Komünistler, Ulusal Sorun ve Birlikte Mücadele Paradigması

Seçimlerden sonra kimi komünistlerin Kürt Siyasi hareketinin temsilcisi BDP’nin meclis grubunda yer alması, ilginç ve yararlı olma potansiyeli taşıyan tartışmalara yol açtı.

Bir “Çatı Partisi” projesini de içeren bu tartışmalar henüz yeni başlamış olmakla birlikte, BDP Eşbaşkanı Filiz Koçali’nin Akşam Gazetesi’nden Özlem Çelik’in bir sorusuna verdiği cevap, Ertuğrul Kürkçü’nün Bianet’de yayımlanan “Sosyalistler BDP Meclis Grubu'nda Ne Arıyor” başlıklı açıklaması, Ertuğrul Kürkçü ve ÖDP Genel Başkanı Alper Taş’ın, Temmuz Festivali kapsamında Samandağ'da gerçekleştirilen 'Solda Örgütlenme ve Yeniden Kuruluş' panelinde yaptıkları konuşmalardan Birgün Gazetesi’nin aktardıkları, konunun ana hatları hakkında bir fikir edinmeye olanak sağlıyor.

Kürt sorununun geleceği kadar, Türkiye komünist hareketinin “birlikte mücadele etmesinin olanakları” sorunuyla da yakından ilgili olan bu tartışmaya ilişkin kimi notlar düşmeden önce bu tartışmanın evrensel düzeyde ve tarihsel olarak ait olduğu “Komünistler ve Ulusal Sorun” paradigmasıyla ilgili en temel metinlerden birini, V.I. Lenin’in Komünist Enternasyonal’in İkinci Kongresi’ne sunduğu “Ulusal Sorun ve Sömürgeler Sorunu Üzerine Taslak Tezler” ( 5 Haziran 1920) ve bu konu ile ilgili olarak Kongreye verdiği Raporu (19 Temmuz – 7 Ağustos)[1], “bizden öncekilerin” konuya nasıl yaklaştığına bakmak açısından kısaca anmak istiyorum.

Ulusal ve Sömürgeler Sorunu Üzerine 12 Tez ve Rapor
Lenin’in 12 tezinin tamamını burada ele almak olanaklı değil. Konumuz açısından özellikle önemli olan, 1.Tez, 2. Tez ve 11.Tez üzerinde yoğunlaşmak sanırım şimdilik yeterli olacak.

Birinci tezde Lenin genel olarak eşitlik ve uluslar arasındaki eşitlik sorununun soyut ve biçimsel olarak konmasının burjuva demokrasisinin doğasıyla ilişkisine dikkat çekiyor. Burjuvazinin bu soyut ve biçimsel eşitlik ilkesini sınıfların kaldırılmasına karşı silah olarak kullandığını anımsatıyor. Eşitlik talebinin gerçek anlamının, sınıfların ortadan kaldırılması talebinden oluştuğunu saptıyor.

Diğer bir deyişle sınıfların ortadan kalkması talebiyle başlamayan bir eşitlik talebi, burjuvazinin “komünist hipoteze” karşı hareket geçirdiği ideolojik cephaneliğe ait bir kavram olarak kalmaya mahkum oluyor.

Lenin ikinci tezinde bu temelden hareket ederek, ulusal sorunun da soyut ve biçimsel olarak konamayacağını, bu bağlamda üç koşulun göz önüne alınarak somutlaştırılması gerektiğini savunuyor.

Lenin’e göre, bu koşullardan birincisi özgün tarihsel ve özellikle ekonomik koşulların göz önüne alınmasıdır. İkinci koşul olarak, ezilen sınıfların, çalışan, sömürülen halkların çıkarlarıyla genel olarak ulusal çıkarlar kavramı arasında kesin bir ayrım yapmak gerekir. Çünkü, ulusal çıkarlar, egemen sınıfların çıkarlarıdır. Üçüncü koşul olarak Lenin finans kapital ve emperyalizm döneminin özelliklerine dikkat çekiyor: Dünyanın büyük çoğunluğunun finansal yollarla, ya da sömürgeleştirerek boyunduruk altına alınmasına ilişkin gerçeklerin üzerini örten burjuva demokratik yalanlara karşı mücadele edebilmek için, ezilen, sömürülen, bağımlı uluslar ile, dünya halklarını ezen sömüren çok az sayıda gelişmiş kapitalist ülke arasında kesin bir ayrım çizgisi çekmek gerekir.

