Orta sınıf kuşatmasını kırmak

Şimdi sigara propagandası yapıyormuş gibi algılanmasın bu girişte söyleyeceklerim ama insanın Tekel işçileri için daha çok sigara içesi geliyor! Hoş, tütüncülük bitirilmek üzere memlekette ve özelleştirileli beri bu ülkede üretilen o menhus tüttürgeçin içindeki yerli tütün oranı giderek azalıyor ya, neyse… Hem bu mantık “tüketimden gelen güç” denen o saçmalığa kapı açar ki, evlerden uzak!

Sadede geleyim geçen gün bir bakkala girdiğimde, sigara alacaktım, televizyon açıktı tüm bakkallarda olduğu gibi, akşam haberleri vardı ekranda ve konu Tekel işçileri idi. Önce sırça bıyık geldi ekrana, esti üfürdü, yetim hakkı yedirmem filan, malum ardından sunucu işçilerin arasından yayına başladı. Her alanda, her yerde Tekel işçileriyle dayanışmaya katkı koymak gayretiyle, biraz da o dayanışma ruhunu test etmek amacıyla, televizyona bakarak “yahu ne uğraştı şu Tekel işçileriyle bu adam, sanki kıyamet kopacak haklarını verseler…” deyiverdim.

Demez olaydım.

Bakkal, gözlerini kocaman kocaman açarak “abi öyle deme, tamam hak, hukuk, saygımız var ama o Tekelcileri bana sor” demesin mi! Desin. Dedi de nitekim. Efendim neymiş, bu geçen sene sigara almak için Tekelcilerle nasıl da uğraşmışmış, bir koli sigara için “bugün git, yarın gel”lere boğmuşlar adamcağızı! Hem bunun dayı kızının kocası Tekel’de çalışıyormuş, o anlatmışmış, iş miş yokmuş, bütün gün yan gelip yatıyorlarmış vesaire vesaire…

Sanki bakkallar sigara almak için teker teker Tekel Başmüdürlüğü’ne gidiyorlar… Getiriyor şirketler ayaklarına, BAT’ı, JTI’sı, kendi markalarını dağıtıyorlar. Neyse, belki bu gidenindendir…

Satacağı sigarayı nasıl tedarik ettiğini bilemediğim bu post-modern muhbir vatandaş, şunu da ekledi tabi: “Abi yanlış anlama, ben bu adamı desteklemiyorum ha! Maksat hak yerini bulsun…”

Kim bilir, sırça bıyıklının şu “altı küsur bin işçi kıdem tazminatlarını aldılar, o Tekel işçisi dediğin iki bin kişi kaldı, onu da bilin” lafından sonra nasıl bir kıvama gelmiştir!

Bu bakkal macerası, birinci vakamız…

İkinci maceramız, medya alanından.

Bu yazıyı yazdığım akşam, şu gerici kanalların “niş” olanlarından birinde bir programa denk geldim. Bir sohbet – tartışma programı bu akşamki konu solun islamla ilişkisi. Uzak mı durmuşuz, karşı mı gelmişiz, yanlış mı yapmışız, bizim adımıza dertleniyor hazretler Latin Amerika’da din ve sol arasındaki ilişkiye ne kadar gıpta ediyorlarmış, sol artık bunları daha ciddi bir şekilde tartışmalıymış… Durup durup ettikleri laf şuydu: Sol, maneviyatı unutmuşmuş, din halkların afyonudur diye tutturdukça vicdanı unutmuş, duyguyu, yüreğe seslenmeyi unutmuş.

Maneviyat söz konusu olunca neden idealar dünyası akla gelir, neden maddeden ayrı bir ruha inanmamız gerekir, neden maneviyattan bahsedince dinsel olandan bahsetmemiz gerekir, buna dair de bir açıklama yapsalardı da anlasaydık ama yapmadılar! (*)

Bu program da ikinci vakamızı oluşturuyor.

Bu iki örnek vaka, kendilerini aşıp, Türkiye toplumunun belirli kesimlerinin davranış ve yaklaşım biçimini ortaya koyuyor bence. Peki, hangi kesimlerin?

Bana “orta sınıfları” temsil ediyor gibi geliyor.

Maneviyatı gayet güçlü bir direnişi görmezden gelip solu maneviyattan uzak durmakla eleştirmek de, sigara tedarik etmekte yaşadığı güçlüğe yaslanarak o kurumda çalışan emekçilere kin kusmak da, ancak orta sınıflara yakışacak pejmürdelikte beyanatlar olabilir.

