Patron

Kenan Doğulu Haziran başında bir müzik albümü çıkardı. Adı “Patron”.

Kültür-sanat içerikli bir televizyon programında şöyle anlatmıştı albümünün adını Patron koyma gerekçesini:

“ ‘Patron’ şarkısı bir anda çıkmış bir şarkı insanın kendisinin patronu olmasıyla, içine hükmedebilmesiyle, kendine söz geçirmesiyle ilgili düşünerek yazmaya başladığım bir şarkı. İnsanın sınırlarını bilmesi, bu sınırları aşmak için elinden geleni yapması, risk faktörünü biraz daha fazla göz önüne alarak kurallardan uzak durmaya çalışması ve şartların esiri olmadan patron gibi davranabilmesi ve kendine güvenmesiyle ilgili bir şarkı bence…”

Bu on üçüncü stüdyo albümü hakkında şunları da eklemişti: “İlk albümüm ‘Yaparım Bilirsin’ adını taşıyordu. Ondan sonra hep ‘ben şuyum, ben buyum’ gibi isimler koydum şarkılara. Aslında belli bir çizgide yürüyen, kendine güvenen bir Türk genci görmek istedim. Bunu anlatmak istedim. Gençlerin sözcüsü olmak adına şarkılarıma bu tür isimler seçtim.”

Kenan Doğulu, popüler müzik âleminde özel yeri olan bir müzisyen. Babası müzisyen Yurdaer Doğulu, 1970’lerin önemli popüler müzik isimlerinden biriydi. Yine bir müzisyen kardeşi var, Ozan Doğulu…

İki kardeşin, babalarından “müziğe emek verme”yi miras aldıkları söylenebilir belki. Benzerlerinden fazlaları bu belki de pop müzik alanında tasnif yapmak pek kolay olmasa da… Eğitimli müzisyenler ve hem enstrüman bilgisi, hem de düzenlemeler konusunda kendilerini geliştirmeye çalıştıkları, değişik denemeler yaptıkları, özellikle Ozan Doğulu’nun farklı müzisyenlerle ve değişik türde müziklerle de haşır neşir olduğu, bu deneyimlerini kardeşi ile de paylaştığı biliniyor.

Neyse, benim niyetim Doğulu ailesinin müzikal birikimini değerlendirmek değil. Yapamam da zaten.

Yukarıda aktardığım albüm ismi konusundaki açıklamalarından sonra aklıma şu soru takılmıştı: Türkiye’nin bir genç müzisyeni, sanatçı adayı, Türk gençlerine (sadece “Türk”leri kastettiğini sanmıyorum) kendince bir mesaj da vermeye çalışan, onların sözcülüğüne soyunan biri, nasıl oluyor da kendine güvenme çağrısını “patron” imgesine yaslamayı düşünebiliyor?

Hem de nasıl bir patron imgesi…

“Patron” demek Kenan Doğulu için “insanın sınırlarını bilmesi, bu sınırları aşmak için elinden geleni yapması, risk faktörünü biraz daha fazla göz önüne alarak kurallardan uzak durmaya çalışması ve şartların esiri olmadan (…) davranabilmesi” demekmiş.

Aklıma 1960 ve ‘70’lerin Yeşilçam filmleri geliyor.

Patron imgesi iki ana kanalda cisimleşirdi: İlk kanal bir yandan “tonton patron” Hulusi Kentmen’de veya duygulu âşıklar Kartal Tibet, Ediz Hun’da filan diğer yandan ise, Ekrem Bora, Atıf Kaptan gibi daha karanlık ve pragmatist bir imgede, kentlilik ekseninde cisimleşirdi. İkinci kanal ise, kırın kentle buluşması kanalı: Mesela Ali Şen’i hatırlamamak olmaz köylü kurnazı, taşralı ağalıktan kentli işadamına dönüşme sürecinde, kimsenin gözünün yaşına bakmayan, hesapçı bir tip olarak. Komiği de çıkardı bu tipin yine de “tip” üç kağıtçı, karaborsacı, düşük ahlaklı çizilirdi… Zamanında, canlandırdığı tiplerde Sakıp Sabancı – Vehbi Koç karikatürü şekillendiğini söyleyenler de olmuştu.

Aslında, ilginç olan şu, Yeşilçam’ın işadamı – patron tipi, çok çok büyük oranda üretim sürecindeki konumu ile, daha doğrusu üretim süreci içindeki gerçekliğiyle değil de, avantür veya melodram filmlerin yan unsurları olarak ele alınmıştır. Siyaset ile, işçi hareketi ile ilişkisi dâhilinde, belirli bir sınıfın üyesi bir öğe olarak değil, yan öğe olarak.

Yine de, bu genel Yeşilçam manzarasında ağırlıklı “patron” imgesinin o dönemde nasıl şekillendiği ve topluma nasıl yansıtıldığını görmek mümkün. Yeşilçam apolitikti ama gişe kaygısı nedeniyle toplumsal süreçlere çok hızlı reakisyon gösteren bir sinemaydı… Kentlileşme (kapitalistleşme) sürecindeki Türkiye, kendi kırılmış yansımasını sinema aynasında hızla görmeye başlamıştı…

Toplumsal gerçekçi olarak nitelenen kimi filmlerde ise bu daha naif patron imgesine karşı, belirli çıkarlarını, toplumsal konumunu vb. korumak için her türlü acımasızlığa imza atabilen bir egemen sınıf üyesi imgesi de oluşmaya başlamıştı.