Lenin 3. Tezde, I. Paylaşım Savaşı’na değindikten sonra, 4. Tezde, Ulusal Sorun ve Sömürgeler sorunu konusunda Komünist Enternasyonal’in tüm politikasının, bütün ulusların proleterlerinin ve çalışan sınıflarının, toprak sahiplerini ve burjuvaziyi devirmeyi hedefleyen birliğine dayandığını savunuyor..

Lenin 10. Tezde enternasyonalizm konusuna değinirken, “Küçük Burjuva Enternasyonalizmi” ile proletarya enternasyonalizmi arasında ilginç bir ayrım yapıyor. Lenin’e göre birincisi kendini ulusların eşitliğini tanımakla sınırlandırır... Böylece küçük burjuva enternasyonalizmi ulusal çıkar kavramına hiç dokunmaz.

Lenin’e göre, proletarya enternasyonalizmi, proletaryanın bir ülkedeki mücadelesinin çıkarlarının, proletaryanın dünya çapındaki mücadelesine tabi kılınması ve burjuvazi üzerinde zafer kazanan bir ulusun proletaryasının, uluslararası sermayeyi devirmek için en büyük ulusal fedakarlığı yapmaya istekli olması gerekiyor.

Lenin 11. Tezde, feodal, ataerkil ve ataerkil-köylü ilişkilerinin ağırlıklı olduğu devletlerde ve ülkelerdeki mücadele koşulları üzerine bazı uyarılar yapıyor Komünist partilerin burjuva-demokratik kurtuluş hareketlerine yardım etmesinin yollarını ve koşullarını sıralıyor.

Birincisi, en etkin yardımı yapma görevi, öncelikle geri kalmış ülkenin sömürge olarak yada finansal yollarla bağımlı olduğu ülkenin işçilerine düşer. İkincisi, geri kalmış ülkenin ruhban sınıflarına, diğer gerici, pre-kapitalist (Lenin ortaçağ diyor) unsurlara karşı mücadele etmek gerekir. Üçüncüsü, Avrupa ve Amerikan emperyalizmine karşı mücadeleyi, hanların, toprak sahiplerinin ve mollaların konumunu güçlendirme amacıyla birleştirmeyi hedefleyen Pan-İslamist ve benzeri akımlara karşı mücadele etmek gerekir. Dördüncü olarak, Lenin, geri kalmış ülkelerdeki feodal unsurlara ve toprak sahiplerine karşı köylü mücadelelerinin desteklenmesi gerektiğini savunuyor. Lenin altıncı koşul olarak çok önemli bir uyarıyla, geri kalmış ülkelerdeki burjuva demokratik ulusal hareketlere bir komünist renk verme (gibi sunma) çabalarına kararlı bir biçimde direnmek gerekir diyor. Dahası Lenin Komünist Enternasyonal’in bu burjuva demokratik ulusal hareketleri desteklemesi gerektiğini savunurken bu desteği bir koşula, “Bu ülkelerde gelecekte, yalnızca ismen değil gerçekten komünist bir karaktere sahip olacak partileri oluşturacak unsurların bir araya getirilmesi, kendi uluslarının burjuvazisine karşı mücadelenin özgün görevlerini anlayabilmelerine olanak sağlayacak biçimde eğitilmesinin sağlanması” koşuluna bağlıyor. Kısacası Lenin, geri kalmış ülkelerde burjuva demokratik ulusal hareketlere verilecek desteği, komünistlerin serbest çalışma, eğitim ve örgütlenme koşullarına bağlıyor.

Lenin’e göre Komünist Enternasyonal, sömürgelerde ve geri kalmış ülkelerde burjuva demokrasisiyle geçici ittifaklar yapmalı ama, onlarla birleşmemelidir. Lenin, komünist hareketin, proleter hareketin bağımsızlığını, bu hareket en embriyonik (en küçük, doğum aşamasında) biçimde bile olsa, her koşulda mutlaka muhafaza etmesi gerektiğini savunuyor.

