2018 sonunda Fransa’da güzel bir olay

Fransa’da 2018, güzel bir olayla son buldu: Cumhurbaşkanı, “sokak” karşısında yenik düştü. 

“Sokak” iktidara karşı

Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’a karşı ülke sokaklarını, meydanlarını dolduran “sarı yelekli” Fransızlar, devlet ve para gücünün yenilebileceğini gösterdiler. Başka ülkelere, benzer  mücadelelere örnek oldular. 

Sokağın Fransa’da iktidara meydan okuması ilk kez olmadı.  1789 sonrasının devrim dalgalarını kastetmiyorum. Uzağa değil, iki yıl öncesine, Hollande’ın cumhurbaşkanlığı dönemine göz atalım. 

Bugünkü cumhurbaşkanı Macron, o tarihte  ekonomiden sorumlu bakandır ve istihdam güvencelerini aşındıran bir yasa taslağını Şubat 2016’da parlamentoya sunmuştur.  Mart-Haziran arasında Fransız kentleri yaygın protesto dalgalarına tanık olur. İlkyaz gecelerine taştığı için “Nuit Debout” (“gece ayaktayız”) diye anılan gösteriler etkili olur; yasa taslağı askıya alınır. Ne var ki, “sokağın zaferi” geçici olur. Parlamentodan Senato’ya kaçırılan taslak “Fransız usulü bir KHK” ile Anayasa Mahkemesi’ne sunulur ve 8 Ağustos’ta kesinleşir.     

Gelelim sarı yeleklilerin sokak gösterilerine…  Kasım 2018’de akaryakıt vergilerindeki artışın tetiklediği protestolar giderek genişledi. Macron’a karşı sınıfsal bir tepkiye dönüştü. Üç hafta sonra Cumhurbaşkanı yenilgiyi kabul etti. 

10 Aralık’ta Elysee Sarayı’ndan yayımlanan bir TV programında Macron, sokaklardan yükselen “hiddet” dalgasına hak verdi; yoksul ve yoksun Fransızların günlük hayatta çektiği sıkıntıları algılamada kusurlu olduğunu itiraf etti.  Akaryakıt zammını iptal etti. Asgari  ücretleri artırdı;  fazla mesaiyi ve ücretlilere ödenen yıl sonu primlerini vergiden muaf kıldı. Düşük emekli maaşlarına vergi indirimi getirdi. Servet vergisinin yeniden uygulanmasını ise kabul etmedi. 

Böylece, 2016’nın “gece ayaktayız” gösterilerinde sadece geçici bir galibiyet elde eden “sokak”, iki buçuk  yıl sonra somut taleplerinin çoğunu iktidara kabul ettirebildi.

Ancak, önemli bir soru  hâlâ yanıtsızdır: Sarı yelekli kalabalıkların Elysee Sarayı’na yönelttiği sınıfsal tepki, Macron’un kısa vadeli ödünleri karşısında dağılıp gidecek midir?

“Sarı yelek hareketi”nin bazı özelliklerine ışık tutarak tartışalım. 

“Sarı yelekliler” kimlerdi? 

Sarı yelekli protestoları başlatan kalabalıklar, Fransa taşrasının emekçileridir. Pek çoğu  “köylü” kimliğini koruyan çiftçiler; sosyal hizmetlerin giderek aşındığı, işsizliğin çok daha yaygın olduğu  küçük kent, kasaba, kır işçileri; aile emeği ile, kendi hesabına çalışarak ayakta durmaya çalışan, borç yükü altında bunalan “esnaf”… 

Akaryakıt fiyatlarındaki artış hepsini doğrudan etkiledi… Otomobil, araç sahipliği Fransız işçilerinin, emekçilerinin ortak bir özelliğidir; bu yüzden hepsi araçlarında “sarı yelek” taşır. Pompa fiyatları da bugünün Batı toplumlarında (Marksist terminolojiyle) “işgücünün değeri”nin bir öğesidir. Paris’in, büyük kentlerin işçileri de benzin zammını protesto eden taşra emekçilerine bu yüzden  hızla katıldı. 

