlarını tartışan beş tema ile son buluyor.

Ayaklanmalar, ABD’nin siyasi İslam’a bakışını nasıl etkiledi? Perry Anderson bu soruyu on üçüncü tema’sında tartışıyor ve önemli şeyler söylüyor. Bir aktarmayla başlayalım:

“ABD olayların bugüne kadarki gelişimini iyimserlikle karşılayacak durumdadır. Körfez’deki deniz kuvvetleri karargâhını tehdit edebilecek olan Bahreyn ayaklanması,… hanedanlar-arası dayanışmayı gösteren karşı-devrimci bir müdahaleyle bastırıldı. Suudî ve Haşimî krallıklar sarsılmadılar. Selefîliğe karşı Yemen’de oluşturulan mevzi daha sallantılıdır ama oradaki diktatör gözden çıkarılabilir. Mısır ve Tunus’ta yöneticiler gitmiştir ama, Pentagon’la kusursuz ilişkileri olan askerî hiyerarşi Kahire’de ayaktadır ve bu iki ülkede de ortaya çıkacak olan en büyük sivil güç, evcilleşmş bir İslamcılık’tır.”

Bunlar, solda yer alan pek çok kişinin katılacağı doğrulardır. Anderson’un, bunları izleyen gözlemleri daha ilgi çekicidir. Önce bir hatırlatma yapıyor: “Lenin’in ünlü özdeyişine göre, demokratik bir cumhuriyet kapitalizmin ideal siyasi çerçevesini oluşturur. Ve 1945’ten bu yana Batılı stratejistlerin hepsi aynı görüşte olmuşlardır.” Ve konuyu, siyasi İslam’ın Arap dünyasındaki yükselen gücüne, Müslüman Kardeşler’e getirerek sürdürüyor: “Daha önceleri, Müslüman Kardeşler’in hükümete girme olasılığı Washington’da dehşetle karşılanırdı. Fakat şimdi Batı’nın önünde, Arap dünyası tarafından kopyalanırsa her bakımdan en iyi durumu gösteren bir Türkiye örneği var. AKP, bir elde Kuran, diğerinde polis copu taşıyan dindar… bir demokrasinin, NATO’ya ve neo-liberalizme tamamen sadık olabileceğini sindirme ve baskı yöntemlerini uygun dozlarda uygulayabileceğini göstermiştir. Kahire veya Tunus için bulunabilecek bir Erdoğan’ın, Mübarek ve Bin Ali’nin yerine geçmesi, Washington’u fazlasıyla hoşnut kılacaktır.”

Tunus’la başlayan ayaklanmalar zinciri sonrasında sık sık “Araplar örnek olarak Türkiye’ye bakıyorlar” gözlemi yapıldı. Türkiye’nin İslamcı çevreleri, bu gözlemi Arap dünyasındaki Müslüman Kardeşler akımına bakarak yaptıkları için haklıydılar. O akım, Türkiye’deki AKP iktidarını ideal bir örnek olarak görmekteydi: Lâik ve sosyalist güçleri etkisiz kılarak toplumu İslâmcı anlayışlarına göre biçimlendiren öte yandan emperyalizm ve neoliberalizmle tam uyum sağlayan bir “demokrasi…” Onlar için bu (Anderson’un ifadesiyle), “bir elde Kuran, diğerinde polis copu taşıdığı sindirme ve baskı yöntemlerini uygun dozlarda uyguladığı” için iktidarını sürdüren, hatta sürekli kılabilecek bir “dindar burjuva demokrasisi” örneğidir.

Buna karşılık, Arap dünyasındaki, ayaklanmaları başlatan, Bin Ali ve Mübarek’i iktidardan uzaklaştıran potansiyel devrimci güçler için Türkiye bir örnek değildi. Dün Tunus’ta, Mısır’da, bugün Suriye’de ayaklanan insanların ezici çoğunluğu, “Kuran taşıyarak siyaset yapan” ve “polis copları, sindirme ve baskı yöntemleri” ile ülkelerini yönetmeyi hedefleyen çevrelere iktidarı devretmek amacıyla ayaklanmadı. Onlar, sınırsız, baskısız bir demokrasi arayışı içinde idiler. Ve yığınları patlama noktasına getiren etkenler üzerinde ciddi gözlemcilerin saptamaları benzeşmektedir: Ülkelerine sermayenin sınırsız tahakkümünü getiren otuz yıllık neoliberal politikaların yol açtığı eşitsizlikler, çaresizlikler ve bu politikaları ülkelerine taşıyan çevrelerdeki yoğun, yaygın ve pervasız çürüyüş…

Perry Anderson da ayaklanmalar için “niçin şimdi?” sorusunu tartışırken, “El Cezire, Facebook, Twitter” gibi öğelerin “yepyeni bir ayaklanma ruhu oluşturamayacağını” vurguluyor ve ekliyor: “Yanıt, bozkırdaki yangını başlatan kıvılcımda aranmalıdır. Her şey Tunus taşrasında yoksul bir seyyar sebze satıcısının ölümüyle başladı. Şimdilerde Arap dünyasını sarsan kargaşanın altında toplumsal baskılardan oluşan bir yanardağ yatmaktadır: Gelirler [dağılımında] kutuplaşma, artan gıda fiyatları, konut kıtlığı, eğitimli-eğitimsiz gençliğin yığınsal işsizliği… tabandaki toplumsal bunalım ve yeni kuşakları kucaklayabilecek bir gelişme modelinden yoksunluk…”

***

Türkiye’de AKP iktidarının hedefleri, niteliği söz konusu olduğunda büyük çoğunluğuyla Türkiye sosyalistleri, “görünen köy kılavuz istemez” dediler ve “hem Kuran’ı, hem de polis copunu kullanan sindirme ve baskı” yöntemleriyle toplumu biçimlendirmekte olan emperyalizmle uzlaşık, neoliberal, İslamcı bir sahte-demokrasi rejiminin oluşumunu teşhir ettiler sürecin yarattığı tehlikelere dikkat çektiler.

Sağcı-solcu liberallere gelince, şairin (galiba Hayati’nin) dediği gibi, “ol mahiler (balıklar) ki, derya içreler deryayı bilmezler”… Yani, gözlerine perde inmiş olduğu için, “görünen köy”ü algılayamadılar.

“Deryanın dışından”, Avrupa’dan sosyalist bir yazar ise, Marksist perspektifinin gücü sayesinde nereye, nasıl bakacağını biliyor doğru bilgilere ulaşıyor ve AKP iktidarı, Müslüman Kardeşler hareketi ve emperyalizm arasındaki bütünleşmeye ışık tutuyor.

***

Arap dünyası ve Türkiye bu kadere mahkûm mudur? Her şey, halk muhalefetinin içerdiği düzen karşıtı potansiyelin sosyalist, devrimci akımlarla buluşmasına bağlıdır. İzleyebildiğim kadarıyla Tunus ve Mısır’da sosyalistler, devrimciler ile işçi hareketi arasında olumlu bağlantılar kurulmakta Suriye’de ise geleneksel sol hareketlerin örgütsüzlüğü ve zafiyeti ciddi tıkanmalar oluşturmaktadır.

Türkiye solunu ise önümüzdeki dönemde uzun uzun tartışacağımız anlaşılıyor.