Toplumsal muhalefet dinamizminin yükselişi eşliğinde elbette.

Bu yükseliş bağlamında, sinemanın ötesinde, mesela 1970’lerin “dünyanın en çok satan mizah dergisi” listesinde ABD’nin MAD ve Sovyetler’in KROKODİL dergileriyle birlikte ilk üçe giren Oğuz Aral’ın GIRGIR’ında, bir alaycı mizah eşliğinde şişko, üç kağıtçı, çıkarcı patron imgesinin giderek öne çıkmaya başladığını söyleyebiliriz. Nezih Danyal’ın o çok başarılı (halkın sefaletinden beslenen, anca yutmayı bilen) şiş göbekli patron soyutlaması bugün bile kimi sol dergilerde ve yayınlarda kullanılmaktadır.

1960 ve ‘70’lerin patron imgesinden, bugünün “fit”, “sınırlarını bilen, bu sınırları aşmak için elinden geleni yapan, risk faktörünü biraz daha fazla göz önüne alarak kurallardan uzak durmaya çalışan ve şartların esiri olmadan (…) davranabilen” patron imgesine nasıl geldik?

Bir müzisyen “Türk gençleri”ne neden bu imge üzerinden sesleniyor?

(…)

Büyük burjuvaların önemli kadrolarından biri olan Cem Kozlu’nun “Başarının İzinde” adlı bir programı var bir haber kanalında. Bu programında, işadamları, CEO’lar, şirket yöneticileriyle röportajlar yapıyor. Program tanıtımı şöyle:

“Başarının İzinde programının konukları: küresel boyutta başarıyı kendi gayretiyle yaratmış, fazla tanınmayan veya kolay ulaşılamayan, başarı öyküsü ilginç öğeler içeren, başarı reçetesinin ayrıntıları kamuoyunca yeterince bilinmeyen, tutku ve iddia sahibi, kamuoyuna moral ve gurur aşılayacak nitelikteki kişiler arasında seçilen Attila Doğudan, Sani Şener, Özdoğan Yılmaz, Baki Gökbayrak ve Muhtar Kent.”

Kozlu ve ekibi için patronlar “tutku, iddia sahibi, başarılı, kamuoyuna moral ve gurur aşılayacak nitelikte kişiler”. Doğulu için de tanım buna çok yakın.

Bir hatırlatma daha yapalım, yine Türkiye Sineması’ndan: 1960 ve ‘70’lerde “tutkulu, iddia sahibi, kamuoyuna moral ve gurur aşılayan” tipler kimlerdi? Sanırım Çirkin Kral’ın o dönem filmlerini gözünüzün önünden geçirmeniz bile yeterli… Kavram setini veri alalım: Tutku, moral, gurur vs.nin “emekçi karakteri”ne dikkat çekmek isterim.

(…)

Sorumuzu tekrarlayalım: “Sanatçı kendi güncelliğini nasıl soyutlar, eler bu soyutlamadan yola çıkarak nasıl üretir?”

Kenan Doğulu örneği gösteriyor ki, işine saygı duyup, müziğe emek vermek bir yerden sonra pek naif bir anlam taşıyor. Ama esas olarak “yalan” olup, dikiş makinesi başında teyel atan, tezgâh arkasında satış yapan, bankoların arkasında mevduat sahipleriyle muhatap olan, bilgisayar ekranında dünyaları yeniden kuran emekçi kardeşlerimizin zihnine doluyor.

Ve kardeşlerimiz, kendi halinin müsebbibi bir tipe gıpta ederek, feyz almak için bakıyor.

Zenginlerin kendi sırtından geçinen asalaklar olduğu algısının bu toplumun emekçileri nezdinde yeniden yükselmesi, yani gerçekliğin yeniden ayakları üzerine dikilmesinin, bizim mücadelemizin olmazsa olmaz bir parçası olduğuna inanıyorum.

Pop müziğin kendi piyasasını filan tartışmıyorum. Kenan Doğulu’ya da çatmıyorum… Onunla ilgili problem, bu genel algıyı kabullenmeme ihtimalini bile aklına getirmeyip, onun içinde devinmesi bu algıyı yaratan o değil yoksa.

Ben sadece sanatçı adaylarını, imgenin yanılsamalı gerçekliğine, gerçeğin siyasallaşmış imgesiyle meydan okumaya davet ediyorum.

Merak edenler için Patron’un sözlerinden numunelik:

Çok kalender bir şahsiyetsiniz
Elinizi tutmaya korkuyorum
Pek kırılgan ve şahanesiniz
Naifsiniz hem de pek naif
Mantıklı birine benziyorsunuz
Boş konuşanları sevmiyoruz

Havalı bir lider gibi
Olaylara hâkim gibi
Bilge gibi, sonsuz gibi
Anne gibi, haklı gibi

Patron, patron
Patron kaynaşalım
Patron oynaşalım
Patron yanaşalım
Kaptan sensin sür

Patron kaynaşalım
Patron oynaşalım
Patron yanaşalım
Başkan sensin sen