Başka neden yok mu? Yanıtı, Le monde (4 Aralık 2018), inşaat işçisi Gaby’nin ağzından özetliyor: “Yoksul olduğumuz için ve çocuklarımızı da yoksul kılmak istedikleri için buradayız…” 

Benzer bir yanıtı, işçi sınıfı kökenli genç bir Fransız romancısı, sarı yelekli insanlara bakarken vermiş: “Onlara baktığımda çalışma ile, yorgunlukla, açlıkla harap olmuş bedenleri gördüm; coğrafî  ve toplumsal dışlanmışlık nedeniyle yıpranmış bedenleri gördüm.   Ailemin bedenleri gibiydiler; çocukluğumda yaşadığım köyün sakinleri gibiydiler; yoksulluk ve sefalet sonunda sağlıklarını yitirmiş insanlar gibiydiler. Çocukluğum boyunca bu insanların, ‘biz kimsenin umurunda değiliz’ dediklerini hatırladım. Burjuvazi bu insanlara derhal nefret ve şiddetle saldırınca, kişisel olarak ben de hedeflenmiş oldum. Sarı yelekli bir insana hakaret eden herkes, bence babama da hakaret etmiştir”. (Edouard Louis, JACOBIN,  8 Aralık 2018). 

Geçerli sınıfsal teşhis budur. Örgütlerin, partilerin katılımları, tutumları önemsiz değildir; ama temel nedenin yanında ikincildir.

Başlangıçta hiçbir parti bu hareketi tam olarak sahiplenmedi. Sendikalar önce uzak durdu; CGT daha sonra destekledi.  Sendikalı işçiler ise eylemlere ilk günden başlayarak katıldı. Sosyalist hareketlerden en hızlı sahiplenme Melenchon’dan ve partisinden (IF’den) geldi. Neo-faşistler (başta Marine Le Pen’in partisi RN) kervana katıldı; sarı yelekli kalabalıkları ırkçı sloganlara, eylemlere sürüklemeye kalkıştı; tutmadı. 

Öncü bir örgütten yoksun olan sarı yelekliler, bir hareket olarak devam etmeyecek; yine de Fransa’da sokağın iktidara karşı baş kaldırma tarihçesine kısmen başarılı bir sayfa ekleyecek. Daha da önemlisi, AB’nin neo-liberal / küreselleşmeci programının yeni  lideri olarak pazarlanan “Macron simgesine”,  belki de, ölümcül bir darbe vurarak… 

Emmanuel Macron balonu

Fransa, son yıllarda ülkelerinin gücünü aşan işlevler üstlenen siyasetçiler yetiştirmektedir. Bu siyasetçilerin ihtirasları da kişisel yetenek ve kapasitelerini daima aşmıştır. 

2007-2012 döneminin cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ve Dominique Strauss-Kahn iki örnektir. Sarkozy’nin balonu beş yılda söndü. IMF Başkanlığı’ndan Fransız Sosyalist Partisi liderliğine, oradan da cumhurbaşkanlığına yönelmeyi hedefleyen Strauss-Kahn ise “uçkur düşkünlüğüne” yenik düştü; siyasetten çekildi.

Emmanuel Macron üçüncü örnektir. Yirmi yedi yaşında (2004’te) Fransa’nın seçkin yüksek okulu ENA’dan  mezun oldu. Sonraki on üç yılda benzerine az rastlanan bir yükseliş gerçekleştirdi. Aşamalarını sıralamakla yetineyim:

Maliye müfettişliği → bürokraside hızlı yükseliş → Jacques Attali’nin Reform Komisyonu üyeliği → Rothschild Bankası’nda yöneticilik → Seçkinlere açık Les Gracques ve Rotonde Klübü üyelikleri → Bilderberg’e davet → Cumhurbaşkanı Hollande’a ekonomi danışmanı → Ekonomi Bakanı → Bağımsız olarak cumhurbaşkanlığı adayı → Fransa Cumhurbaşkanı →  En Marche  (“İleri”) adıyla oluşturduğu yeni partinin parlamento seçimlerini de açık farkla kazanması… 

Cumhurbaşkanlığı’nın ilk aylarında Macron, AB’yi ödünsüz neo-liberalizm doğrultusunda dönüştürme tasarımı ile öne çıktı. Öyle ki  ABD dış politikasının prestijli, seçkin dergisi Foreign Policy Ocak 2018’de Macron’u okurlarına, “İngilizce konuşan, Almanya’yı seven, Avrupa’nın beklediği Fransız politikacı”  olarak tanıttı.

