Velev ki başkan yargıcı

Erbil Tuşalp'in “Velev ki başkan yargıcı” başlıklı yazısı 25 Şubat 2013 Pazartesi tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

YÜKSEK YARGIÇ: “Farzı mahal..” ülke ve bölge sorunlarının üstesinden gelsin Türkiye İslam Cumhuriyeti’nin başına geçsin. Rejimin pruvasının din devletine çevrildiğini dünya aleme ilan eden o meşhur “lafı güzaf..” bir kez daha yinelensin. “Velevi ki başkan olsun..”

Kini öfkesi boşalsın, serinlesin rahatlasın. Sonra.. Sonrası yok gibi.

Eldeki “malzemesinin” dayattığı gerçek bu. Devlet ve siyaset adamının, bürokratın ve teknokratın “kalitesi” her gün bir başka örnekle gündeme gelse de, akıl almaz bir hızla gündemden çıkıyor.

Örneğin bir yüksek yargıç, bir iki ‘tane’ vali konusunda aklı zorlayan güncel sorular var. Ama görünen o ki, şimdiye dek olduğu gibi, yine görmezden duymazdan gelinecek ya yadsınacak ya da bellekler sıfırlanıp unutturulacak.

Adım gibi biliyorum “böyle adalet olmaz..” sözleriyle sert bir çıkış yapan Danıştay Başkanı Hüseyin Karakullukçu’nun hangi “yumuşak ilişkiler” ile “hangi hizmetlerin karşılığı” olarak o Anayasal kurumun başına getirildiği sorgulanmayacak.

Karakullukçu herhangi bir yargıç değil. Birden çok özelliği var. O hem Bülent Arınç’ın Ankara Hukuk’tan sınıf arkadaşı, hem de Recep Tayyip Erdoğan’ın “sakıncalarını temizleyen” yakın dostlarından biri. Erdoğan hakkında “cürüm işlemek amacıyla suç örgütü oluşturmak” suçlaması için verilen soruşturma iznini engelleyen bir yargıç olmasıyla da ünlü. Dahası bir zamanlar Başbakanlık müsteşarlığı için düşünülen “medyun-u şükran” bir bürokrat.

“Adının 100 milyon liralık hayali ihracat olayına ilişkin polis fezlekesinde geçmesinin” ya da “kendisine tahsis edilen lojmana oğlunu yerleştirdiği gerekçesiyle ihtar almasının” iktidar açısından hiç mi hiç önemi yoktu. Çünkü onun önce üyesi ve daha sonra başkanı olduğu dairenin ilgi alanında “yerel yönetimler” de vardı.

Yargıç ve savcıyı “Ayakları yere basan ağır abi” olarak tanımlayan Karakullukçu’nun HSYK tarafından Danıştay’a atanan “61 üyenin blok oyu” ile başkanlığa seçilmesi kimbilir belki de “bir vefa borcunun” ödenmesiydi.

***

MEŞRUİYET ÇİZGİSİ: Vefa borçlarının dayattığı rejim arayışı elbette yeni değil. Tam tersi büyük bir birikim oluşturacak kadar eski. Yargıya güveni sarsan olumsuz gelişmeler bir çok kez yazıldı ama anayasal kurumun başındaki bir yargıcın “böyle adalet olmaz” çıkışının perde arkasını aralamakta yarar var.

Bellekler, belleklerimiz, bellekleri elbette “velev ki başkanı” meşruiyet çizgisinden uzaklaştıran örnekleri çağırmalı.

Örneğin Diyarbakır Sıkıyönetim Mahkemesince velev ki başkan “hakkında verilen aklanma kararını temyiz etmeyen sıkıyönetim savcısı Fahri Kasırga Adalet Bakanlığı Müsteşar yardımcılığına yükselterek ödüllendirilmedi mi?

“Velev ki başkanın” milletvekili seçilmesine engel oluşturan “adli sicilinin silinmesine karar veren yargıç İsmail Rüştü Cerit, Yargıtay üyeliğine atanmadı mı?
İktidarın akepe’sini yıkıcı güce ulaştıran salt yargı olmadı. Bu sürecin pisliklerini sahteci ellerin dokuduğu demokratikleşme örtüsü altında ustalıkla saklayan hükümet valileri, iktidar kaymakamları vardı.

Örneğin “velev ki başkanın” İstanbul Belediye Başkanlığı döneminde “ihalelerdeki yolsuzluk savlarının soruşturmasında adli işleme gerek yoktur” diyen Mülkiye Başmüfettişlerinden Enver Salihoğlu Rize’ye, Hüseyin Avni Çoş Bingöl’e vali olarak atandı. Oysa iddianame 1998-2001 yıllarındaki başkanlık dönemindeki mal varlığını inceleyen Mülkiye Başmüfettişleri, Necati Küçükdumlu, Murat Özgan, Orhan Tavlı, Adnan Gürsoy ve Candan Eren tarafından hazırlanan rapordaki somut kanıtlara dayanıyordu.

“Velev ki başkanın mal varlığını bir kalemde aklayan mülkiye başmüfettişlerinden Hüseyin Avni Coş siyasal İslam’a hizmetini başka alanlarda da sürdürdü. İnanması güç ama “Adnan Hoca’nın” kitaplarının “halk kütüphanelerine alınması için” Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç’a başvurdu.
Daha sonra.. Daha sonrası yarın.