Adnan Özyalçıner 75 Yaşında

Son 50 yıllık süre içinde edebiyat dünyamızın öne çıkarılmak istenmeyen, ama üretimini çeşitli aşamalardan geçirip bir yükseliş ivmesiyle sürdüren yazarlarından biri de Adnan Özyalçıner'dir. Onun 75. yaşı için Türkiye Yazarlar Sendikası küçük, ama çok anlamlı bir anma toplantısı düzenledi 25 Nisan günü, Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi'nde. Kendisini yalnız bırakmayan okurları ve yazar arkadaşlarıyla yapılan bu toplantıda, Sennur Sezer'in yanısıra Doğan Hızlan ve Cengiz Gündoğdu ile birlikte ben de konuşmacılar arasındaydım. Onun ilk kalem denemelerini yaptığı lise yıllarından başlayan bir arkadaşlığın penceresinden bakarak anılarla yetinmemeyi yeğledim konuşmamda.
Bu tür anma, kutlama toplantılarında, her zaman olduğu gibi, yapılacak en iyi işin değerlendirme olduğu düşüncesiyle onun yazarlık serüvenine bakmaya çalıştım. Öğrencisi olan birçokları gibi biz de edebiyat öğretmenimiz, "Hocaların Hocası" Salim Rıza Kırkpınar'ın eğitiminden geçmiştik ve yaşıyor olsaydı orada bizimle olacağını biliyorduk. Okul sıralarında ya da daha sonraki yıllarda onun uyguladığı yöntemle sık sık karşılaşmış biri olarak, sanki o gün de karşıma geçip "Adnan Özyalçıner hakkında üç dakika konuş!" demiş olduğunu varsaydım. Ve üç dakika konuştum. Bu "üç dakika"nın aslında bir süreyi değil de, sözün yoğunluğunu vurguladığını unutmadan. Adnan Özyalçıner, daha İstanbul Erkek Lisesi yıllarımızda, sonradan geliştireceği yazarlık özelliklerini ortaya koymuştu. Bunları şöyle sıralayabiliriz: İstanbul'un kenar mahallelerinde yaşamış, yaşadığı çevrenin sorunları ve ilişkileriyle yoğrulmuştu. Onların edebiyatını yapmakla bir bakıma o çevrelerin sözcülüğünü üstleniyordu. Üstelik bunu başarmak için gerekli iki şeye de sahipti: Gözlem gücü ve anlatım yeteneği.
Gözlem gücü, onun ayrıntılara dikkat yeteneğinden geliyordu. 'Bütün'ün en can alıcı özelliklerini içinde barındıran ayrıntıları yakalamakta daha o zamandan ustaydı. Anlatımda gösterdiği yetenek de, içinden geldiği insanların dili, deyimleri, söyleyiş kıvraklığıyla yazabilmekten kaynaklanıyordu. 1950'lerde yazmaya başlayan kuşağın, kişisel farklılıklarının yanısıra ortak bir yazgısı da vardı: Soğuk Savaş yıllarının oluşturduğu ortamda bulunmak ve bu koşulların arasında kendi yolunu bulmaya çalışmak. Şiir yazanların İkinci Yeni döneminden geçmeleri gibi, Adnan Özyalçıner de başlangıçtaki yeteneklerinin doğal uzantısı içinde kalamadı bir süre. Örneğin, kısa cümleli, sıcak ve doğal anlatımın yerini, onda da birbirinin içine giren uzun cümleli kurgusal anlatım aldı. Can alıcı ayrıntıların yerini de simgelerle ve soyutlamalarla elde edilen yalınlıktan uzak metinler almaya başladı. 1960'larda bu bunalımdan çıkılırken, geri dönemeyenler olduğu halde, Adnan Özyalçıner yapay bir edebiyata savrulmadı. Yaşamla gerçekçi ilişkiler kurma temelinde bir edebiyat yapma aşamasına fazla zorlanmadan geldi. 1970'lerin başında, kendi özelliklerinin sağladığı olanaklar bir bileşim içinde karşımıza çıktı. Bu dönemde yayınlanan Yağma, ardından da Yıkım Günleri kitapları, sözünü ettiğim bileşimin örnekleriyle doludur.
İstanbul'un değişimi bu öykülerde yansıtılırken, değişim doğrudan anlatılmamakta, öykünün tümünde izlenmektedir. Öykünün tümüyle kente baktığını, bu bakışla kentin değişimini gösterirken, kentle birlikte ülkenin değişimini de yansıttığını söyleyebiliriz. Adnan Özyalçıner'in ulaştığı bu sanat bileşimini tanımlarken, iki şeyin altını çizmekte yarar var. Biri kısa cümleli, akıcı, irdeleyici, gerçekliğin üstüne üstüne gidici bir tutumla elde edilen anlatım yalınlığı. Öteki ele aldığı insanla birlikte toplumun da toplumbilimsel gerçeklere aykırı düşmeden ve taşıdığı karmaşık yapıdan soyutlanmadan devindiğini görüp gösteren bakışın devrimciliği. "Üç dakika"lık konuşmamı bitirirken, özellikle 1990'lardan sonra, sözünü ettiğim bu sanat bileşimini daha da ileriye taşıyacak bir aşamaya geldiğini, içine girdiği siyasal çalışmaların emek dünyasıyla, emekçi insanlarla ilişkisini geliştirdiğini, getirdiği birikimi (özellik ve yetenekleri) onlara sunmaktan öteye geçip onlarla paylaşmaya ve belki de onlarla birlikte üretmenin sınırına dayandığını vurguladım. Ve bu değerlendirmenin getirdiği heyecanla onu kutladım.
[email protected]/kemalozerwww.kemalozer.net