Lenin’in, bu tezleri, tartışıldıktan sonra, 19 Temmuz-7 Ağustos toplantısında kongreye verdiği raporda, daha kesin ve açık ifadeler kullandığı görülüyor.

Rapor’da, sömürge sorununda ve ulusal sorunda, somut ekonomik koşulları, somut gerçekliği ölçüt almak gerektiği saptanıyor. Devamla Emperyalist dönemin koşullarına değiniliyor. Lenin, geri kalmış ülkelerde, sömürgelerde, burjuva demokratik hareket yerine ulusal-devrimci hareket kavramını kullanmaya karar verdiklerini açıkladıktan sonra, her ulusal hareketin en fazla burjuva demokratik bir karaktere sahip olabileceğine işaret ediyor.

Rapor, komünistlerin burjuva-kurtuluş hareketlerini, bunlar eğer gerçekten devrimciyse ve bu ulusal hareketlerin savunucuları komünistlerin köylüleri ve sömürülen kitleleri devrimci bir ruhla eğitme ve örgütleme faaliyetlerini engellemiyorsa desteklemelidirler ve destekleyeceklerdir diyor.

“Çatı Partisi”, “Birlikte Çalışma”, Meclis Grubuna Girme”...
Lenin’in imzasını taşıyan ve Komünist Enternasyonal’in onayını alan tezleri çok kısaca şöyle özetleyebiliriz.

1. Ulusal sorun, soyut bir eşitlik ve özgürlük (Lenin bu kavramı kullanmıyor, kendini eşitlikle sınırlıyor) ilkesine göre değil, somut ekonomik ve uluslararası koşullar, emperyalizm ve finans kapital, uluslararası sermaye vb... göz önüne alınarak değerlendirilir.
2. Komünistlerin ulusal harekete verdikleri ve vermeleri gereken destek “koşulsuz” değildir. Bu destek, ulusal hareketin, komünistlerin köylülük ve proletarya arasında bağımsız çalışma yapabilme hakkının kabul edilmesine bağlıdır.
3. Ulusal hareketlere destek vermek için, bunların içindeki dinci, ataerkil, feodal unsurlara karşı da mücadele ediyor olmak gerekir.
4. Ulusal harekete verilecek destek, geçici (!) ittifaklar, birleşme içine girme anlamına gelmez, Komünistler mutlaka kendi bağımsızlıklarını, varlıkları ne kadar embriyo aşamasında olursa olsun, her koşulda korumalıdırlar.
5. Ulusal hareketlere komünist özellikler atfedilmesine kararlı bir biçimde karşı çıkmak gerekir.

Yaklaşık 90 yıl önce, uzun bir gericilik dönemini izleyen yeni bir devrimci dalga daha yeni başlarken, bir devrimin ardından ve bu güne göre çok ileri örgütlenme koşullarında oluşan bu tezlerden bugün ne kadar yararlanılabilir? Ben kısaca özetlediğim bu beş maddenin bugün de geçerli olabileceğini, hatta olması gerektiğini düşünüyorum.

Bu saptamadan hareketle, Türkiye komünist hareketinin, en azından Hikmet Kıvılcımlı’nın Kürt Sorunu’nu analiz eden çalışmasından bu yana Kürt Sorunu’nu her zaman gündeminde tuttuğunu, ve esas olarak Kürt özgürlük hareketini koşulsuz desteklediğini kabul etmek gerektiğini düşünüyorum. Buna karşılık Kürt siyasal hareketinin, geçmişte, kendi örgütsel ve askeri yapısını oluşturma sürecinden başlayarak, egemen olduğu bölgelerde, Türkiyeli yada başka ülkelerden komünistlere serbest çalışma hakkı tanınmadığına ve hala tanınmıyor olmasına ilişkin yaygın iddiaların çok kaygı verici olduğunu düşünüyorum. Kürt siyasi hareketine, bu hareketin kendi içindeki sınıfsal ayrışmanın henüz yaşanmamış olduğu bir dönemde, sosyalist (komünist) özellikler atfetmenin de doğru olmayacağını düşünüyorum.

