İnanç Dünyası (!)

“Bilmek mi önemlidir, inanmak mı?”

Zaman zaman yıllar önce yaptığımız bu tartışmayı hatırlıyorum: Solculuğumuzun ilk yıllarında, okumanın, öğrenmenin, o güne kadar kenarından geçmediğimiz tartışma başlıklarına bulaşmanın o yeni ve heyecan verici çekiciliğine kapılarak, girişteki bu soruya “bilmek” yanıtı verirdik, saniye sektirmeden.

Ne kadar bildiğimizden ziyade, anlamaya, bilmeye çalışma eyleminin içinde olmak vardı bu yanıtın altında. 1989-91 arasının özgün koşulları da tabii ki… Çözülme ve yıkılma, “neden böyle oldu?” sorusunu dayatıyordu bu topraklarda sonucun başka türlü olması için anlamamız, bilmemiz lazımdı. Tüm bu süreçte inanmaya çubuk bükenlerin, neredeyse bir tür mistisizmle bulaşık olduklarını da düşünmedik değil hani.

Eğitim şarttı.

Eğitim ile bilmek birbirine indirgenebilecek fiiller değil sonraları bunu görmek mümkün oldu. Anladık ki, sadece öğrenmek için bile, bilginin tam olarak kapsayamayacağı o alanın girdilerine ihtiyaç var:

İnanmadığınız bir şeyi öğrenemezsiniz, inanmadıklarınızdan bir şey öğrenemezsiniz, birikiminizi inancınızla yoğurmazsanız, öğrenemezsiniz. Birikiminiz, türevi olarak inancı da üretmiyorsa “çokbilmiş” olursunuz en fazla…

Bu da kesmiyor, bunu da gördük: Birikim ve inancın bir de eylemliliğe yol açabilmesi lazım. Bilgi ve inanç, maddede yaratabildiği değişim-dönüşüm oranında etkin olabilir. Bilmeye ve inanmaya çalışan insan dönüştürmeye soyunacak ki, kendi de dönüşebilsin.

Şu ara sonucu çıkarabilmek mümkün oluyor o zaman:

Derinleşme, bilgi, inanç ve eylemin buluşmasıdır.

İnanmak, bilgiyle, birikimle buluşmayı kolaylaştırıyor.

Eylemlilik, inancı sağlamlaştırıyor, dönüşümün anahtarı oluyor.

Tekel işçileri sayesinde gördük bunu bir kez daha! Haklarını almak üzere inanarak çıktıkları yolda, kendilerini donatabilmelerine olanak sağlamış da oldular. İnandıkları ve hepimizi de inandırdıkları mücadeleleri, öğrenmeye de açılmış oldu.

***
İnanmadan olmuyor.

İnançtan bahsediyorum, bağnazlıktan, tapınmadan, akıl fenerini söndürmekten değil.
Vecd ile secdeye varmaktan değil, hayatı dönüştürebilmeye inanmaktan! Maddenin hareketine inanmaktan!

Türkiye solunun tarihi, devrime inanmayan “birikimci”lerle doludur.

Öyle ki, inançla buluşamayan ve birikime dönüşemeyen bilgi yığınları, kendi ayak bağları oldu bu süreçte.

Türkiye solunun tarihi inanmayanlarla dolu Türkiye aydınının tarihi de…

Türkiye’nin yakın tarihi, Türkiye aydınını kendi hareketinin “boşa kürek çekmek” olduğu yanılgısına taşıdı. Güçsüz, hayata müdahil olamayan aydın kendi kabuğuna çekildi, kendi hakkında efsaneler yaratarak: Önemi, değeri, birikimi, gücü, abartılı, benmerkezci bir karakter taşımaya başladı. Bilgi, inanç, eylem sacayakları söz konusu olduğunda, hangisi kolayına geliyorsa, bir tanesine yüklendi.

Türkiye, bilgisiz ve inançsız eylemliliklerden, eylemsiz bilgi ve inanca, eylemsiz ve inançsız bilgiden, (isteyen diğer kombinasyon ve permütasyonları da alabilir) giderek eylemsiz, bilgisiz ve inançsız aydına ulaştı.

Bilgi, inanç ve eylem koşullar nedeniyle eşitsiz gelişebilir, ama sonuç değişmez:

Ya hep, ya hiç!

***
Siirt’teki yedi kızımız işte oracıktalar.

Şehrin çeşitli ileri gelenlerinden sınıf arkadaşlarına, şeyhinden şıhından bilmem ne müdürüne kadar, sayıları yüze vardığı ifade edilen karşı cinsleri tarafından tecavüze uğramışlar. Söylenen o ki, iki yıldır böyleymiş bu…

Böyle bir ülkede, bu olayın yaşanabildiği bir ülkede, insan ruhuna maneviyat üflemeye kalkan bir aydın kimliği şekilleniyor giderek.

O kızların gözlerinin içine bakabilecek bir babayiğit çıkar mı acaba?

En çok bunu merak ediyorum, olayı duyduğumdan beri.

Bunun gibi bir olayı hangi roman anlatabilir? Hangi film? Hangi şarkı?

Hangi sosyolojik yöntem açıklayabilir bunun gibi bir olayı?

Bir değil, beş değil, sekiz değil, on değil, yirmi değil, yetmiş beş değil, neredeyse yüz kişi…

Bir gün değil, elli gün değil, yüz elli gün değil, neredeyse altı yüz gün boyunca…

İlköğretim öğrencisi bir değil, iki değil, beş değil, yedi kıza tecavüz ediyor.

Ve Türkiye’de kimi aydınlar, Türkiye’nin halini maneviyat boşluğu ile açıklayacaklar, öyle mi?

Bunlar yaşanacak memlekette, ve bize ney üfleyecekler, sema gösterileri yapacaklar, kutsal sözler aktaracaklar…

İç dünyamıza yöneleceğiz, arınacağız, tefekkür edeceğiz…

Takvanın ipine sarılacağız.

Keşke biri de çıksa da, şu takva yükseldikçe insanlığın neden bu kadar alçaldığını,
Hollanda’daki çocuk tacizcisi rahipten Siirt’tekilere kadar, bu işlerin nasıl olduğunu anlatsa…

Bu anlatılamaz. Açıklanamaz.

Ancak değiştirilebilir.

Bilgi, inanç ve eylem diyorduk…

Hesap sorabileceğimize, değiştirebileceğimize inanıyor musunuz, inanmıyor musunuz?