Doğru soru...

Erbil Tuşalp'in “Doğru soru” başlıklı yazısı 8 Ocak 2013 Salı tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Geç kalmışlığın bedeli mi, geri kalmışlığın bedeli mi daha ağır? Tarih bize geç kalmışlık bedelinin geri kalmışlık bedelinden daha ağır olduğunu birçok kez gösterdi. “Geç kalınmasaydı eğer, geri kalınmazdı” yaklaşımı her zaman doğru çıktı. Örneğin Kürt sorununda ya da temel hak ve özgürlükler sorununda da böyle oldu. Doğru soruyu doğru zamanlamayla sormamak, elmanın içindeki kurt gibi gerçekleri kemirdi. Yalan bu nedenle siyasal, toplumsal, ekonomik yaşamda taht kurdu. Çürümenin, yozlaşmanın, kabalaşmanın nedeni bu.

*
C.RİCE ile C.ÇANDAR: İmralı görüşmesiyle bir kez daha güncellik kazanan gelişme, gazete manşetlerine “eski tas eski hamam” deyişine haklılık kazandıran biçimde taşındı.

“Turgut Özal’ın baldırı çıplak 1984 yazından, Recep Tayyip’in 2012 kış pazarlığına” uzanan sürecin her aşamasında sorun eksik sorularla tartışıldı. Hiç olmazsa bu kez geç kalmadan sormak gerekiyor:

Eski Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın “Fas ‘tan Çin sınırına dek 22 ülkenin siyasal ve ekonomik coğrafyasını değiştireceğiz” diye 10 yıl önce açıkladığı ABD resmi görüşü, yeniden düzenlendi de haberimiz mi yok? Ortadoğu’nun kanlı fotoğrafı değişiklik olmadığının kanıtı. O zaman Pentagon’un güvenini kazanmış Cengiz Çandar’ın “Ortadoğu’da sınırlar değişecek Türkiye de buna dahil” yaklaşımının, dahası “Kürt sorununu biz çözmezsek, Kürt sorunu bizi çözer noktasına gene geri geliyoruz” uyarısının anlamı ne?

*
İNKAR ve İTİRAF: Elbette geç kalmış bir çok soru var. Doğru soru doğru zamanlama için “yaşamsal ve güncel” tercihi gerekiyor. İşte size akepe’nin nihai amacını kapsayan bir soru:

2007 ve 2011 seçimlerine PKK’nın “ateşkes ilanı” desteğiyle giren Recep Tayyip Erdoğan, her gün biraz daha yitirdiği halk desteğini korku-baskı yöntemiyle sağlamayı düşünüyor olamaz mı? Bu çerçevede kendine başkanlık yolunu açacağına inandığı 2014 seçimine “savaş” ve “sıkıyönetim” gibi olağanüstü koşullarda girmek, amaca ulaşmak için “her yolu mübah sayan” bir anlayışla siyaset yapan Erdoğan ve kadrosu için bir seçim stratejisi seçeneği değil mi?

Türkiye halkının “dışarda Suriye, içerde PKK ile savaşan” bir başbakanı “başkan seçer” hesabı olamaz mı?

Bu noktada açıyı biraz daha genişletmek kaçınılmaz oluyor. Suriye halkına yaşatılan drama Türkiye penceresinden bakıldığında da, “inkar ve itirafla” beslenen aynı sorun var. Ama yine soru yok. Ortada halkı bilgilendirecek, siyaseti yönlendirecek soru yok.Soru sorulmuyor/sordurulmuyor.

Can ciğer kuzu sarması ilişkilere, ortak hükümet toplantılarına, ortak yatırımlara, vizelerin kaldırılmasına, stratejik anlaşmaya ne oldu da “hangi güçlerin isteğiyle” Suriye düşman ilan edildi?

Başbakan’ın “savaşa hazırız” demesi hangi somut tehdide dayanıyor? Suriye’den Türkiye’ye bir silahlı saldırı mı var ya da başka bir ülkeden Türkiye’ye saldırı olacağına ilişkin bir kanıt mı söz konusu? Bunlar yoksa ülkeyi savaşa sürüklemekten kimin/kimlerin çıkarı var?
Kuzey Irak sınırını korumayan Türkiye Suriye sınırını korumaya niçin bu kadar meraklı?

*

PROTESTO ve CEZAEVİ: Temel hak ve özgürlükler alanında da aynı sorun var. Gazeteci doğru soruyu doğru zamanda sormayınca halk da sormuyor.

2002 yılında cezaevlerinde 58 bin 187 tutuklu ve hükümlü vardı. 10 yıl sonra 2012 yılında 377 cezaevinde 136 bin tutuklu ve hükümlü olmasının kaynağında hangi toplumsal siyasal neden var?

Tutukluların yüzde 3,71’inin 3 yıl üzeri süredir cezaevinde olması adil yargılanma hakkına aykırı bir uygulama değil mi?

Türkiye’nin 72 gazeteciyi hapseden “dünyanın en büyük gazeteci cezaevi” olarak nitelenmesini Türkiye’den sonra Çin’de 30, Eritre’de 28, İran’da 26, Suriye’de 21 gazetecinin cezaevinde tutulmasının temel hak ve özgürlükler açısından anlamı ne?

2012’nin 11 ayında toplantı ve gösteri özgürlüğü hakkını kullanan 46 bin 529 kişinin gözaltına alınmasından, bunlardan 555’nin yaralanmasından ve 4 yurttaşın ölmesinden kimin utanması gerekiyor?

“Protestoyu yasakladık” diyen Beşir Atalay’ın mı, “biber gazı zararsız” diyen İdris Naim Şahin’in mi?

Bence dört mevsim, gece gündüz sorulacak doğru sorulardan biri bu. Sizce?