“Çatı Partisi” ya da birlikte örgütlenme tartışmasına gelince, Filiz Koçali’nin “Sosyalistlerin, azınlıkların, çeşitli inanç gruplarının, muhafazakar Kürtlerin, birçok partiye dağılmış olan Alevilerin, gençlerin, emekçilerin, kadınların, aydınların temsil edildiği bir çatı partisi düşünüyoruz. Henüz tartışma aşamasında. Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu ile bunun ilk adımını attık. Türkiye'yi dönüştürecek güç böyle bir bileşimdir” saptamasının Lenin’in uyarılarıyla dikkat çektiği tüm olumsuzlukları içerdiğini düşünüyorum.

Bu bağlamda, Alper Taş’ın, Temmuz Festivali kapsamında Samandağ'da gerçekleştirilen 'Solda Örgütlenme ve Yeniden Kuruluş' panelinde dile getirdiği kaygılara katılıyorum. Ancak Alper Taş’ın birlikte mücadele konusunda önerilerini daha bir ayrıntılandırması gerektiğini düşünüyorum.

Tam bu noktada, Alper Taş’ın “Bizce bu çatı partisi olmaz. Bunu söyleyelim.
- Parti formuyla başlamak bizce mücadeleye en başından sekte vurmak olur, fakat belli eylemlerde yan yana gelişlerle bir platform etrafında toplanmakla da olmaz.
- Belli bir hukuku, bağlayıcılığı olan, kendini tanımlayan bir oluşum olmalıdır. Bu belki bir Meclis olabilir. Her şeyi konuşabiliriz. Ancak bu parti olamaz”
saptamalarından sonra, geçmişte TKP’nin yaptığı Cephe çağrısının (bu konuda kendi kaygılarım saklı kalmak koşuluyla) neden ilgi görmediğini de anlamış olmadığımı not etmek isterim.

Ertuğrul Kürkçü’nün “Özgürlük mücadelesine eşlik etmeyen sosyalizmin esbabı mucibesi ne olabilir?” saptamasına katılıyorum. Ama sosyalistlerin bu ülkede başından beri özgürlük mücadelesine eşlik ettiğini düşünüyorum. Tabii, “eşlik etmekten” güdümünde olmayı, onun mücadelesine teknik ve söylem olarak katılmayı (Ertuğrul hemhal olmaktan umarım bunu kast etmiyordur) değil de kendi anlayışları ve koşulları bağlamında destek vermeyi anlıyorsak...

Bu konuda 1970’lere gidip, Dev Yol, Kurtuluş, Halkın Kurtuluşu, TKP gibi yapılanmaların yayın organlarına, bölgenin karakteri üzerine yazılan sayfalarca çözümlemeye, tartışmalara 1 Mayıs Meydanlarında atılan sloganlara, hemen her bildirinin altına yazılan “anti şovenist”, “anti feodal” ilkesine bakmak yardımcı olabilir sanıyorum.

Ertuğrul Kürkçü’nün, BDP Meclis Grubu’na katılmasının ise “Ahde vefa”nın ötesinde, bir sosyalistin, “Ben, en büyük farkı burada yaratabilirim” kanaatinden kaynaklanıyorsa, yanlış olmadığını, ama riskli olduğunu düşünüyorum.

“Yurtseverliği aşmak gerekir” saptamasının da bir anlamı var ama, bu anlamı somut koşulları göz önüne alarak değerlendirmek gerekiyor. Birincisi, emperyalizm ve finans kapital egemenliği, sömürge savaşlarının yeniden başladığı bir dünyada yaşıyoruz. İkincisi, “yurtseverliği aşmak gerekir" ilkesinin Kürt sosyalistleri için de geçerli olduğunu da kabul etmek gerekiyor.

Sonuçta sorun dönüp dolaşıp, kapitalizme ve emperyalizme karşı birlikte mücadele etmenin olanaklarını yaratmaya geliyor. Bu olanakları yaratırken, geçmiş deneylerden unutmadan, yapılan tartışmaları, örneğin, bu yazıda anımsattığım Lenin’in, Komünist Enternasyonal tezlerini ve Raporunda dile getirdiklerini, anımsamadan, gerekiyorsa bunları, birtakım kanaatlere dayanarak değil de teorik olarak aşmadan ilerlemeye kalkmanın büyük bir eksiklik olacağını da kabul etmek gerekiyor.