Sol-sağ ayrımı sadece Fransa’da değil, tüm dünyada geçersizdir; programlar önemsizdir; aslolan vizyondur” diyen; “vizyon” anlayışını da “serbest piyasa” dünyasına emanet eden Macron, hızla yıldızlaşmaktaydı.

Bu “yıldız”, elbette, Fransa’nın ötesi için de siyasî hedefler geliştirecekti. Avrupa Parlamentosu’nda vizyonunu temsil edecek “reformist ve ilerici” bir siyasî gruplaşmayı tasarladı. İtalya’da kendisini örnek alan Demokrat Parti lideri Renzi ve İspanya’da “çiçeği burnunda” liberal Ciudidanos Partisi ile işbirliği arayışları başlattı. 

Ne var ki, bu arayışları, Fransa’daki sarı yelekliler hareketi karşısında ağır bir darbe aldı. Kritik aşama Mayıs’taki AB Parlamento seçimleridir ve partisi En Marche’ın ağır kayıplara uğrayacağı öngörülmektedir. O zaman Macron efsanesi son bulacak; sınırsız iddialarla başlayan  Fransa cumhurbaşkanlığı da (Sarkozy ve Hollande gibi) “tek atımlık bir başka barut” olarak tarihe geçecektir.

Burjuvazinin tipik refleksi: Neo-faşizmle ittifak

Sarı yelekliler hareketi, Macron’un siyasî prestiji dışında başka bir tehdit de içeriyordu:  Sermayenin tahakkümüne karşı sol ve sınıfsal bir muhalefet potansiyeli… Sınıfsal tepkiler (“servet vergisi talebi” gibi) sol içerik kazanmaya başlayınca,  günümüz burjuva siyasetinin savunma stratejisi gündeme gelecekti: Gerektiğinde neo-faşizmle ittifak...  

Sarı yelekli gösteriler yükselirken IŞİD militanı bir  cihatçının Strasbourg’ta dört kişiyi öldürmesi, iktidar çevrelerince milliyetçi duyarlılıkları kışkırtan söylemlerle değerlendirildi. 

10 Aralık’ta Macron’un Elysee Sarayı’ndan yayımlanan konuşmasının sonu da benzer doğrultuda yorumlanabilir: “Ulus’u şizofreni izlerinden arındırmamızı istiyorum; Ulus öz kimliğini bu sayede anlayabilecektir. Göç konusunu da ele almak istiyorum. Bu soruna bakmamız gerekiyor.”  (Voltaire Network, 10 Aralık 2018).    

Konuşma metninde Ulus (“Nation”) sözcüğü cümle içinde yer alıyor, ama özel ad gibi büyük harfle başlatılıyor.  

Macron’un bu ifadesi, sarı yeleklileri parçalayıp milliyetçi sağa yönlendirme çabasıdır. “Deşifre” etmeye çalışalım: Ulusalcı duyarlılıkları sapkınlık olarak değerlendirmemeliyiz. Ulus’un sağlıklı öz kimliği, göçmenler konusunda tedirgindir ve haklıdır; bu sorunu çözmeliyiz… 

Soldan gelen sınıfsal tehditlere karşı çağdaş burjuva siyasetinin tipik refleksi budur: Neo-faşizmle ittifak…

Örneklere zaman zaman değindim. Bence, neo-faşizmin özel bir türünü yaşayan Türkiye’de de geçerlidir. Daima tartışacağız.