Bir Davet Yazısı

Tülay Ergeldi, Zehra Sezgin ve Yaman Tarcan'ın anılarına, saygıyla...

Sine-Sen, Türkiye Sinema Emekçileri Sendikası, sansüre karşı 5 Kasım 1977'de Ankara'ya yapılan yürüyüşün ertesinde, 1978 yılında kuruldu ve dönemin DİSK'ine katıldı.

1977'deki yürüyüşü kamuoyuna şöyle duyurmuştu sinema emekçileri:

"Biz Türkiye Sinema Emekçileri, siz yüce halkımızın onuruna yaraşır filmler yapabilmek için yollara düştük sizin dertlerinizi dile getiren filmler yapabilmek için yollara düştük bugüne kadar, bu yoldaki bütün çabalarımızı engelleyen çağ dışı sansürün ve her türlü baskının kaldırılması için yollara düştük sinema emekçilerinin 60 yıldır sömürülmesine son vermek ve sosyal-ekonomik haklarına kavuşturulmalarını sağlamak için yollara düştük size karşı sorumluyuz. Sizden destek almak için yollara düştük."

Güzergah üzerindeki yerleşimlerde yaşayan emekçi halk, güzergah üzerindeki işyerlerinden işçiler, güzergah üzerindeki işyerlerinde grevde olan işçiler coşkuyla selamladılar bu yürüyüşü.

O yıllar, bu ülke sinemasının tarihinde yüz akı olan filmlere de tanıklık etti. Yılmaz Güney içerdeydi, Yavuz Özkan'lar, Şerif Gören'ler, Zeki Ökten'ler, Ahmet Soner'ler ve daha pek çoğu dışarıda el birliğiyle "halkımızın onuruna yaraşır", "halkımızın dertlerini dile getiren" filmler ürettiler. Bu dönemde oluşan doğrultu, bugüne gelene kadar etkisi giderek sönümlense de ortadan kalkmadı. Özellikle sinema emekçilerinin sendikasının (12 Eylül'le kesintiye uğrasa da) bugüne dek süren kurumsal varlığında hayat buldu.

DİSK Sine-Sen, kurulduğu yıldan itibaren, yalnızca sektörde çalışan emekçilerin sosyal ve ekonomik haklarına odaklanmadı ideolojik zeminde de kendisine bir rol biçti ve siyasal olarak da memleketin gerçek kurtuluşuna bağlandı.

Sine-Sen'in "genlerinde" bunlar var.

Bugün ne var?

Geçen yıl NHKM bünyesindeki sinema emekçilerinin çıkardığı bülten "biz üretiyoruz"da, setlerdeki çalışma koşulları böyle giderse, aynı Tuzla'daki işçi kardeşlerimizin başına geldiği gibi, iş cinayetlerinin gündeme gelebileceğinden bahsetmiştik.

Geldi.

Önce bir film setindeki bir bekçi yaşamını yitirdi soba başında uyuya kalmıştı. Neden öyle ısınıyordu o Afyon soğuğunda, kimse soramadı bile...

Sonra, iki gencecik kardeşimizi, Tülay ve Zehra'yı geçtiğimiz kış kurban verdik. Yoğun bir mesai sonrasında gerçekleşen bir "kaza" sonrasında...

Bu hafta başında ise, sevgili Yaman Tarcan ağabeyimizin haberiyle sarsıldık: Canına kıymıştı. İşsizdi uzun süredir, banka borçlarından bunalmıştı artık, 50 yaşındaydı.

Bugün, bunlar var.

Tülay ve Zehra'dan sonra, sinema emekçileri, özellikle sektörün genç kuşak emekçileri, örgütlenmenin zorunluluğuna ikna oldular. Onları yitirmek ağır bir bedeldi, o "kaza"dan sonra ciddi sayıda kardeşimiz sendika üyesi oldu, önceki dönemlerde görülmeyen sayılar söz konusuydu.

Kriz, sinema emekçilerini de vurmuştu: Haftalıklarda ciddi bir düşüş yaşanmış, pek çok yapım yayından kalkmış, sözleşmesiz sinema ve TV emekçileri, tazminat filan zaten hak getire, işsiz ortada kalmıştı.