Yani, bir yandan üzüm gibi ezilirken, diğer yandan bir şekilde bundan yırtabileceği yanılsamasına kapılıp gitmiş, kendisini ücretli bir emekçi gibi değil de potansiyel patron veya yönetici olarak gören, hayatı emeğinden çok kredi kartı ekstresine endeksli olarak yaşayan, mesai arkadaşlarını rakip olarak gören, hayatında küçük mutluluklara yer açması öğütlenen ve bu öğüde sıkı sıkıya bağlı orta sınıflar…

Bakkalında sattığı sigaranın kimin emeğiyle nasıl o hale geldiğinden ziyade, bir paketten kaç lira kazanacağının derdinde olan, kendi emeğini başkasının emeğinden üstün gören, piyasada tutunmak için istifçilik yapmayı kendi kurnazlığı zanneden mal düşkünü orta sınıflar…

Seçim zamanı filan, oylarıyla gerçekten şuna buna mesaj verdiğini, istikrarı sağladığını zanneden, borsayı takip etmeye çalışıp beceremeyen, kendini dünyanın merkezi sanan orta sınıflar…

“Bu Tekelciler de kabak tadı verdi ha…” diye söylenen, kendisiyle Tekel işçisi arasında en ufak bir yakınlık veya benzerlik kuramayan, emek deyince aklına yoksulluk, sigortalı çalışma deyince aklına özel sağlık sigortası, iş güvencesi deyince aklına özel emeklilik reklamları gelen, özlük hakları deyince aklına hiçbir şey gelmeyen orta sınıflar…

4 Şubat eylemliliğinin, yüreği direniş çadırlarındaki işçilerle atanları heyecanlandıracak canlılıkta ve etkililikte gerçekleşmemesinde sırça bıyığın tehditleri, konfederasyonların hazırlıksızlıkları ve belli ölçülerde gönülsüzlükleri, işçi sınıfının örgütsüzlüğü kadar, bu orta sınıfın ideolojik kuşatmasının da payı var.

Tek tek işçileri bir sınıf olmaktan alıkoyan, bireycileştiren, kendi hayatı, yaşam koşulları ile memlekette olan biten arasında bir ilişki kurmaktan aciz hale getiren ideolojik koşullanmaların üreticilerinden orta sınıfların ideolojik kuşatması…

Şu anda başbakanın ve diğer hükümet üyelerinin ve yandaşlarının seslendiği ve yanına çekmeye çalıştığı tam da bu orta sınıflardır. Tekel işçilerinin direnişinin, kırmayı bir nebze başarabildiği orta sınıfların ideolojik kuşatmasını sağlamlaştırmak, tahkim etmek için uğraşıyorlar.

Tüm o Ergenekon, Yeni Osmanlı, açılım, sivil anayasa vb. gündemlerle ve elbette krizle de zaten sersemleyen orta sınıflar, bir süredir “abi, yanlış anlama, ben bu adamı desteklemiyorum…”culuk aşamasına geçtiler. Bu aşama, takiyyecilik tedrisatından geçen orta sınıf menşeli ikiyüzlülüğü ortaya koyduğu kadar, istikrar, şu bu diye AKP’nin alenen desteklenememeye başlandığını göstermesi açısından da önemli!

Önümüzde duran görevlerden biri de bu: Bir yeni işçi hareketinden bahsedeceksek, orta sınıfların işçi sınıfı üzerindeki ideolojik kuşatmasını da kırmak zorundayız, tüm yaptıklarımıza ek olarak.

Bu hangi yollarla, nasıl yapılabilir, oluru var mıdır, bu yazının sınırlarını aşıyor şu anda, bir sonraki yazıda ele almaya çalışabiliriz.

Biz şimdilik yine maneviyat meselesiyle bağlayalım sözümüzü:

Tekel direnişinin maneviyatının gayet güçlü olduğundan bahsetmiştim, belli ölçülerde başka sektörlerden işçilerin desteğini alabilen, kafası karışmış orta sınıfın yüreğine de seslenebilen, AKP’ye muhalif düzen aktörlerini bile kendilerinden nemalanmak üzere uyarabilen güçte bir maneviyat taşıyan direnişten…

Bu güçlü maneviyat, “ölmek var dönmek yok” sloganı ve bu sloganı atarkenki kararlılık, hiç de öyle dinsel, ruhani temeller üzerinde kurulmadı emeğine, geleceğine, yaşamına sahip çıkmak gibi son derece somut, gerçek, yaşamsal bir temelden kaynaklandı ve komünistlerin, sosyalistlerin iddia ve inadıyla bütünleşti.

Hem neyse ki Tayyip var: Ona buna açtığı bilmem kaç yüz bin liralık manevi tazminat davalarıyla, maneviyatın kaynağının maddi yaşam olduğunu bir kez daha gösterdiği için sağ olsun.

-------------------------------------

(*) Türk Dil Kurumu’nun internet sözlüğünde “manevi” sözcüğünün karşılığı olarak “Görülmeyen, duyularla sezilebilen, soyut, ruhani, tinsel, maddi karşıtı” şeklinde bir açıklama var ve bir de cümle içinde kullanım örneği koymuşlar ki, çok manidar: "Çağımızın en belirgin manevi yanının, insan varlığının tümlüğünü araştırmak olduğunu unutmayalım."- S. Hilav. Hilav’ın cümlesinin ruhlar alemiyle ne ilişkisi var yahu!!!