Gişe rekorları (!) kıran filmler bir yandaydı, diğer yanda ise, aynı "patlama yapan" gemi inşa sektörü gibi, aynı "patlama yapan" tekstil, inşaat sektörlerindeki gibi, hiçbir hakkı olmayan ve yoğun bir sömürüye maruz kalan sinema emekçileri...

"İş yetiştirme stresi"nden bahsetmenin yeri mi bilmiyorum. Yapımcı para kaybetmesin diye, 14-16 saat çalışılan, yayına bölüm yetiştirmeye çalışılan bir sektör... 13 hafta boyunca, 26 hafta boyunca, 39 hafta boyunca... Sevgili ağabeyimiz Abdullah Baykal'ı bu "stres" götürdü daha on gün kadar önce...

Bugün, bunlar var...

Ve Sine-Sen, bugün genel kurul topluyor.

Azgın ve örgütlü yapımcıların hırslarının damga vurduğu bir sektörde... Hiç şüpheniz olmasın, TV kanallarıyla yapılan anlaşmalarda, ücret skalasının belirlenmesinde, sigortasız çalıştırmada, fazla mesaide, hiçbir sosyal güvencenin yasalaşmamasında, bu azgın yapımcılar o kadar örgütlü davranıyorlar ki!

Toplumsal çürüme deyip duruyoruz... Dizilerin, bol gişeli filmlerin sinema ve TV emekçileri için ekmek kapısı olduğu gerçeği, bu yapımların toplumsal çürümede oynadığı rolü görmemize engel olmamalı. Burada da TV kanal sahipleri, kanal genel müdürleri, departman sorumluları, büyük yapım şirketi sahipleri, büyük oyuncu ajansı şirket sahipleri, o kadar örgütlüler ki!

Sine-Sen, bugün genel kurul topluyor.

Bu genel kurul, 2009 yılı genel kurulu sendikanın tarihine nasıl yazılacak?

İsteriz ki, bu genel kurulun "kaybedeni" olmasın.

2009 yılında genel kuruldan sonra "kazananlar" ve "kaybedenler" olmasın. Genel kurul sonrası küskünlüğü sarmasın genç kardeşlerimizi...

Sinema emekçileri kazansın, ama hepsi! Tartışma, ayrışma olmadan sendika genel kurulu yapılmaz diye bir kaide mi var?

"İyi ki yaptık bu genel kurulu, iyi ki katıldık" densin genel kurul sonrasında. "Şimdi sırada örgütlenme hamlesi var", "şimdi sırada sözleşmeli çalışma mücadelesi var", "şimdi sırada... tonlarca iş var" duygusu ve heyecanı ile kollar sıvanarak çıkılsın genel kuruldan.

1977'den bugüne uzanan bir tarihi, halkın onuruna yakışan ve dertlerini dile getiren bir üretim ortaya koymanın sorumluluk ve heyecanını ve elbette ki genç sektör çalışanlarını kucaklayabilen bir genel kurul olsun.

2009 yılındaki genel kurulda listeler savaşı yaşanmasın. Gericilerin at oynatmasına alan açan, sendikal mücadelenin ana doğrultusunun ve coşkusunun önüne kendi elleriyle kayalar koyan, küskünler ordusu yaratan bir kültürü, bu genel kurulda elbirliğiyle kaldırıp bir kenara atalım. Ortaklaşarak, samimiyetle, gelecek umuduyla...

Sine-Sen'in 2009 Genel Kurulu, DİSK için de, diğer sendikalar için de, işçi hareketinin geneli için de, sermayeye, gericiliğe, Amerikancılığa, militarizme ve ırkçılığa karşı "işçilerin kardeşliği ve birliği"nin damga vurduğu örnek bir genel kurul olsun.

Bu genel kurulun tek kaybedeni sermaye cephesi olsun.

Kültür ve sanat alanı kendi gücünün bilincine varsın ve keyfini sürsün.

Çok mu naif beklentiler bunlar?

2009 yılında sinema emekçilerinin buna ihtiyacı var.

2009 yılında, işçi sınıfının buna ihtiyacı var.

2009 yılında, buna hepimizin çok ihtiyacı var.